Kendi gibi hâlsiz ve yorgun tahta sandalyeyi sabah mahmuru gözlerle çekip oturdu. Ellerini masaya dayadı. Gözleriyle uzun uzadıya yeşil ve mavinin buluştuğu manzaraya daldı. Ağustos sıcağının serin sabahında dalga sesleri, kuş cıvıltıları ve rüzgârda savrulan ağaçlar onu kendinden alıp götürdü. Gözlerini kapattı. İçinde huzuru hissetti.
Kırk yaşın ilk sabahındaydı. Kendisini hayatın tam tepesinde hissediyordu. Bir dengedeydi. Doğumla ölüm arasında bir denge kurmuş gibi. Başını geriye çevirdi, bu kilometre taşında bu kavşak yol ayrımında eksilen bir gençlik gördü… Morali bozulur gibi oldu… Kaybettiği gençlik yıllarına üzülecekken başını tekrar çevirdiğinde elde ettiği tecrübelerini düşündü… Biraz moral buldu yeniden… Kızdığı, küstüğü anlar aklından geçti. Ne kadar da gereksiz veya önemsiz şeyleri dert edinip üzülmüştü… Dün aynada daha bir dikkatle bakmıştı kendisine. En çok takıldığı şey saçlarında çoğalan aklardı. Değişmişti… Fakat bu değişimden çok gelişimin olduğuna bir işaret değil miydi? Böyle düşündü bir an. Hayatın kattığı tecrübe fiziki değişime nedendi belki de… Olgundu artık, 40 yaşın olgunluğu… Sinn-i kemâle (olgun yaşa) ermişti… Her ne kadar 35 yaşı yolun yarısı deseler de kırk yaşı da ömrün yarısı sayılırdı. Bu hesaba göre ortalama ömrün yarısındaydı. Kim bilir? Bundan sonra nerede kaçıncı kilometrede biteceği belli olmayan, yürüyeceği, mesafe kat edeceği yolu düşündü. Tam yol ayrımındaydı. Teneşire çok yakın olmak bir o kadar da doğuma gebe bir yaştaydı. Gençtim farkına varamamıştım, düşünememiştim, aklım ermedi gibi mazeretleri, sığınacağı bir limanı kalmamıştı. Kazandığı tecrübeler artık ne yapması gerektiğini söylüyordu, ne yapmaması gerektiğini değil. Erkan Özkan ŞİİR Eğer seveceksen!..