Meyve Bahçesi -2-

A -
A +

Derken Furkan Beyin yerini bir başkası almıştı. Başka adamlar geliyor meyveleri toplamaya ama toplarken dallarını kırıyorlardı. Hâlbuki Furkan Bey hiç de böyle yapmazdı kıyamazdı onlara. Ağaçlar hâlâ durumu anlamamıştı. Bir gün ağaçlar kendi aralarında sohbete başlamıştı. Furkan Beyin yokluğundan kaynaklanan insanların uzun süredir buralara uğramayışıydı konu.

Bir zamanlar popüler piknik yeriyken şimdi kervan geçmez bir yer hâline gelmişti.
Ağaçlar merak etmeye başlamıştı çünkü işin kötüye gideceğini sezer hâle gelmişlerdi. Sezilmesi de gerekiyordu çünkü Furkan Bey yoktu. İnsanları oradan uzaklaştıran birileri vardı, o da Veli Beydi; Furkan Beyin yakın arkadaşı, geçici süreliğine sahiplenmişti.
Furkan Beyin gözü gibi baktığı meyve ağaçları iyi değildi kendilerini bırakmış hatta her geçen gün biraz daha yıpranıp kendilerini kurumaya teslim etmişti. Artık meyve bahçesi yok oluyordu. Furkan Beyin koruma altına aldığı bu bölge korunamaz hâle gelmişti. Veli Bey ise ağaçların istediği ilgiyi veremiyordu. Zaten Veli Bey ağaçların yaşlandığı düşüncesindeydi. Denetime gelmişlerdi. Çünkü meyve bahçesi yok olacak durumdaydı. Denetleyen memur ağaçların artık verimsizleştiği kanaatine varmıştı. Bu karar meyve bahçesinin sonu olduğunun göstergesiydi. Çünkü önceki ilgiyi göremiyorlardı. Furkan Beyi bekliyorlardı ama gelen yoktu...
Ertesi gün ağaçlar Furkan Beyi her zamanki saatinde yine beklediler. Ama Furkan Bey yine gelmedi ve Furkan Bey'in dokunmaya bile kıyamadığı bahçe verimsiz diyerek ağaçları kesilmek suretiyle yok edildi!..
              Gamze Yavuz
 
 
 
ŞİİR
 
                     TİRYAKİ
 
Elinde bir sigara, tüttürür de tüttürür,
Bazen nefes daraltır, bazen de öksürttürür.
Sen neşemi bulayım derken kirli dumandan
Duman seni hırpalar, ezer de kök söktürür.
 
Yerin dibine batsın o tütünün cakası,
Ona mı bağlı senin hayatının bekası?
İş işten geçtiğinde anlarsın ama çok geç
Dersin bu meretin de billah yokmuş şakası.
 
Derler her bir sigara sala çakılan kazık,
Dünyadan bıkmış insan, vallahi sana yazık,
Gel şu nefsini yen de Allah’ına dua et,
Hiç olmazsa o olsun yarın ahrete azık...
 
             Hüseyin Hilmi Levent/Tarsus
 
 
MERAKLI BİLGİLER
 
Büyük İstanbul Depremi
17 Ağustos 1999 yılında yaşanan ama İstanbul’u da etkilediği için "İstanbul Depremi" olarak da değerlendirilen "Marmara Depremi"ni otuzlu yaşlarda olan herkes iyi hatırlar. Bir de Osmanlı devleti zamanında, tarihe geçen en büyük deprem, 14 Eylül 1509 tarihinde olmuştur. Bu çok şiddetli deprem, bir anda İstanbul ve Trakya bölgesini yerinden oynatmıştı. Aralıklarla 45 gün devam eden bu depremde, 13.000 kişi ölmüştü. Depremde 109 câmi ve mescit, 1070 ev kullanılamaz hâle gelmişti. Deniz o kadar kabarıp dalgalanmıştı ki, tsunami dedikleri bu kabarma sahil boyundaki İstanbul surlarını aşmıştı. Deprem dalgasının Galata Kulesi'nin önlerine kadar geldiği söylenir.
Aynı deprem; Gelibolu, Silivri, Edirne ve Dimetoka’yı da harabeye çevirmişti. Çorlu halkının ise, üçte ikisi depremde can vermişti. Sultan II. Bayezid Han, depremden sonra çok hızlı bir imar faaliyetine girişmiş ve her ev başına 20’şer akçe toplanmıştı. Anadolu ve Rumeli’den 77.000 işçi, 3.000 usta getirtilmiş ve 65 gün içinde, kış gelmeden İstanbul ve diğer yıkılan yerleşim yerleri, eskisinden daha iyi olarak imar edilmişti.
 
ATASÖZÜ
 
Bir işe başlamak, bitirmenin yarısıdır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.