“Dem olur zahm urar sayyâda nahcîr
Konuk umduğı olmaz bulduğın yer.”
Yani: “Dem olur avlanan avcıyı yaralar/Misafir, umduğunu değil bulduğunu yer.”
İbni Kemal, Fatih Sultan Mehmet’in dönemini anlattığı 7. Defterindeki bir beyitte atasözlerimizden birinin asırlar öncesindeki hâline nazar kıldırdığı gibi bir başka hakikate de işaret etmişti.
Zira beyitten de anlaşılacağı üzere kendisine tuzak kurulan ve avcıya malzeme olacak olan her neyse avcının konumuna yükselebiliyordu.
Dünya hayatı, kelimelerin bir mukadderatı olmadığını kanıtlar mahiyette…
Ne avcı daima avlayabiliyor ne de avlanan daima avcının emellerine hizmet ediyor. İsimler, manalarının kendilerine koyduğu sınırları çiğnemekte bir beis görmüyor bazen.
Belki de kelimelerin sıkıştırıldıkları anlam mahbesi onlara dar geliyordur da özgürlükleri için savaş veriyorlardır. Kim bilir?
Güç gösterisi yapan sıfatları, sadece gücünün yettiğini sandıklarımıza versek dahi hakikat, istatistik verilerinin tasdikinden başkadır belki de…
Galip ve mağlup sıfatları gücü devşirene mi ait yoksa gücün bahşedildiğine mi?
Yoksa ikisi de aynı şey midir?
“Gemilerimiz belirli aralıklarla Türkleri ağır şekilde bombalıyordu. Özellikle bu kadar ağır bombardıman hâlindeyken bizi nasıl görebildiklerini bilmiyorduk. Avustralyalılara ateş ettiklerinde, nereye ateş edeceklerini biliyorlardı. Ayrıca bugün oldukça fazla takviye kuvvetimiz geldi… O kadar da kötü durumda olmamamız gerekirdi. Zira daha büyük silahlarımız vardı ve denizcilerimiz gerçek birer savaşçıydı.”
John Monaghan adlı bir İngiliz deniz subayının Çanakkale Savaşı’nda tuttuğu günlükteki bu ifadeler bize Rûm Sûresinin 5. âyet-i kerimesinde buyurulan “Allah dilediğine yardım eder, galip kılar. O çok güçlüdür, çok merhamet edicidir” müjdesini hatırlatmıyor muydu?
İnsanoğlu gücün kimde olduğunu unutmaz ise kula boyun eğmenin ne demek olduğunu bilmeden bir hayat sürebilir. Ve yine mülkün sahibini unutup el açtığımız her şey, unutkanlığımızın değil riyakârlığımızın delilidir.
Bizlerin bu hayattaki ana gayesi, hâlis niyetli salim insanlar olabilmek çabası… Eskilerin de ifadesiyle; “Müstakim ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni!”
Elif Sabır
ŞİİR
Dünyanın gerçekleri
Dünya servetine umut bağlayan
Nice nice canlar varıdı gitti
Âşıklara karşı gönül dağlayan
Dağlarında karı eridi gitti.
Kimisi düşerek ateşe yandı
Kimisi içi boş sözlere kandı
Kimisi dünyayı kendinin sandı
Kimi inancını korudu gitti.
Mevla’nın katına erenler oldu
Cennet bahçesine girenler oldu
Boynunu urgana verenler oldu
Mansur’un kaderi dar idi gitti.
Bozuldu obası, bozuldu köyü
Bir zaman rahmetle akardı suyu
Adalet timsali Osmanlı soyu
Yüce erenlere yâr idi gitti.
Nerede dünyanın önde geleni?
Nerede hani ağlayanı güleni?
Allah dostu Abdülkadir Geylani
Bağdat diyarında sır idi gitti...
Ömer Kulseymani
ESKİMEZ KELİMELER
MEŞRUİYET: Arapça kökenli bu kelime kanuna, yasaya uygun olan şeyler için kullanılmaktadır. Meşruiyet, meşru olma, kanuna uygun bulunma, yasak olmayış demektir. Gayr-i meşru: Allah'ın rızasına uymayan, kanuna uymayan, kanunsuz iş demektir. Meşru kelimesiyle birleşerek “Lâmeşru” meşru olmayan, şeriata uymayan anlamında kelimeler de kurulmuştur.
Bir de MEŞRUTİYET kelimesi vardır. Birbirine çok yakın gibi gözükse de bu kelimenin anlamı “şarta, kurala bağlı” olarak demektir. Meşrutiyet de bir hükümdarın başkanlığı altında millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi anlamındadır. Buna benzer bir başka kelime de MEŞRUBAT kelimesi olup bu da “şürb” kelimesinin çoğulu olarak içilecek şeyler anlamındadır. Günümüzde meşrubat kelimesinin yerini “gazlı içecek” gibi enteresan bir söylem almıştır.