“Bu ne hamam, herkes evine tamam” -2-

A -
A +
Bizim çocukluğumuzda da oynadığımız “Bu ne hamam, herkes evine tamam” cümlesiyle biten oyunu annemlerin de çocukluğundan beri oynaması ve böylece aynı oyunu iki nesil art arda oynamış olmak birbirimizi anlamak bakımından ne kadar güzel bir kültür köprüsüydü.
Annem maşallah şu an seksen yedi yaşında. Ben ise elli beş yaşındayım. Aramızda otuz iki yaş farkı var. Bu yaş farkına rağmen aynı oyunu aynı duygularla oynamışız o yıllar. Şimdi günübirlik değişiklikleri ve bırakın iki kuşak arasında kültür köprüsünü beş yaş arasında bile iletişimsizlik yaşanan bir dönemi gördükçe hayretler içinde kalıyoruz…
Annemle tek farkımız biz oyuna “Bu ne hamam, herkes evine tamam” diyerek bitirmezdik.
Biz akşamdan önceki son hamamı yaptığımızda içimizden biri hamamı sert bir darbeyle yıkarken “hamam üşüdü” diye bağırırdı. Sonra da evlere koşardık. Oyunun nasıl oynandığına gelecek olursak;
İki çocukça avucunuzla alabileceğiniz ince toprağı konik olarak yere yığın yapın. Toprak yığınının üzerine ıslak tabaka oluşasıya kadar elinizle su serpin. Sonra üzerine kuru toprak serpiştirin. Sonra tekrar su ve tekrar kuru toprak şeklinde koniyi yükseltmeye devam edin. Toprak yığının üzerinde parmak kalınlığında ıslak toprak tabakası oluştuğunda hamamın birinci safhası tamamlanmış demektir.
Sonra kaç kişi oynuyorsa, mesela dört kişiyse dört tarafından ve tabanından yığında sivri ve ince çubuklarla delikler ya da kapılar açın. Yavaş yavaş dikkatlice yığının içerisindeki kuru kalan toprağı bu kapılardan çubuklarla çekerek boşaltın. Kuru toprak boşaltılınca son olarak yığının en üstünden yine ince ve sivri bir çubukla delik yani pencere açın. Bu pencereden ince uçlu bir ibrikle ya da kapla su dökün. Bu yapılınca herkesin açtığı kapıdan akması sağlanır.
İşte bu an annemlerin “Bu ne hamam, herkes evine tamam” dediği, bizim de “hamamı üşüttüğümüz” andır...
        Ragıp Bayraktar
 
 
ŞİİR
 
                       Hepimiz
 
Acıkmadan oturma doymadan kalk denmişiz.
Bu emre uymayınca hastalıklar belirmiş.
Göbekler çok büyüdü, sanki gebeş gibiyiz.
Neler yiyip içtik biz, acıkmadan hepimiz.
 
Ölçülere uyanlar fidan gibi tertemiz.
Onları her gördükçe yer dibine geçeriz.
Mideleri büyüttük hepsi davul gibi şiş.
Neler yiyip içtik biz acıkmadan hepimiz.
 
Yumurtadan çıktımı kırk beş gün zor bekleriz.
Yok but yok kanat göğüs iştahla tüketiriz.
Mideler balon oldu patlatmak üzereyiz.
Neler yiyip içmedik? Acıkmadan hepimiz.
 
Hak teâlâ zülmetmez, biz kendimiz isteriz.
Cezayı çekerken de durmadan gevezeyiz.
Göbekler ne büyüdü sanki gebeş gibiyiz.
Neler yiyip içmedik acıkmadan hepimiz.
 
Gelmiş geçmiş dinlerin, en güzeli dinimiz.
Emirlere uy Şahin doktor yüzü görmeyiz.
Mideler balon oldu, patlatmak üzereyiz.
Doymadan kalkanlara hepimiz imreniriz.
                             Ali Şahin-Balıkesir
 
 
 
UNUTULMAZ İSİMLER
 
ŞEMS-İ TEBRİZİ: Evliyanın büyüklerinden. İsmi, Mevlânâ Muhammed bin Ali olup Tebrizlidir. “Şemseddîn” yâni “dînin güneşi” lakabıyla meşhurdur. 1247 (H.645) senesinde Konya’da şehit edilmiştir. Rivayetlere göre daha ilkokula giderken Resûlullah’ın aşkından yemez, içmez olmuştu. Şems-i Tebrîzî, Ebû Bekr-i Kirmânî’den ve Bâbâ Kemâl-i Cündî’den ilim öğrenip feyz aldı. Kısa zamanda zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek derecelere kavuştu. Şems-i Tebrîzî, seyahat ettiği yerlerde, uğradığı memleketlerde iyi bir dost bulunması için dua ederdi. Israrla yaptığı bu duaların sonucu olarak rüyasında; (Mevlana) Celâleddîn-i Rûmî’ye gidip onun yetişmesinde yardımcı olması bildirildi. Böylece o, Allahü teâlâ’ya şükürle; “Böyle dosta canım feda olsun” diyerek, 1224 senesinde Şam’dan Konya’ya geldi. 1247 (H.645) senesi aralık ayının beşine rastlayan perşembe gecesi, meçhul kimselerce şehit edildi. Ama kimse onun cesedini bulamadı…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.