“Derdi olan söyler... Bazen de yazar...”

A -
A +
Çocukluğumuzdan geriye baktığımızda milletimizin en büyük meselesinin “kendi olamamak” olduğunu görmekteyiz. Son 200 yıllık ağlanası talihimizin hâli de bunu doğrulamaktadır.
Televizyonların başköşeye oturmasının üzerinden 30 sene geçmiştir ki öncesi sinemadır. Sosyal mecraların hayatımızın ortağı olmasının geçmişi de sekiz on sene gibi kısa bir süreye dayansa da hayatımızın her alanına yön verdiğine şahit olmaktayız. İnsanlığı sinema sektörü ile başlayan yönlendirme ve yönetme çalışmaları bütün bu gelişmelerle zirveye çıkmış hemen herkesin az ya da çok zihinleri allak bullak edilmiş, motor fonksiyonlarını aksatmayan fakat sağlıklı düşün(e)meyen insanlar topluluğu başarıyla meydana getirilmiştir. Bütüne baktığımızda bundan geriye dönüş ise neredeyse beyhude bir çabadır.
Neredeyse her çocuğun yaşadığı bir gerçektir ki çocuklar bir tren yolculuğunda ya da otobüs vb. seyahat esnasında camdan bakarken anne-babasına dikkatini çeken birçok şeyi sormuşlardır. Ama genellikle anadan babadan sessiz olmamızı ihtar eden cümleler ile cevap bulmuştur sorularımız. Aslında, sorularımız bizi en çok sevenler tarafından çalınmış, ruhi gelişimimiz hususunda bilmeden bizim cesaretimizi baskılamışlardır. Bizleri hayat boyu karşılaşacağımız muhtelif tazyikler karşısında soru soramaz kimselerden olmaya sevk etmişlerdir.
Sorumuz şu olabilir mi? Televizyonlarda, sosyal mecralarda başkalarının yaşadıkları yayınlanıyor, diziler cenahından bakar isek sahte, kurgulanmış yalan hayatlar sahneleniyor. Sosyal mecra yine öyle… Başkalarının yedikleri içtikleri gezip tozdukları bakışlar, sözler, mimikler, sevinçler, üzüntüler vs. paylaşılıyor.
Yirmi dört saatimizi âdeta bunlar belirliyor. Kendi hayatımızı, mütedeyyin isek ahiret hayatına dair yapabileceklerimiz, günlük hengâme arasında pek kısıtlı bir süre olarak yitip gidiyor.
200 yıllık talihimizin esas meselesi “kendimiz olamamak… Kendi hayatımızı yaşamamak” Dert bilinmeden derman bulunmaz. Bilmek için de farkına varmak elzemdir.
Kendimiz olabildiğimiz ölçüde talih de bize gülecektir...
          Ahmed Onur/İstanbul
 
 
 
ŞİİR
 
   Sensiz olmuyor
 
Defalarca denedim
Sensiz olmuyor canım
Gel yaşama nedenim
Sensiz olmuyor canım
 
Hasret ağır taş şimdi
Dört mevsimim kış şimdi
Gözlerim hep yaş şimdi
Sensiz olmuyor canım
 
Çılgın deli gibiyim
Seher yeli gibiyim
Yaban eli gibiyim
Sensiz olmuyor canım
 
'Nöbetçi'nin canısın
Damarında kanısın
Hayatın her anısın
Sensiz olmuyor canım
 
   "Nöbetçi Şair" Şahin Ertürk
 
 
 
ENTERESAN KELİMELER
 
FAĞFUR: Bir çeşit porselendir. Çini gibi olup Çin’de yapılmaktadır. Yarı saydam olan fağfurlardan, tabak, kâse, fincan, vazo, süs eşyası, biblo gibi şeyler yapılır. On sekizinci asırda Osmanlı sarayına Çin’den birçok fağfur eşya hediye olarak gelmişti. Çin fağfurları mukavim dayanıklı ve çok ince yapıları ile dünyada şöhrete sâhiptir. Bunların çiçek ve ince işçiliğe sahip olanlarına “hatâyî”, zarif olmayan daha basitlerine de “kâşî” denilirdi. Topkapı Sarayı Müzesinde bu örneklerden görmek mümkündür.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.