Bilseydim bu dünyada ölüm var...

A -
A +
  Anadolu denildiği zaman insanda farklı bir his uyanır. Zira bu coğrafya bütün güzellikleri, hasreti, özlemi, hicranı bağrında saklar. Nicelerinin hayallerini süsler. Onlarca kitap, yüzlerce şiir yazılmış adına. Dile gelse, kim bilir neler söyler. Ağıtları, ninnileri, hayat hikâyeleri bir ok gibi insanın yüreğine saplanır, hemen çepeçevre sarar, esir alır kendine. Diğer taraftan, her yere nam salmış, Karacaoğlan gibi birçok gönül eri mümbit (verimli) arazilerinde yatar. Biz bunlardan Adana Halk kültüründe önemli bir yeri olan Anavarza Kalesi ve Naş’a temas edeceğiz. Bundan çok eski yıllarda Kozan ve Anavarza civarında çok uzun ömürlü insanlar yaşarmış. Bu insanlar o kadar uzun ömürlülermiş ki, âdeta ölüm nedir bilmezlermiş. Anavarza Kalesi yapılırken, kalenin temel taşlarını çevre halkı Kozan'dan sırtında getirirmiş. Naş adlı kişi, Kozan'dan getirdiği taşı Anavarza'ya götürmek için yola koyulmuş. Kayhanburnu Köyü'nü biraz geçtikten sonra karşısına bir kalabalık çıkmış. İçlerinden tanıdık birine, ellerinin üstünde götürdükleri şeyin ne olduğunu sormuş. Adam oğlun öldü, onu götürüyoruz deyince Naş, sırtındaki taşı yere bırakarak şu sözü söylemiş: “Adım Naş/Yaşadım bin beş yüz yaş/Oğlum beş yüz yaş/Yüzü ham tıraş/ Bilseydim dünyada ölüm var/Koymazdım taş üstünde taş...” Ölümü ilk defa gören Naş’ın bu taşı Kozan’da, bıraktığı yerde durmakta, ziyaret edilmektedir. Yine aynı şekilde Kosova Prizren’de türbesi bulunan büyük bir âlim olan Suzi Çelebi de, Gazavatname adlı eserinde şöyle demektedir: "Güneş Şark (Doğu) dağlarının ardından doğar./Sarı Nehir doğudaki denize akar./Ömrü yüz yıl bile olmayan insan./Bin yıllık işlerle uğraşmaya kalkar." Evet, gerçekten de dünyanın fâni olup ahiret hayatının sonsuz olduğunu idrak eden biri, hiç kalp kırar, başkasını incitir mi? Onun için akıllı olan "nasıl bilirdiniz?” diye sorulduğunda "iyi bilirdik" dedirten kimsedir...             Mehmet Can     ŞİİR          ÖĞRETMENİM   Hani öğretmenim, o yumuşak o yumuşak O kalbin kadar sıcak ellerinle, Çocukken yanağımı okşamıştın ya! İnan o sıcaklık hâlâ duruyor tenimde.   Düştüğümde bir gün, şefkat dolu sesinle: "Ağlama yavrum ağlama, gel" demiştin. Mendilinle önce gözyaşlarımı Sonra da burnumu silmiştin ellerinle İşte o benim, öğretmenim. Ben; 578 Cahit...   Çarpım tablosunu öğretmiştin ya bana. O millî günde şiir okutmuştun hani "23 Nisan" diye Müsamerede bana da rol vermiştin: "Öğretmenlik." İleriyi çok iyi gördüğünü şimdi daha iyi anlıyorum. Duaların mı tuttu? Şimdi ben de öğretmenim.   Saçlarım ağardığından "öğretmenim daha emekliliğe çok mu? Sizin öğretmenlerinizden hiç haber yok mu?" Diye sorunca öğrencilerim; İçimde bir burukluk Acaba sağ mı?.. Yoksa... yoksa... Varmıyor dilim. Affet beni öğretmenim. Ara verdim bu satırları yazmaya Koyuldum eski rehberden adını bulmaya. Aklıma gelen gerçekmiş, son yatak teneşir. Giderken elinizde ne kitap varmış ne de tebeşir!..              Cahit Büyükçıkrıkçı-Kahramanmaraş               GÜZEL YURDUMUZ   EDİRNE: Bugün Edirne’nin kurtuluş yıl dönümü… Edirne 4 defa istilâya uğramış ve çok zarar görmüş bir kentimizdir. 1829’da Ruslar Edirne’ye girmiş birkaç ay kalmıştır. İkinci Sultan Mahmûd, Edirne’de 10 gün kalarak halkın moralini takviye etmiş, istilânın tahribatının yeniden imarı için emir vermiştir. 20 Ocak 1878’de Edirne’ye giren Ruslar 13 ay kalmışlar ve şehri tahrip etmişlerdir. Balkan Harbinde Şükrü Paşa'nın kahramanca savunmasına rağmen, açlık sebebiyle, Bulgarlara 26 Mart 1913’te teslim oldu. 4 ay sonra Türk ordusu 22 Temmuz 1913’de Edirne’yi geri aldı. 1. Dünya Harbinden sonra 1920 Temmuz'dan 25 Kasım 1922’ye kadar Yunan ordusunun işgalinde kalan Edirne, çok geriledi ve dünyada Edirne derecesinde gerileyen başka bir şehir görülmedi. Lozan Antlaşması ile Edirne Türkiye sınırları içine alındı.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.