Altının kıymetini sarraf bilir!

A -
A +
Sözüyle de özüyle de muhterem, bilge bir insandı. Birçoklarının aksine o, elinde ne var ne yok öğrenci yetiştirmeye harcardı. Hatta kendini öğrenci yetiştirmeye vakfetmişti. Talebelerinin kalacağı mekânları bizzat kendisi kontrol eder, barınak ihtiyacını giderdiği gibi yiyecek içecek ihtiyaçlarını da yine kendi öz kaynağından karşılamaya çalışırdı.
Dünyayı zaman zaman kasıp kavuran ekonomik krizlerin bir sıcak hava dalgası gibi etkilediği bir dönemde bir gün öğrencilerine yetecek miktarda ekmek alacak kadar paranın kasada kalmadığını kendisine haber verdiler.
Hiç tereddüt etmeden elini çekmeceye attı. Kasada bulunan gösterişli bir yüzüğü çıkarttı. Haberi getiren talebesinin avucuna koydu:
-Bununla gidin fırıncıya. Bizim gönderdiğimizi söyleyin. Bu yüzüğü de teminat gösterin. Yeteri kadar ekmek alıp gelin. Yeteri kadar ekmek alırsınız.
Öğrenci ve beraberindeki arkadaşı hocalarına hiç itiraz etmemişler. Ellerinde yüzük yola çıkmışlar. Ama çok kısa bir süre sonra da elleri boş geri dönmüşler:
-Hayırdır çocuğum ne oldu?
-Efendim dediğiniz şekilde fırıncıya gittik. Yüzüğü gösterdik. Sizin de selamınızı söyledik. Bize bugünlük ekmek vermelerini istedik. Olmaz, dediler. Kabul etmediler.
Diğer öğrenci devam etti:
-Hatta bir başka fırıncıya da gittik. Bir başka fırıncıya da…
“Hepsi mi aynını söyledi?” demiş bilgin zat hafifçe tebessüm ederek. Öğrenciler baş sallamışlar:
-Evet efendim, hepsi aynı şeyi söyledi. Ayrıca bu yüzüğün pek de değeri yokmuş.
-Yok muymuş?
-Evet yokmuş.
Bilge, diğer bir öğrencisini çağırmış.
-Evladım bu iki arkadaşınla şimdi bu yüzüğü alın ve şehrin kuyumcusuna götürün. Bakalım o ne diyecek? Sahiden değersiz bir yüzük müymüş?
Üç öğrenci doğruca kuyumcuya yönelmiş. Bu kez öğrenciler sevinç ve şaşkınlık içinde hocalarının huzuruna çıkmışlar:
-Efendim, hayret! Kuyumcu bu yüzüğe tam on altın değer biçti.
Konuyu zaten bilen hocaları gülümsemiş:
-Altının kıymetini sarraf bilir diye boşuna söylememişler, değil mi?
         Muhsin Taha-Ankara
 
 
 
ŞİİR
 
                   EFENDİM
 
Doğar doğmaz söyledin, “önce ümmetim” dedin.
Ümmetini ne çok sevdin, Miraç’ta zikreyledin.
Bize müjdeler verdin, ümmetin oldum efendim.
 
Bu devlet bize yeter, insan başka ne ister.
Cennet nimeti bekler, kanmak için Kevser.
Melekten geldi haber, ümmetin oldum efendim.
 
Himmet ettiniz bize, kavuştuk şükür Size.
Aşkı verdiniz bize, buluştuk şükür Size.
Sevin derdiniz bize, ümmetin oldum efendim.
 
Mekke-i mükerremde, münevver Medine’de.
Nurdağı’nda, Hicret'de,  Bedir, Uhud, Hendek’de.
Dua aldık bizlerde, ümmetin oldum efendim.
 
Namazlarda andınız, oruçlarda andınız.
Tavaflarda andınız, hacılarla andınız.
Dualarla andınız, ümmetin oldum efendim.
 
Son nefeste himmetiniz, mahşerde şefkatiniz.
Bizdik Sizin derdiniz, gönlümüzde yeriniz.
Sıratta beklersiniz, ümmetin oldum efendim.
 
Nimetlere kanmadın, ümmetini almadan.
Cennetine varmadın, ümmetini almadan.
Allah’a çok yalvardın, ümmetin oldum efendim.
 
Sayenizde severim, bunu da Sizden bilirim.
Çok şükür ümmetinim, salat selam söylerim.
Buna çok sevinirim, ümmetin oldum efendim.
 
Aşkla der Ebu Fehim, ümmetin oldum efendim.
Şehadeti söyledim, ümmetin oldum efendim.
İhlasla Sizi sevdim, ümmetin oldum efendim.
                                                   Ebu Fehim
 
 
 
UNUTULMAZ KELİMELER
 
GANÎ: Arapça kelime olup 1. zengin, varlıklı, bol, doygun. 2. Allah'ın isimlerinden biridir. 3. [abdülganî'den kısaltma olarak] erkek adı olarak da kullanılmıştır.
GANÎ GANÎ: Arapça bir zarf kelime olarak bol bol, çok çok anlamındadır.
AGNİYA: Ganî kelimesinin çoğulu olup zenginler anlamındadır.
GANÎMET: Aynı kökten gelip 1. çalışmaksızın elde edilen şey, emeksiz kazanç. 2. düşmandan alınan mal. 3.  tesadüfi ve faydalı durum. 4. beklenmeyen kazanç anlamlarına gelmektedir,
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.