Suskun anneler…

A -
A +
“Gömleğim niye ütülenmedi?”; “Anne beyaz tişörtüm hâlâ neden yıkanmadı?”, “Televizyonun kumandasını verir misin, sen zaten akşama kadar izliyorsun!” “Şu hâline bir bak yorgunluktan gözlerin kapanıyor. Seni gören de benim yerime akşama kadar mesai yaptın sanacak!” “Çay olmadı mı daha?”, “Yemeğin tuzu fazla mı kaçmış?”, “Salatanın yağı eksik, ayrıca soğan da koymamışsın…” Teknoloji ilk seni üretti! Yorulmayan, sıkılmayan, en ağır işleri yapmasına rağmen gık demeyen -teklemeyen- bozulmayan, ömür boyu garantili… Seri üretimle klonlayıp çoğalttı seni. Belki de artık kopyala-yapıştır yapıyordur! Cinsiyet ayrımcısı olmamak için çalışana ‘iş insanı’, ilimle meşgul olana ‘bilim insanı’, sanatın herhangi bir dalıyla uğraşana ressam, müzisyen, heykeltıraş, besteci, senarist, oyuncu, yazar, sanatkâr kelimelerini kullandılar ama senin üzerine yapışıp kalan ‘ev kadını’ yaftasını çıkarmak -ne hikmetse- bir türlü akıllarına gelmedi. Çok iyi dinleyici olman da beklendi alttan alta.  Anne babanı, eşini çocuklarını, hısım akrabayı, konu komşuyu sonra gündüz kuşağındaki çenebaz sunucuyla programa çıkan mağdurları(!), haberleri, hava durumunu, sokakta adım başı dilenen, mendil satan, su satan mülteci çocukları, caddelerde ellerinde bir tomar broşürle köşeye sinmiş avını bekleyen güzellik merkezi elemanlarını… Sabırla dinledin. Aman Allah’ım ne çok anlatacakları vardı. Sustun… Bu kez de içine kapanık, çekingen, soğuk, burnu büyük, kibirli, uyumsuz diye damgaladılar. Hayatın anlamını düşünemedin; fırsatın olmadı buna. İsteklerin ihtiyaçtan değil fuzuli, taleplerin külliyen gereksiz, eften püften hatta israftan sayıldı. Bunca iş yükünün, sorumluluğun altından kalkan sen, sonra maazallah kalabalıklar içinde yitip giderdin. Ayaklarının üstünde durmak, ev geçindirmek sandığın kadar kolay, hele de senin üstesinden geleceğin şeyler değildi. Böyle şeyleri bırak dile, aklının kıyısına dahi getirmemeliydin. Ah anne… Sen bizim dilimizde söylerken bile tahammül edemediğimiz hayata bir ömür sabreden ve o sabırla o kahrolası hayata “evlat” yetiştirebilen bir dehasın… Hakkını ödeyemeyiz…          Fatma Tutak     ŞİİR         Başladık…   Birer birer gidiyoruz, Dökülmeye başladık biz. Pek az kaldık bitiyoruz, Dökülmeye başladık biz.   Ahlar düşmez dilimizden, Ağrı gitmez belimizden, Bir şey gelmez elimizden, Dökülmeye başladık biz.   Her şey çıkmaz sokak gibi, Suya hasret toprak gibi, Sonbaharda yaprak gibi, Dökülmeye başladık biz.   Dostun hasta yatıyormuş, Derdine dert katıyormuş, Kemikleri batıyormuş, Dökülmeye başladık biz.   Şimdi kimler toprak oldu? Mezarına yağmur doldu. 'Nöbetçi'nin benzi soldu, Dökülmeye başladık biz.       Nöbetçi Şair (Şahin Ertürk)          UNUTULMAZ TARİHİMİZ   MURÂDİYE CÂMİİ: Sultan İkinci Murad Hanın Varna’da Haçlı ordularını yenince Edirne’ye dönüşte bir şükür ifadesi olarak yaptırdığı camidir. Hicrî 839 (M.1435) senesinin 10 Muharrem günü ibadete açılmıştır. Orhan Beyin Bursa’da yaptırdığı câmi örnek alınmıştır. Kalemkâr işçiliği ve çinileri ile gerçek bir şâheserdir. Çinili ilk minaresi 1572 depreminde yıkılmış ve 1754’te Birinci Mahmud Han çinisiz bugünkü tek şerefeli minareyi yaptırmıştır. Câminin iki büyük kubbesinin arasında bulunan kemer kalem işlemeleriyle, duvarlar çiçek motifli çinilerle süslüdür.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.