Kapılar, paşalar, semtler...

A -
A +
Hani derler ya itibardan tasarruf olmaz… Bu hakikat aslında Osmanlı Devleti'nin de önemli bir politikasıydı. Devletin azametini göstermesi bakımından saraylar ve yüksek kapılar ile binaların ihtişamlı olması sağlanmıştı. Hatta saraylarda altın mutfak takımı ve zenginlik ifade eden sanat eserleriyle aletleri de bulunurdu. Yabancı misafirler haricinde altın mutfak ve müzik aletleri kullanılmazdı. Hatta bu anlamda hatırıma geldi, uçak mühendisi bir tanıdığım anlatmıştı. ABD'de ihtisas yapıp dönüşte Almanya’ya Avrupa'nın en büyük havaalanı Frankfurt'a inince, o havaalanını Amerika'dakilere göre küçük ve basit geldi demişti. Osmanlı bir cihan devletiydi ve yüceliğini kapılardan başlayıp saraylarına kadar yansıtmıştı. Örnek olarak Babıali "yüce kapı" anlamındadır. O zaman dilimiz daha zengin olduğundan "kapı" kelimesinin yanında aynı anlama gelen Farsça "der" ve Arapça "bab" kelimeleri de muhteşemliğe anlam katıyordu. “Der saadet”, “Bâb-ı Hümâyun” gibi. Bizim tarihimizde birliğin ve kuvvetin temsilcisi olarak kabul edilen devletin ve hükûmetin merkezleri yüksek ve yüce olarak bilinmiştir. Dolayısıyla buralara aynı manada olmak üzere Dergâh, Bab-ı Saray, El-Bab-üs-Sultaniye, Bab-ı Hümayun, Bab-ı Ali, Bab-ı Asafi ve Paşa Kapısı gibi isimler verilmiş. Derler ki İstanbul başkent oluncaya kadar devletin bütün işleri, padişah saraylarında görülürmüş. Padişahın başkanlığında devletin ve halkın işlerine "divan" denilen bir mecliste bakılırmış. Bu kadim gelenek Fatih Sultan Mehmed Hanın çıkardığı Kanunname esasa bağlanmış. Padişahlar divana başkanlık ederken sonradan bu görev sadrazamlara bırakılmış, tabii ki Padişah istediğinde başkanlık hakkı baki kalarak. Bu durum 17. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etmiş. Sadrazam başkanlığındaki teşkilata önceleri Vezir Kapısı, Bab-ı Asafi ve Paşa Kapısı gibi isimler verilmiş. “Paşa Kapısı”, sadrazamın oturduğu yere göre İstanbul'un çeşitli semtlerine taşınmış ve oraya isim olmuş. İşte bugün semt olarak bildiğimiz “Mahmutpaşa”, “Gedikpaşa”, gibi isimler oradan kalmış…              Aslan Yiğit         ŞİİR                        İçimdeki dert   Saklı gözyaşımın ardından ömrümce koştum. İçimdeki Yavuz kovdu beni öz diyarımdam. Şimdi meydanda gözyaşım, kovdum gözümden Hicran bulutu gönül diyarında vuslatımı bekler.   Yandı bağrım, el gönülde gizli kışlar yurdunda, Bahar sandım diken bahçesini senin yanında. Yıllar ölmüş, bir ben görmedim dünün yanında, Kendim, elim kendime, görmeyen yavuz kovdu beni.     Gönül dağının karı eridi gözyaşıma karıştı. Terk etti karlar bu sene bu dağın yamacını. Eylemez artık içimdeki bu Hicran yâdını, Buldum dikeni, gülü aramaya gidirem…                           Yavuz Selim Bulut     BİTKİLERİN DİLİ   KEKİK: Kekiğin faydaları saymakla bitmez. İşte bazıları:  Kekik kalp sağlığı için çok faydalıdır. Kan akışını hızlandırır, kırmızı kan hücrelerini yeniler. Olumsuz düşüncelere karşı sinir sistemini korur. A vitamini ve beta-karoten gibi flavonoidler açısından zengin olan kekik akciğer ve gırtlak bölgesinde iyi bir anti-inflamatuardır. Kekik beyin hücrelerinin sağlıklı çalışmasını sağlayıp, Alzheimer rahatsızlığına karşı zihni koruyucu özelliğe sahiptir. Kekik, uyku sorununa karşı da iyi bir müsekkindir. Bir bardak kekik çayı iyi bir uyku için iyi gelir. Soğuk algınlığında meydana gelen öksürük kekik çayı ile yatıştırılabilir. Kekik iyi bir balgam söktürücüdür. Kekik aynı zamanda iyi bir hazmettiricidir. Kekik çayı hazımsızlık ve kabızlık gibi problemleri giderir. Bağırsaklarda gaz, şişkinlik ve olası kramplara karşı koruyucudur. Kekik vücudu zindeleştirir. Bedensel ve yorgunluğu giderir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.