Kar cama değerken...

A -
A +
Kar yağıyor... Gece yarısını geçince saatler. Sokaklarda yiten araçların peşinden sürüklenen hiçliğe varan izler olacak birazdan. İşte her biri bir nazenin gibi histerik coşkularla düşüyorlar penceremin önüne. Ağaçların, çatıların tüm konturları çıkıyor meydana. Yaşadığınız yer ve periferi (çevresi, kenarı) belirginleşiyor gökyüzünden gelen beyazlıkla. Bilge kargalar, masum güvercinler, düşünceli kumrular daha şanslılar ak gerdanlı martılara göre. Hiç olmadığı kadar görünür şimdi kuşlar, sabah kuytulara ulaştığında. Kar toplarının havada çizdiği eğrinin peşinden gülecek çocuklar. Kızarmış burunlarından, yanaklarından havalanacak içlerine sığmayan neşeleri. Arabaların, duvar üstlerinin üzerindeki satıhlarda görünecek küçük parmakların süslediği avuçların izleri. Uzak yakın sokaklarda çığlıklar, kahkahalarıyla buluşacak uçuşan sevinçlerin sesleri. Kar hep mutluluk verir şehirliye. Yağmurun hafiflemiş halidir... Uçuşan, usulca düşen, savrulurken rüzgârın hakkını veren ve bir müddet kaybolmayan suretidir. Bu hâliyle tam insana göredir. Ruhunu besler, en soğuk nesne olarak soğumuş kalpleri ısıtır. Beyaz ne güzeldir siyahın üzerinde, yanında, yöresinde… Siyahı tanıtan, parlatan, gece gibi olanın içine gizlenen ışığı çıkartan beyazdır. Yükseliyor içimdeki kara kartal... De haydi bir tek beyaz daha!.. Yıllardır ilk kez hayalimde sigara yakmak ister gibi olmayan bir dumanı çektim ciğerlerime… Sıcak diyarlara aitsin sen, bilmezsin bastıkça kütürdeyen donmuş gözyaşlarının sesini. Hiç göremedim diye küserim kendime, izimin üzerine basan minik ayak izini… Olsun, düşünmek dahi güzel. Hâsılı kelam bahçedeki limon ağaçlarının üzerinde birikiyor vuslat. Ve heyhat... Siyahla-Beyaza âşıktır kalbim. Sarı saçların ve o ıslak gözlerinle oluşsan da... Bir de sana. Ama işte yine de siyahtır başlı başına... Gölgelerin gücü adına… Uzakların ufkuna, ömrümün miadına… Oldum olası sen... İnadına, inadına…         Hakan Kınay     ŞİİR                      Oldum   Gittim bu cihanın zehirinden kaçar oldum Ömrün çilesinden süzülürken beter oldum Yaktım canımın aşkını nefsin kölesiyken Ömrün çilesinden süzülürken beter oldum                                 Cüneyt Akçatepe                    Allah rızası   İyi bak her şeyin ilk sahibine, Her sadakan aslen kendine… Yok’luğun servetin olsun, Alan da bir, veren de bir, Olursa Allah rızası için olsun.                        Murat Kıraç       Sessizliğe ağlayanlar...   Ses anlatmak içindi... Tek olmaktan bir olmaya Birlikte var olmaya Dinlerken dinlenmeye Ulaşmak içindi...   Tahrip olan kulaklar, Uğultuya mahkûm beyinler, Kargaşa ortasındaki ruhlar, Sessizliğe ağlarlar.      Fatih Toprak (Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni)       TARİHTEN BİR YAPRAK   Yayalar ve Yörükler: Eyalet askerleri kategorisinde geri hizmet kıtalarındandı. Osmanlı Devleti’nin ilk muntazam yaya sınıfını meydana getiren teşkilâtta Anadolu’dakilere "yaya", Rumeli’dekilere ise "yörük" denirdi. Yeniçeri ocağının kurulup bu ocakta yaya kuvvetlerinin yetiştirilmesinden sonra yörük ve yayalar yavaş yavaş 15. yüz yıl ortalarına doğru, muharebe hizmetinden alınarak geri hizmetlerde kullanıldılar. Anadolu eyaletinin muayyen (değişik) sancaklarında bulunan yayaların, her bir ocağın başında bir yaya beyi olurdu. Her altı-yedi yayadan biri nöbetleşe altı ayda bir hizmete veya sefere gelirdi. Yayalar harp zamanında yol açmak, hendek ve siper kazmak, top çekmek, gülle, ağırlık ve zahire nakletmek; sulh zamanlarında ise ihtiyaca göre, kale tamiri, madenlerde çalışma, tersane hizmeti gibi görevlerde bulunurlardı. Harp Anadolu’da ise yayalar; Rumeli’de ise yörükler sefere giderlerdi...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.