Annemin hikâyesi...

A -
A +
Annem biz çocukken böyle anlatırdı.... Kadıncağızın birbirinden güzel üç tane kızı varmış. Üçü de peltek konuşuyormuş. Komşu evin kızları evlenip gelin gitmesine rağmen bu evin üç kızını kimse almıyormuş. Anneleri demiş ki:
-Sizi konuşmalarınız mahvediyor. Bari bugün gelen dünürcüler karşısında konuşmayın…
Kızlar sevinmiş. Evde etraf güzelce temizlenmiş. Kişisel bakımlarını da yapmışlar. Güzelce süslenip püslenmişler her biri alımlı güzel bir kız olup çıkmış.
Öğle sonrası dünürler gelmiş. Evin hanımı misafirleri karşılarken, kızlar da kendilerine yapılan tembihe sıkı sıkıya uymuş. Hatta bu hareketlerinden dolayı artı puan bile almışlar...
-Ne edepli kızlar.
-Misafirin karşısında konuşmayacak kadar mahcuplar.
-Üçü de çok güzel maşallah.
Bu arada genç kızlar hizmette kusur etmemek için de yarışıyormuş. İçeri dışarı girip çıkıp hizmet için çabalıyorlarmış.
Derken bu esnada olan olmuş. Evde misafir gelecek telaşıyla ağzı açık unutulan süt tenceresini evin kedisi yalamaya başlamış.
Kedinin sütü yaladığını gören evin küçük kızı bir an için gaflette bulunmuş. Koşarak dünürcülerin bulunduğu odaya girmiş. Annesine kedinin yaptığını haber vermek istemiş.
-Anaa ana! Kedi sütü yalaladı (yaladı).
Onun bu peltekliğinin ortaya çıkması diğer ablalarının canını sıkmış. Şimdi gerçek hâlleri anlaşılacak diye üzülmüşler. Ortanca abla bu öfkeyle kardeşine çıkışmış:
-Sölemesen noluludu! (Söylemesen ne olurdu?)
Bu sefer en büyük abla da ortanca kardeşini desteklemiş:
-Dili gicikli dulamadı. (Dili gicikli konuşmadan duramadı)
Böylece her üçü de dillerinin peltek olduğunu ortaya çıkarmış...
Hayat da böyledir bazen… Aslında insanlar başkalarının ayıbını kusurunu söyleyene kadar kendi ayıbı ve kusuruyla ilgilenilse birçok sorunlar kendiliğinden çözümlenecek. Ama çoğu insan kendi eksiğini, hatasını, kusurunu unutup başkalarının hatasını aramakla meşgul oluyor. O bakımdan meşhur sözdür:
“Elin gözündeki saman çöpünü görür de kendi gözündeki merteği görmez!”
          Fatma Betül Tuğcu
 
 
 
ŞİİR
 
                Gül hüznü
 
Gittiler, nereye gittiği bilinmeyenler.
Bizler yollara vurgunken,
Kayıp menzillerde yürek kaygısıyla,
Faili meçhul yalnızlıkların mahkûmuyuz.
 
Uzadıkça uzadı bulutlardan arda kalan resim.
Duvarlar boş artık tebessümler buruk,
Yaşlandı işte bizden önce gözlerimiz,
İçimizde eskidi tüm kelimelerimiz.
 
Ateşler içinde yanan bir yavrucak,
Yanan bir ten değil kalbimdir ancak.
Nasıl vurulduk en ince yerimizden,
Derin bir çekiş ömrümüzün baharları.
 
İçimizdeki çocuk öğrenmemeli hayatı,
Bozulmadan sürdürülmeli bu oyun.
Kanayan dizlerin acısı artık geçmeli
Yara izleri saklanmalı saklambaçlarda
 
Baharı göremezsem dört mevsimde,
Kışın ortasında bir sonbahar hüznüyle,
Koparım tutunduğum kırgın dalımdan,
Garip mevsimsiz solan bir gül hüznüyle...
 
                                Kübra Can
 
 
 
 
KELAM-I KİBAR KİBAR-I KELAMEST
(Büyüklerin sözü sözlerin büyüğüdür)
 
“Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ali'ye (radıyallahü anh);
-Ya Ali, Müslümanın iki alâmeti vardır. Birincisi; cömert olmak, ikincisi; güler yüzlü olmak. Kâfirin de iki alâmeti vardır. Hasis olmak ve çatık kaşlı olmak, buyurmuşlar...
Cömert olmak, dünyaya düşkün olmamak, bu dinin şiarındandır. Yine buyurmuşlar ki;
-Ya Ali, mercimek ye. Mercimeğe yetmiş Peygamber dua etmiş, en son İsa (aleyhisselam) bereket için dua etmiş. Bir zat varmış, çocukları karşısına alır, onlara sohbet edermiş, hanımı da ona; niye böyle yapıyorsun, çocuklara sıkıntı veriyorsun dermiş. O zat da buyururmuş ki; 
-Bu günahsız çocuklara inen rahmeti görseydiniz ayaklarının altını öperdiniz.”
         Enver Ören (rahmetullahi aleyh)
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.