Tarihî gerçekler doğru yazılmalı

A -
A +
SAPTIRILAN İKİ GERÇEK VAR Türkiye'de tarihî gerçekler, cumhuriyet rejimini güçlendirmek için saptırılmıştır. İki yönde saptırılmıştır: Osmanlı'yı mümkün olabildiği derecede karalamak ve yeni rejimi mümkün olabildiği derecede büyük göstermek... OSMANLI-ATATÜRK MÜNAKAŞASI... Konu bir Osmanlı-Atatürk münakaşasına dökülmekle büyük hatâ edilmiştir. Osmanlı'yı, Atatürk'le barışıklık içinde sunmak doğru ve ilmîdir. Zira Atatürk, son asırların büyük Osmanlı reformcuları halkasının sonudur. Tarihî gerçekler doğru yazılmalı Türkiye'de gerçek tarihin yazılması için engeller var mı? Bazı tarih gerçeklerini yazan tarihçinin başı belaya girer mi? soruları hâlâ halkımızın çok ilgisini çekiyor. Bir kısım vatandaşlarımız, tarih gerçeklerinin çarpıtılarak kendilerine öğretildiği veya telkin edildiği duygusu ile rahatsız oluyor. Hâsılı bu konu, gündemden düşmüyor... Resmî tarih ile gerçek tarih çelişiyor mu? muammâsını çözümlemek için, resmî tarihin ne idüğünün iyi açıklanması gerekir. Efendim resmî denen tarih, tarih üzerinde, o devletin görüşüdür. Bu görüş, devlet rejiminin geçmişe bakış üslûbudur. Bu üslûb içerisinde, rejimin güç kazanacağı veya gücünü koruyacağı farzedilmiştir... GERÇEKLER YAZILMALI Resmî tarih, demokrasi dışı rejimlerle yönetilen devletlerde amansızdır. Aykırı bir şey yazanın başı belâya girebilir. Demokrasilerde böyle şey olmaz. Her türlü tarih gerçeği açıklanabilir. Ama demokrasilerin de bir resmî tarihi vardır, sadece ilk ve orta öğretimde geçerlidir. Zira geleceği simgeleyen çocukları, kendi felsefesine göre yetiştirmek, demokrasilerde bile, devletin sadece hakkı değil, görevi de sayılmıştır. Demokrasilerde bu iş üniversitelere, akademilere, tarih yayınlarına uzanamaz. Profesör, akademisyen, uzman tarihçisi, istisnasız bütün gerçekleri yazabilir. Ama bunun bile sınırlaması olduğu görülür... Nasıl bir sınırlama? Tarihin bir üslûb içinde kaleme alınması gerekir. Zira tarih elbette en önemli soysal ilimdir. Ama Herodot'tan bu yana 2.500 yıldır, aynı zamanda edebiyatın bir türüdür. Tarih araştırıcısı ile gerçek tarihçinin farkı büyüktür. Olayları, kitlelerde patlama oluşturmayacak şekilde sunmak, bir kalem hüneridir. Diğer bir sınırlama bilhassa son dönemler için geçerlidir. En demokrat devletler, meselâ İngiltere, bazı tarih belgelerini ilim adamlarına açmazlar. Son asrın, hattâ son bir buçuk asrın gizli istihbarat belgelerini, ünlü BİS (British İntelligence Service) arşivini inceleyemezsiniz. Türkiye'de tarihî gerçekler, cumhuriyet rejimini güçlendirmek için saptırılmıştır. İki yönde saptırılmıştır: Osmanlı'yı mümkün olabildiği derecede karalamak ve yeni rejimi mümkün olabildiği derecede büyük göstermek... Buna bugün bazı vatandaşlarımız çok kızıyorlar. Ama bu gelişme, pek çok demokrat ülkenin tarihinde vuku buldu. Türkiye'ye mahsus değildir. Eski rejimin kötü taraflarını abartarak göstermek, yeni rejimi savunmak için şart sayıldı. Resmî tarih görüşüne ilk ilmî başkaldırı, 1941yılında, Ord. Prof. Ömer Lütfi Barkan gibi Köprülü ekolünden çok büyük bir tarihçi tarafından, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası'ndaki büyük bir makale ile yapıldı. 1941 yılında Ankara'dan küçük bir memurun telefonu ile İstanbul'da gazeteler kapatılıyordu. Bu bakımdan Prof. Barkan'ı, saygıyla ve rahmetle anıyorum. Üstelik o zaman üniversiteler, milli eğitim bakanlığının emrinde idi. Prof. Barkan bir zarar görmedi. Üstelik hemen o yıllarda Hasan Âli Yücel, doğrusu resmî tarihle hiç ilgisi olmayan İbnülemin Mahmud Kemal İnal üstâdımızın kapital eserlerini, Devlet yayını olarak neşretti. Demek sıkı rejimlerde bile, doğru bir üslûp içinde uzman, yetenekli kalemler yetişti. Ama Atatürk aleyhine, Türk milletinin en az üçte ikisini inciten, üstelik birçoğu uydurma veya abartılmış şeyler yayınlandı. Atatürk konusunda yasa çıkartıldı. Benim bildiğim kadarıyla tek kişi hakkında yasa, hukukun genel kurallarına aykırıdır. Zira Atatürk'ü incelemek, hakkında hüküm vermek tarihçinin işidir. O dönem Dünya tarihini bilmeyen bir kişi, bu işi asla yapamaz. Yanılgıdan yanılgıya düşer. Bütün Türk büyükleri için yazılan haksız yazılar ve eleştiriler, millî vicdâna çarpar. Hür irademle yazdım Binâenaleyh bugün tarihçinin tarih gerçeklerini yazamayacağı iddiasını ben kabul etmem. Zaten hiçbir zaman kabul etmedim. Aslâ gerçeklerden ve kaynaklardan ayrılmaksızın, her tarih konusunu, istediğim gibi, hür irâdemle yazdım. Bu hususta çekinen, korkan tarihçilerimiz varsa -ki vardır- bizi ilgilendirmez. Ama kalemi eline alan, hele ilim alanında bulunan bir kişinin, şu veya bu korkuya kapılmasını sempatiyle karşılamam. Bu korkunun da geniş ölçüde menfaat duygusundan ibaret bulunduğunu söyleyebilirim... İlim ve tefekkür, korkusuz kalemlerle ilerler. 6. asırda korkusuz bir Bizans tarihçisi olmasaydı biz bugün İmparatoriçe Teodora'nın biyografisini bilemezdik. Bu işin münakaşasını günümüz Türkiye'sinde yapmak, bana çok küçültücü geliyor... Kaldı ki, bugün milletten saklanan bir tarih sırrı olmadığını açıkça söyleyebilirim. Saptırmalar, ideolojik çarpıtmalar elbette vardır. Ancak, gerçekler kendini belli eder. Kitleler ve insanlar asla uzun müddet için kandırılamaz. İnsanoğlu denen üstün yaratık, olağan üstü meraklı bir varlıktır. Gerçeği öğrenmek için elinden geleni yapar... Çok açık söylemek gerekirse, konu bir Osmanlı-Atatürk münakaşasına dökülmekle büyük hatâ edilmiştir. Osmanlı'yı beğenmek, aslâ Atatürk'ü beğenmemeyi gerektirmez. Osmanlı'yı, Atatürk'le barışıklık içinde sunmak doğru ve ilmîdir. Zira Atatürk, son asırların büyük Osmanlı reformcuları halkasının sonudur. Üçüncü Selim olmaksızın Osmanlı generali Mustafa Kemal Paşa'nın aslâ Atatürk şeklinde oluşamayacağı fikrine, sanırım her tarafsız ve yetenekli tarihçi katılır. Atatürk'ü dışlayarak Osmanlı'yı sunmak, hem ilim dışıdır, hem millî vicdanca kabul görmez. Bunun gibi Osmanlı'yı dışlamak, küçültmek, hele ona hakaret etmek, ilim ve akıl bakımından sapık bir tutumdur. Osmanlı'ya karşı böyle davranan bir yayın organı ciddi tiraj kaybeder. Bir parti büyük oy yitirir. Zira yalan, yalancıya geri döner. Onun içindir ki büyük devlet ve fikir adamları, katı gerçeklikleriyle tarihe geçmişlerdir. Şimdi ben bu yazıyı yazdığım için hiçbir zarara uğramayacağım. Sadece yazımı beğenen ve beğenmeyen okuyucularım fikirlerini belirtecekler, bu da onların en tabiî hakkıdır. Bilmem, tarihi doğru yazmak meselesini çoktan aştığımızı ifâde edebildim mi?..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.