Bir sonraki felaketi kim umursuyor?

A -
A +
Milletçe huyumuz şu; gerçekleri, gerçekleştikten sonra konuşuyoruz.
Hakikatle yüzleştikten sonra gereğini yapsak yine iyi…
Kısa bir geçiş süresinden sonra yine kendi gerçeklerimize dönüp, asıl gerçeği umursamıyoruz.
Örnek mi?
Deprem mesela!
Devlet riskli binalar için “Büyük bir felaket daha yaşamadan gelin evlerinizi dönüştürelim. Size şu kadar kredi, bu kadar da kira yardımı yapacağım. Yeter ki şunları yıkalım ve yeni bir depremde facia yaşamayalım” dediğinde karşısına ne çıkıyor?
Kendi hayatı için fedakârlık yapmak bir yana, hazine arazisine kondurduğu gecekondulardan bile yüksek rant bekleyen akıl tutulması!
Siyasetin istismarı ise ayrı bir dert.
Kimi haklı, kimi haksız bu defa dönüşümü üstlenen firmaları “rant”la suçlayıp, tehlikenin bertarafını önlüyorlar.
İşte bu yüzden kentsel dönüşüm kör topal yürüyor, en başta İstanbul eli yüreğinde olacakları bekliyor.
Ölümle rant arasındaki bu tercihi hükûmet ve belediyeler vatandaşa bırakmayıp zora koşsa bu defa da oy kaybedeceği için kıpırdayamıyor.
Buna rağmen, ikna yoluyla zorlu bir dönüşüm mücadelesi gerçekleştiriliyor.
***
Ülkemizin deprem gibi bir acı imtihanı da seller.
Daha doğrusu seller değil, dere yatağına yapılan binalar, hatta şehirler.
Ya tıkanma riski taşıdığı hâlde, ayaklar üzerine dümdüz inşa edilen köprülere ne demeli?
Bakmayın CHP’nin goygoyuna, karşı karşıya olduğumuz tablo sadece bugünün meselesi değil.
En az yüzyılın derdi.
Fırsatını bulanın devlet malını gasbettiği, çarpık, çirkin, hiçbir kimliği ve estetiği olmayan ucube yapılar ve şehirler inşa eden bir topluluk olmuşuz ne yazık ki.
Bu binalarımıza nasıl yansımışsa, köprülerimizin de akıbeti değişmemiş.
Son olarak Bozkurt acı bir örnek olarak çıktı karşımıza.
Apartmanlar zaten dere yatağına dikilmiş…
Yetmezmiş gibi derenin üzerine bir de dümdüz köprüler inşa edilmiş.
Dere ıslah edilse ne fayda…
Yukarıdan selle birlikte kopup gelen ağaçlar bu köprüleri tıkayınca da o dehşetli felaketi yaşamışız bir kere daha.
Bu saçma sapan köprüler suyun önünü kesmese dereyi aşan sular bu kadar yükselmeyecek, böyle bir afeti yaşamayacakmışız aslında.
Şimdi sormamız gereken asıl soru şu;
500-600 sene önce sel riskini göze alarak bugün bile dimdik ayakta olan kemer köprüler yapan, şehirlerini kurarken bu riskleri göz önünde bulunduran medeniyet nereye gitmiş?
Selçuklu ve Osmanlıdaki mimari estetiğe sahip, komşuların bile birbirinin güneşini kesmemeye özen gösterdiği bir millet, nasıl olmuş da önceki yaptıklarının tam aksine hareket eden topluluğa dönüşmüş?
Cevap olarak, bir Selçuklunun Konya’sına, Osmanlı döneminin Bursa’sına, İstanbul’una bakın, bir de bugünün Ankara’sına…
AK Parti yine elini yüzünü düzeltmeye çabaladı, öncesini düşünün hele…
Bizim yeni kimliğimize ait estetik bir yapı var mı mesela?
Geleneksel ve modern mimariyi birleştiren bir tek Cumhurbaşkanlığı Külliyesi kazandırıldı Ankara’ya, ona da demedikleri kalmadı.
Başkenti bu durumda olan bir ülkenin köyü, kasabası, ilçesi nasıl olur?
Elbette Dereli gibi olur, Bozkurt gibi olur.
İşte bunun acısıdır bugün Bartın’da, Sinop’ta, Kastamonu’da yaşadıklarımız.
Aynı kaderi bekleyen daha kaç il, kaç ilçe, kaç kasabamız var?
Söyleyeyim, saymakla bitmez.
Peki, hiç değilse son felaketten ders çıkarıp, sıradaki bu yerleşim yerlerini boşaltabilir miyiz?
Buna artık ne devletin gücü yeter ne de vatandaş adım atar kendi rızasıyla.
Siyaset desen ayrı bela…
Zaten hükûmet bunca yılın çarpık yapılaşmasını istese de bir çırpıda düzeltemez, ama bu çarpıklığın baş sorumlusu CHP, felaketlerin istismarını yapmaktan geri durmaz!
Olan yine hepimize olur!
Gün gelir deprem yıkar, gün olur sel götürür...
Biz de acıyla kavrulur, hüzünde boğuluruz öylece!
Bu vakitten sonra hiç değilse yıkılanın yerine daha düzgününü kurabilsek o da fayda!
Nitekim Dereli’de, Elâzığ’da, Van’da, İzmir’de olduğu gibi, o da yapılmaya çalışılıyor.
Lakin bu defa da birileri “Hükûmet parayı betona gömüyor” diye ciyaklıyor.
Ya vatandaş ne diyor?
O da ayrı bir yazının konusu.
 
Not: Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde vatandaşlarımızı ziyaretinde, artık mümkün olduğunca beton yerine kemer köprü yapılacağını söyledi. Zararın neresinden dönülse kârdır. Şehirleri taşıyamasak bile hiç değilse bu kadarını yapmaya özen göstermeliyiz.
 
***************
 
Bir sonraki felaketi kim umursuyor?
Çanakkale’den defolun!
 
Bu fotoğrafı geçen hafta sonu Gelibolu’da çektim.
Yenilenen sahil yolunun hemen girişinde yazıyordu bu iğrenç, faşist yazı.
Etraftaki barlardan eğlence yükselirken, şortuyla, pateniyle yazının önünden geçen bir genç kız, alkışlarla bağırarak bu yazanı tekrarladı.
Öyle içim acıdı ki, anlatamam.
Niye biliyor musunuz?
106 yıl önce yedi düvelle kahramanca savaştığımız ve “Çanakkale Geçilmez” dediğimiz yerdi Gelibolu Yarımadası.
Ve bu yarımadadaki şehitliklerde resmî kayıtlara göre o dönem bizim topraklarımız olan Suriye’den 1.600 şehit yatıyordu.
Kimi Halepli, kimi Şamlı, kimi İdlibli…
Bunu bile bile o iğrenç yazıyı yazan da, pateniyle dolaşan kız da oraya ayak basabiliyorsa, bunu o şehitlere borçluydu.
Belki kendi dedeleri Çanakkale Savaşı’nda yoktu ama “Defolun” dediklerinin ataları orada yatıyordu.
İnsanda biraz vefa, azıcık utanma olur.
Soyağaçlarınızı mı çıkaralım kimin defolması için?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.