Öyle bir hâldeyiz ki…

A -
A +

Bir virüs nelere yol açtı.

Çöken sağlık sistemleri, tabut yetmeyen ölüm vakaları, maske savaşları, karantinalar, yağmalanan marketler, aşı kavgaları derken…

Buna bir de kuraklık ve doğal afetler eklendi…

Dünyanın psikolojisi bozuldu.

Gıda fiyatları katlanarak tırmanırken, “fiyatların daha da yükseleceği” endişesi sadece gıda ürünlerinde değil, hemen hemen bütün ürünlerde talebi daha da artırdı.

Şu an dünyaya mal yetişmiyor.

Üretimde, tedarikte ciddi sıkıntılar var.

Sanki bir dünya savaşındayız da haberimiz yok.

Bakın, otomobil fabrikaları bile ufacık bir çip yetmediği için üretim azaltıyor.

Otomobilde, inşaatta olduğu gibi, maliyetler artıyor, bu ürün fiyatlarına yansıyor.

“Bugün alayım, yarın belki alamam” paniğinin önü kesilmedikçe, işimiz zor görünüyor.

           ***

Mesele sadece bu kadarla sınırlı değil elbet.

Bir de teknoloji devriminden geçiyoruz büyük hızla.

Daha şimdiden pek çok alışkanlığımız değişti.

Parklarda gördüğünüz çocuk sayısı iki yıl öncesi ile aynı mı, daha dikkatle bakın isterseniz.

Hayat internete akarken, kuryelik gibi yeni gözde meslekler parlıyor.

Elektrikli araçların hayatımızdaki yeri artıyor.

Görünen şu ki; virüs öncesi dünya ile bu dönemin neticesinde oluşacak dünya aynı olmayacak.

İnsan hayatı yeniden şekillenirken, bunun da ciddi bedelleri olacak.

En başta gelen de yine oyun kurucuların “güç” mücadelesi!

           ***

Hiçbir mücadele masada şekillenmez…

Önce sahada kozunuz olmalı.

Ne kadarını takip ediyorsunuz bilmiyorum ama Çin ve Rusya ortak tatbikatla ABD’ye ve NATO ülkelerine gözdağı verdi.

Çin, dünyanın her yerini vurabileceği çok uzun menzilli bir füzeyi test etti.

Karadeniz’de ABD ile Rusya arasındaki dalaşma sıradan mevzu hâline geldi.

Bir gün uçak, bir gün gemi; sürekli artan bir gerilim var.

Ve bu güç savaşının neticesi olarak patlak veren bir başka başlık; enerji krizi.

ABD ile Rusya arasındaki gerilimin bedelini bu kış doğalgaz krizi ile Avrupa ödeyecek.

Şimdi bize gelelim…

           ***

Böylesine büyük bir küresel krizin tam ortasında kalan Türkiye ne yapıyor?

Pandemi sürecini, kurduğu güçlü sağlık sistemi sayesinde en az hasarla atlatıyor.

Bu süreçte ne gıda, ne maske, ne tedavi, ne de aşı krizi yaşattı vatandaşına.

Kasasını sağlam tutuyor ve gerektiğinde esnafa ve vatandaşa doğrudan destek sağlıyor.

Turizmi bu yıl dünyada ilk 5’te tamamlayacağız, büyüme rakamlarını zirvede.

Üstelik bu büyümeyi “üretimi” artırarak yapıyor, bu kriz dönemini daha fazla üretimle fırsata dönüştürmeyi hedefliyor.

Dünyayı sarsan pahalılıktan elbette kaçamaz ama enerji krizine tedbirini aldı.

Başta petrol ürünleri olmak üzere, bazı kalemlerdeki yüksek artışları kısmen kendisi karşılayarak, doğrudan vatandaşa yansıtmamaya çalışıyor.

Olanca gücüyle teknolojiye yatırım yapıyor, silahlanmada saha gücünü en yükseğe çıkarmaya çabalıyor, -ki SİHA gücüyle büyük oranda başarı yakaladı, ama çok daha fazlası gerekiyor.

ABD-Rusya-Çin-Avrupa ülkeleri arasındaki güç denkleminden korkmuyor, sahadaki iddiasından vazgeçmiyor.

Bunların başında da Doğu Akdeniz’deki haklarını korumak geliyor.

Başta Suriye ve Ege olmak üzere, çevresinden gelen tehditlere pabuç bırakmıyor.

Tatbikatla gövde gösterilerine ayniyle mukabele ediyor.

Sonuncusunu Azerbaycan ve Pakistan ile birlikte yaptı, İran çıldırdı malum.

           ***

Şunu herkese, özellikle de genç kuşağa ezberletmek lazım ki, çok daha zengin, müreffeh bir ülkede yaşamak istiyorsak, en başta Doğu Akdeniz’de bugün ortaya koyduğumuz duruşu, bütün zorluklarına ve engellemelere rağmen başarıya ulaştırmak elzem.

Güvenliğimiz için de Suriye ve Ege’yi…

Bir gün bu fırtına dinecek, geriye kazandıklarımız ve kaybettiklerimiz kalacak.

Tıpkı geçmişte kaybettiğimiz Ege’deki haklarımız gibi, bugün de Akdeniz’i kaybetme lüksümüz yok.

Üstelik, Akdeniz’e en uzun kıyısı bulunan ülke olarak…

Arap Baharı ile yönetimlerin değiştiği bütün ülkelerin Akdeniz’e kıyısı olması asla tesadüf değildi.

Aynı şekilde, Suriye’de kurulmak istenen PKK/YPG devletinin, aslında Büyük İsrail projesinin büyük adımı olacağı ve İsrail’in buraya kadar genişleyeceği de sır değil.

Büyük oyun, büyük kavga Akdeniz’de ve bunun önündeki tek engel Türkiye.

Daha doğrusu, Türkiye Cumhuriyetini yöneten Cumhurbaşkanı Erdoğan ve arkasındaki Cumhur İttifakı.

Bu sebepledir ki, bir yandan ABD, öbür taraftan Fransa, İngiltere, Rusya etrafımızı üslerle çevrelemekte.

Yunan Dışişleri Bakanı, kendi kamuoyuna açık açık “ABD, Türkiye ile sınırımıza yakın bölgelere ve Doğu Akdeniz’e büyük yığınak yapıyor, endişe etmeyin” diyor.

Geleceğimizi karartmaya yönelik bunca büyük tehdit tamtamları çalarken…

Ya Türkiye’deki muhalif bloka ne demeli?

           ***

İktidara gelirlerse Doğu Akdeniz ve Ege’den, Suriye’den çekileceklerini ayan beyan söylemekle yetinmiyor, HDP-PKK’ya, dolayısıyla bu yapının sahiplerine “özerk bölge” vermeyi, yani Türkiye’yi bölmeyi taahhüt ediyorlar!

İş birliği o kadar açık ki, muhalif blokun en öndeki ismi, geçmiş 10 yıldaki her darbe girişiminde yaptığı gibi yine kamu görevlilerini tehdit edip “18 Ekim’den itibaren sizi yönetenlerin talimatını dinlemeyeceksiniz” diyebiliyor!

Ve şu tesadüfe bakın ki, aynı tarihte iş birliği yaptıkları 10 ülkenin büyükelçileri, hapisteki adamları için Türkiye Cumhuriyeti devletini tehdit ediyor.

           ***

Bunlar ne ilk, ne de son…

Şu kadarını anlayabiliyoruz, kartları bu kadar açtıklarına göre yine bir şeye güveniyorlar.

Daha önce defalarca denedikleri türlü darbe girişimlerinin bu defa bir başka versiyonu devreye alınmış belli ki…

Başka hamleler gelmeyecekse hâlihazırda görünen, dolar operasyonu.

Şayet güvendikleri, pahalılıkla birlikte tepkileri yükseltmek ise Türkiye’de buna sebep olan “doları yükseltmek” ABD için çocuk oyuncağı.

Vatandaş sırf bu yüzden ülkenin bölünmesini, Doğu Akdeniz’deki haklarını kaybetmeyi, yapılan teknoloji ve silah sanayii hamlelerini umursamayacaksa o zaman bunca mücadele niye verildi?

Dünya bir tek pahalılıkla uğraşıyor, bizde dert bin tane.

Öyle tuhaf bir ruh hâlindeyiz ki, bildiğimiz bütün doğrular ve yanlışlar yer değiştirmiş sanki!

Muhalefetin getirmeyi vadettiği parlamenter sistem de bunun örneği.

60 sene çanımıza ot tıkayan parlamenter sistemle şu döneme yakalansaydık hâlimiz ne olurdu, 90’lardan hatırlayın.

Bunca büyük tehditle yüzleşirken, birilerinin “Amaan! Ben cebime bakarım, gerisi beni ilgilendirmez” demesi çok garip değil mi?

Allah muhafaza, tehditler gerçeğe dönüşsün, o zaman görürüz cebinizi!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.