Kavimler Göçü

A -
A +
Salgın kapsamında alınan uzun süreli kapanma kararı sonrası, âdeta Kavimler Göçü gibi büyük şehirlerden deniz kenarlarına ve ana baba ocaklarına doğru milyonların göçüne şahit olduk. Salgın artık hayatımızın her anına tesir eder hâle geldi. Kuşkusuz salgın denilen bu hakikat insanoğlunun ilk kez karşı karşıya olduğu bir husus değil, lakin ömür dediğin geçmiş salgınları yaşayıp bugünleri göremeyecek kadar kısa… Oysa salgınlar, tarih boyunca insanoğlunun hayatında radikal değişimlere sebep oldular.
Tarihler 1346 yılını gösterirken, Kırım’daki Ceneviz acentesi olan Caffa’ya saldıran Moğollar, Ceneviz gemilerine veba virüsünü bulaştırdılar. Bu gemiler vasıtasıyla Akdeniz’deki tüm limanlara veba yayıldı. İllet, 1347 yılında İstanbul, Cenova, Pisa, Venedik, Floransa ve Marsilya’yı kavurmaya başladı. Altı yıl içinde tüm Avrupa nüfusunun üçte biri bu salgından dolayı öldü, dünya edebiyatına konu oldu, tarihe notlar düşüldü. Giovanni Boccaccio’nun 1350’lerde kaleme aldığı Decamaron eseri işte bu günlerin ürünüdür.
 
Salgın ve İbn Haldun
 
İslam tarihi ve medeniyeti açısından tarihe baktığımızda yine bu dönemde Kuzey Afrika ve Endülüs vebadan kavrulmaktadır. İbn Halime Endulusi, yazdığı bir risalede Endülüs’teki Meriye kasabasında her gün ölen insanları anlatır. Keza, İbn Haldun bu salgında hem anne ve babasını hem de ders aldığı değerli hocalarını kaybetmiştir. Haldun ‘ocak söndüren’ diye nitelendirdiği bu salgından bahsederken şöyle der: “Durmadan ve sonsuz bir arzu ile ilim tahsil edinmek için didiniyor ve ders halkalarına gidip geliyordum. ‘Ocak söndüren’ çıkana kadar hayatım böyle devam etti. Salgın nedeni ile anam ve babam dâhil ayân, eşraf ve bütün üstatlar dünyadan göçüp gitti.”
Tarih, İbn Haldun’un ilim için katıldığı ders halkalarını etkileyen salgın ile, bugün okullarda derslerin işlenme içeriğine tesir eden salgın arasında, aradan geçen yüzyıllara rağmen değişen çok fazla şey olmadığını bize göstermektedir.
Salgının tedarik zincirlerine vuracağı darbenin önünü almak için nasıl olağanüstü bir mücadele verildiğini hep birlikte görüyoruz. Üretim merkezlerindeki faaliyetlerin durması, ticaretin muhtevasında meydana gelen değişimler, yine üzerinde durulması gereken önemli hususların başında gelmektedir.
 
Salgın, 1300’lerin ortasında kıtlığı ve makineleşmeyi birlikte tetikledi
 
Veba salgını Avrupa’yı vurduğunda sonuçları yüzlerce yıl sürecek değişimin kapılarını aralamıştı. Halkın ve feodal beylerin salgından korunmak için şatolara ve kuzey bölgelerine çekilmesi Avrupa’da tarımsal üretimi neredeyse durdurmuştu. Bu husus, üretimin durması ve ortamı kasıp kavuracak bir açlık anlamına geliyordu. Kıtlık başlayınca tarımda teknik gelişme ve makine kullanımı da yaygınlaşmaya başlamıştı.
Akdeniz limanlarına yanaşmak isteyen gemiler kırk gün sürecek beklemeye tabii tutulunca, güneydeki limanların ticaret hacimleri son derece kötü etkilendi. Venedik, Floransa gibi güneydeki Akdeniz limanlarının salgın nedeniyle devre dışı kalması, Avrupa’nın kuzey limanlarının oluşmasını tetikledi.
Bugün yine dünya ekonomileri salgın sebebi ile daralırken, önümüzdeki yıllarda oluşacak büyük değişimlerin de başladığını rahatlıkla görmekteyiz. Zaten üretimin merkezlerinin Batı’dan farklı coğrafyalara kaydığını, finans ve sermayenin de buna paralel yer değiştirdiğini uzun yıllardan bu yana izlemekteyiz. Salgın, âdeta bir kuvvet çarpanı gibi bu dinamiklerdeki değişimi son derece hızlandırdı ve daha da hızlandırmaya devam edecek.
 
Dış politika enstrümanı: Aşı
 
Bugün salgına karşı mücadele unsurları âdeta dış politikanın enstrümanı olmaya başladı, aşı diplomasisi ve aşı savaşları gibi kavramlar türedi. Küresel sermayenin bir numaralı destinasyonu olan Çin’in en büyük rakibi Hindistan ateşler içinde yanıyor. Aşı satışı için ilaç firmalarının satış görüşmeleri yapması kifayet etmiyor, bizzat liderler konuyu dış politika ile birlikte ele alıyor. Dünyada aşıya 2023 yılından önce ulaşamayacak milyarlarca insanın olduğunu her gün bir kez daha okuyarak öğreniyoruz.
Yukarıdaki vahim tablonun, tıpkı veba salgını sonrasında olduğu gibi, bundan sonraki yıllarda oluşturacağı değişimleri konuşmak yerine, ülke gündemini kısır tartışmalara kurban etmek bize ne kazandırır? Bize sormadan kapımızı gelip çalan ‘Küreselleşme 3.0’, nesnelerin interneti kapsamında hayatımızın her zerresine girecek 5G teknolojileri gündemimizin neresinde?
Üretim şeklimizden eğitimin içeriğine, savunma ve güvenliğin kazandığı yeni boyuttan tarımsal üretimde elli yıl sonra ulaşmamız gereken noktaya kadar birçok konu toplumsal farkındalık oluşturacak şekilde üzerinde yazılıp çizilmesi gereken hususlar değil mi?
Osmanlının yeni ticaret yollarının oluştuğu bir dönemde dünyadaki değişime ayak uyduramadığı çok yazılıp çizilen bir konudur. Bu değişime ayak uyduramaması, Avrupa’da başlayan endüstri devrimi, sömürgecilik vasıtasıyla dünyanın her noktasından zenginliğin Avrupa’ya akması Osmanlıyı rekabetten düşürmüştü.
 
Her imkân bir imtihan, her imtihan bir imkândır
 
Soğuk Savaş sonrası tarih, önümüze farklı fırsatlar ve imkânlar sunuyor. Bu dönemde salgın gibi bir illetin dahi bir imkâna dönüşmesi muhtemeldir. Ama tüm bu imkânlar aynı zamanda bir imtihanı da bize dayatmaktadır. İmtihanımız ise iç gündemi kısır tartışmalara, ekonomiyi popülist söylemlere kurban vermemekten ve iç cepheyi tahkim edecek yapıcı bir lisandan geçmektedir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.