Akşener grup toplantılarında Marseyyez de çaldırsın

A -
A +

Geçtiğimiz hafta içinde İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, grup toplantısında yaptığı değerlendirmede Osman Kavala'nın ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırıldığı Gezi Davası'nda çıkan kararlara sert tepki gösterdi.

Mahkemelerden çıkan kararların eleştirilmesi sadece Türkiye’ye mahsus bir olay değil. Daha birkaç ay evvel Trump’ın yüksek mahkemeye atadığı üyelerin siyasi iz düşümleri, Amerikan kamuoyunda hararetle tartışılıyordu.

Bizde de yıllardır mahkeme kararları her parti tarafından zaman zaman sert eleştirilere maruz kalır.

Bu açıdan Akşener’in eleştirilerini bir dereceye kadar anlamak mümkündür. Oysa benim üzerinde durmak istediğim Akşener’in konuşmasında geçen şu cümlelerdir.

Bugün meselemiz istibdat karşısında, hürriyet için dik durabilme meselesidir. Çünkü, 1908’de istibdata karşı koyan ruh neyse, Gezi de odur. 31 Mart’ta, meşrutiyeti yıkmaya kalkışan darbecilerin, karşısında duran irade neyse, Gezi de odur. Demokrasi için seferber olan, o günün Türk gençleri neyse ağacına, parkına ve heykeline sahip çıkan, Gezi’deki Türk gençleri de odur.

Buradan, bir kez daha ilan ediyorum: Parola vatan, işareti namus! Kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm! Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret”

Sanırım ‘uhuvvet’ ya o an yaşanan heyecan içinde unutuldu ya da özel bir sebep ile metne konulmadı.

Akşener’in bu konuşmasından, Sultan II. Abdülhamid devri ile günümüz arasında benzerlikler kurulmaya çalışıldığını anlıyoruz.

İki devir birbirine benzetilerek, sloganlar dahi aynı şekilde atılıyorsa, o zaman yolların ayrılma noktasına gelinmiş demektir. Hükûmetin de bu konuyu özenle ele alması elzemdir.

Maalesef Türkiye’de 1908-1919 arasında yaşananlar son derece kısıtlı öğretilmek ile kalmamış, herkesin meşrebine göre konuyu değerlendirdiği bir dönem hâline de dönüşmüştür. Askerî lisede okuduğum yıllarda, tarih öğretmeninin Abdülhamid’e övgü içeren bir ödev kabul etmeme gayretini ve ısrarını daha dün gibi hatırlamaktayım.

 

Davutoğlu ve Karamollaoğlu neden sessiz?

 

Akşener’in bizzat 1908 tarihini vererek, Sultan Hamid dönemini Erdoğan’ın dönemi ile mukayese etmesi ve Abdülhamid düşmanlarının attığı slogan olan ‘kahrolsun istibdad’ naralarını atmasına karşı Davutoğlu ve Karamollaoğlu neden sessizler?

Davutoğlu daha iki ay kadar önce Fatih Altaylı ile katıldığı bir programda “Erdoğan demokratik bir ülkede bir imparatorluğun son aşamasındaki birliğini koruyan bir lider değil. Sultan Abdülhamid’le sonrasındaki dönemdeki aydınlara ve çoğu da Sultan Abdülhamid’i geçmişinde desteklemiş aydınlara da yapılmış bir haksızlık bu. ...Bu karşılaştırma yanlış bir karşılaştırma...

O bakımdan bugünle karşılaştırılmasını da yanlış görürüm. Buradan hareketle bir siyasi senaryo, bu bir kara propaganda.” diyordu.

Hatta Davutoğlu bu ifadelerinin sonrasında, bu tür yaklaşımların sübliminal mesajlar içerdiğini ve bunun zamanında FETÖ tarafından uygulanan bir yöntem olduğunu söylüyordu.

Madem bu benzerliği ortaya koymak Davutoğlu’nun ifadesi ile yanlış bir karşılaştırma ve kara bir propaganda, anakronik hatta FETÖ tarafından zamanında uygulanan bir yöntem, o zaman Davutoğlu, Fatih Altaylı’nın programında gösterdiği celalli tavrı Meral Akşener’e neden gösterip bu bir FETÖ yöntemi demiyor?

Değerli tarihçi Murat Bardakçı’nın, Ahmet Davutoğlu’nun bu açıklamalarına karşı kaleme aldığı ‘Eski bir başbakan hakkında bunları yazmayı hiç istemezdim ama Ahmet Bey beni mecbur bıraktı’ başlıklı yazısını da bu vesile ile sizlere bağlantısını sunmuş olayım(*)

 

Dönelim Meral Akşener’e

 

Madem 1908’de yaşananları Erdoğan dönemi üzerinden tekrarlayacaksınız, biz de soralım, Manastır Meydanı’nda II. Meşrutiyet’in ilanında okunan Fransız Millî Marşı Marseyyez’i de coşku ile grup toplantınızda okuyacak mısınız?

Yoksa ‘Ezmânın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz’ diyen Mecelle’nin 39’uncu kaidesi gereği, zamanın değişmesi ile hükümlerin de değişeceği inkâr edilemez diyerek, Marseyyez yerine The Star-Spangled Banner mı okuyacaksınız?

Star Spangled Banner ne mi?

Ona da bir zahmet siz bakıverin…

 

Sizin Şemsi Paşa’nız kim?

 

Peki 7 Temmuz 1908 tarihinde Manastır Postanesinde Devlet-i Ali’ye hazırladığı raporunu ulaştırmak maksadıyla giden Şemsi Paşa’yı, kahrolsun istibdat şiarı ile kalbinden vuranlar da sizin ifadenizle ‘meşrutiyeti yıkmaya kalkışan darbecilerin karşısında duran irade’ kapsamında mıdır?

Evet ise, sizin de devletin paşasını katledecek Atıf Kamçıl’ınız var mı?

Peki siz de kendi Atıf Kamçıl’ınızı, Şemsi Paşa’yı şehit eden tetikçi Atıf Kamçıl’ı zamanında hem Osmanlı Meclis-i Mebusanında hem de TBMM’de vekil yaptıkları gibi kendi partinizden vekil yapacak mısınız?

Bu can yakıcı suallerin cevabı yoksa, 1908 tarihini vererek ve birebir benzetmeler yaparak ‘Kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm! Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret” naraları atmaktan imtina etmeniz gerekir.

Aksi takdirde iktidara geldiğinizde ders kitabı yapma vaadi verdiğiniz Afet İnan’ın ‘Medeni Bilgiler’ kitabından bir daha bahsedemediğiniz gibi, bu konuyu da sessizliğe gömmek zorunda kalırsınız.

Bu konuları gündeme getirmediğimiz ve Meral Akşener’in alkışlara boğulan konuşmasının muhtevasını ve o tarihlerde yaşananları milletimize eğrisiyle doğrusuyla öğretmediğimiz takdirde, kim Ömer Halisdemir kim Semih Terzi karıştırmış oluruz.

 

Meşrutiyet’in ilanı ve Manastır Meydanı’nda okunan Marseyyez Marşı

 

Meşrutiyet’in ilan edildiği günlerde Manastır’da Mekteb-i Harbiye Ders Nazırı olan Vehip Bey meşhur konuşmasını yaptıktan sonra, şehir parkında üç yüz kadar Osmanlı zabiti bandoya zorla Fransız Millî Marşı Marseyyez’i (Marseillaise) çaldırmışlardı.

İçinde ‘Sizin için Ey Fransızlar’ ifadeleri de geçen Marseyyez, o günlerde Osmanlı topraklarında sadece bir ulusun marşı olarak görülmüyor, hürriyete dair bir marş olarak da okunuyordu ama bir ordunun zabitlerinin başka bir ulusun marşını Manastır Meydanı’nda bando ile birlikte okuması ne ile izah edilebilir?

İşin kötüsü son pişmanlığımız da fayda etmez.

Haydi ona da bir örnek verip yazımı bitireyim.

Hakikat ile algılar arasındaki farkı bilmeden gafil bir şekilde Marseyyez Marşı’nı yıllarca söyleyen bir karakterin pişmanlığını sizlerle paylaşayım.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Sahnenin Dışındakiler’ romanı.

Tanpınar’ın romandaki kahramanlarından Cemal, Babıâli Yokuşu’nda bir işgalci Fransız birliğini Marseyyez söyleyerek askerî nizamda yürüdüğünü gördüğünde, ağzından şu cümleler dökülür:

Daha Babıâli yokuşunda, süngü takmış bir Fransız kıtasının, başlarında mahut Marseyyez, muntazam bir yürüyüşle yukarıya doğru çıktığını gördüm. Bu ihtilal ve insanlık türküsü bir işgal müfrezesine hiç yakışmıyordu.

İçim garip bir isyanla dolu ters yüzü döndüm ve bir tramvaya atladım. Fakat bindiğim tramvay onlara Çarşıkapı’da yetişti.

Bu sefer La Madelon…

Madelon’u, dinlemeye mecbur kaldım. Sonradan yaptıkları harp edebiyatında o kadar adı geçen bu türkü, tüylerimi diken diken etti. Bunlar haddizatında belki güzel şeylerdi. Fakat benim İstanbul’umda ne işleri vardı?

Biz harbe girmekle hata ettikse, onlar bu muameleyi yaparak bu hatayı devam ettirmeli miydiler?”

İşte böyle.

Bilinçsizce attığın sloganları, söylediğin marşları, avuçların patlarcasına alkışladığın sözleri, bir gün seni işgal edenin ağzından duyduğunda ayılırsın, ama iş işten geçmiştir. 

 

(*) https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/3332638-eski-bir-basbakan-hakkinda-bunlari-yazmayi-hic-istemezdim-ama-ahmet-bey-beni-mecbur-birakti

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.