Mavi gazetenin ağızlarda bıraktığı biftek tadı...

A -
A +

18 yıllık yayın hayatından sonra Radikal gazetesi geçen hafta kâğıttan, dijital yayına geçti. Bunun bir geçişten çok bir veda olduğunu gazetenin son sayısındaki veda yazılarından görmek mümkündü. Onlardan birinin arasına sokuşturulmuş bir kupürde gazetenin ilk sayısının manşeti görünüyordu.
"Darbenin iki şartı". 13 Ekim 1996 günü çıkmaya başlayan Radikal'in ilk manşeti. Refahyol iktidarının darbe tüneline doğru ilerlediği günlerdi. Erbakan'ın Batı'yı da tedirgin eden, askerleri, laik medyayı ayağa fırlatan, dış gezisinden, Kaddafi'yle çadır hadiselerinden kısa bir süre sonra...
O kupürden okunabildiği kadar manşetin spotunda şöyle yazıyordu: Türkiye Büyük Millet Meclisi himayesinde düzenlenen uluslararası toplantıda, en üst düzeyde görevli bir general "Halk çağırırsa ve dış dünya da buna uygunsa darbe yaparız" dedi.
Cüretin böylesi. Adı Radikal olan bir gazetenin ilk manşetindeki dingilliğin de...
18 Ekim günkü Radikal'in beşinci manşeti ise "Etekliğin itibarı"ymış. Refahyol hükümetine yönelik gensoruya hayır diyen Eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in "oyumu beğenmezseniz etek giydirin" sözleriyle dalga geçerek... Taze gazetenin genel yayın yönetmeninin yazısının başlığı da: Tak şak Paşa'nın eteklik sorunu...
Halbuki, çıkışının haber verildiği "O bir radikal" reklam kampanyasında Said Nursi'yle, Nazım Hikmet'i yan yana kullanmış bir gazeteydi vadedilen.
Reklam ajansından çıkma Radikal adını "İnsan haklarının ve çoğulcu demokrasinin eksiksiz biçimde hayata geçmesini talep etmek, Batı ülkesinde 'normal' olabilir ama Türkiye'de bunları savunmak bizi 'radikal' yapar" diyerek doldurmaya çalışan...
Radikal'i radikal yapan ise zamansal bir tesadüftü. Taraf'ın çıkmasıyla birlikte Ergenekon soruşturmalarının başlamasındaki tesadüfü andıran bir tesadüf.
Radikal çıktıktan 21 gün sonra Susurluk kazası oldu.
Olayın basit bir kaza değil, bir karanlık ilişkiler ağının ortaya çıkışı olduğunu ilk keşfeden Radikal'di. Diğer gazeteler henüz uyanmamışken Radikal ertesi gün Karanlık İlişkileri ima eden bir manşetle çıkmıştı.
Veda yazılarından öğrendiğimize göre kazanın olduğu akşam gazetede olan tecrübeli isimler Mehmet Özbay'ın aslında Abdullah Çatlı olduğunu fark etmişti. Sonraki günler mafya-siyaset-polis üçgeni adı verilecek ilişkiler ağını Türkiye Radikal'den öğrendi.
Mafya-siyaset-polis üçgeni tanımını ise Perinçek grubundan. Çünkü Susurluk sürecinin o günlerdeki esas bilgi kaynağı, deşifre merkezi Aydınlık grubuydu. Susurluk kazası sonrası başlayan sivil itaatsizlik eylemlerinin en sivri ismini de hatırlayalım: Fatih Altaylı.
Susurluk'un bir kaza olmadığına hâlâ inananlar var. Ama şüphe edilmeyecek tarafı kazadan sonra Susurluk'un devlet içi bir tasfiye operasyonu olduğuydu.
Özellikle askerler, 1993'ten sonra devlette PKK ile mücadele için güç kazanmış bir yapıyı Susurluk'la tasfiye ettiler. Ordu net biçimde bu tasfiye sürecinin arkasında durdu. Sistem içi bir restorasyon yaşanıyordu. Kirli, karanlık, eski Türkiye askerler tarafından tasfiye ediliyordu. Ordu, çeteleri ortadan kaldırıp, Kürt meselesini de çözüp (o yıllarda TSK ile Öcalan arasında başlayan dolaylı temaslar) Atatürkçülüğün daha batılı ve laik bir vesiyonunu, Avrupa Birliği ile tahkim etmek istemekteydi. Ordunun hükümeti devirmek için kurduğu yapının adı bile Batı Çalışma Grubu'ydu.
Ama bir engel vardı: İktidardaki İslamcılar...
1 Şubat 1997 günü solun önderliğinde başlayan, Radikal'in de yayınlarıyla destek verdiği "Bir dakika karanlık" eylemlerinde saat: 21.00'de ışıkları kapatıp açanlar arasında Ankara'daki askerî lojmanlar da eklendi. Eylem, kısa bir süre sonra Refahyol karşıtı eylemlere dönüştü.
Radikal Susurluk karşıtlığının yolunun 28 Şubatçılıkla buluştuğu noktadaki katalizörlerden biri oldu.
15 Şubat 1997 günü Radikal İslam Faşizmi manşetiyle çıktı. Meşhur 28 Şubat MGK toplantısından sadece 13 gün önce.
Ortada bir haber yoktu, öfkeli bir editoryal yazı vardı. Manşet, o aralar "ne darbe ne şeriat" diye 3. Yolcu pozisyon almış gazetenin potansiyel solcu okurlarını aklını çelmek, "darbeyle sizi korkutuyorlar ama İslam faşizmi daha tehlikeli"ye ikna etmek için atılmıştı:
"Türkiye tarihinde bir daha 12 Eylül 1980 yaşanmasın diyenlerin kulakları barış/uzlaşma/eşitlik/kardeşlik yalanlarıyla dolu. Kimse yanlış hesap yapmasın, kulakları yalanla dolu olanların çoğunlukta olduğunu unutmasın. Koskoca bir halkın 'parlamento aritmetiği' ile sonuna kadar kandırılabileceğini sanmasın. (...) Onlar var ya onlar; alkolü, sinemayı, müziği, resmi, heykeli, baleyi, dansı yasaklamayı özlüyorlar. Kadınların kapanmasını, evde oturmasını, pantolon-etek giymemesini, yüzmemesini ve hatta kahkaha ile gülmemesini istiyorlar. Düşledikleri/özledikleri/ öngördükleri rejimin adı doğrudan faşizmdir. İslam faşizmidir..."
Radikal'in radikalliği ve demokratlığı, Türkiye'yi AB'ye taşımak isteyen ama bunun için İslamcıları ortadan kaldırmaya çalışan Batı Çalışma Grubu aklına yakın bir yerde durdu.
O akıl, Mehmet Ali Kışlalı ile Murat Belge'nin, Gündüz Aktan, Mine Kırıkkanat, Türker Alkan, Namık Kemal Zeybek ile Perihan Mağden'in aynı anda bulunabildiği bir dengecilikte salınıp durdu.
Ama özenle, Cumhuriyet okuru Kemalist orta yaşlı anne babaların, kendine milenyumda Kemalist demeyi şık bulmayan ama cumhuriyet değerlerine gönülden bağlı solcu  evlatlarının en Radikal kaçamağı olma vasfını korumaya çalıştı.
Değerli Marx'la sevgili Atatürk arasında kalmışların Radikal sesiydi gazete.
Milliyetçilik karşıtlığı, azınlıkların sorunları, Kürt meselesine duyarlılıkla örtülmeye çalışılan da laiklerin esas büyük sınavı dindarlar ve dindar siyaset karşısındaki geleneksel Kemalist duyarlılıklardı.
Ama büyük kriz anlarında o öz hep geri döndü. AKP iktidarının ardından Rejim-İslamcılar arasındaki kırılma anlarında da Radikal, ya ortada durdu, 3. Yolculuk yapacak bir kılçık buldu ya da utangaç biçimde sistemden, laik kesimlerden yana tavır aldı. 27 Nisan'da, Gezi'de, 17 Aralık'ta...
Radikal'in 27 Nisan muhtırasına giden yolda Cumhuriyet Mitingleri'ni coşkuyla karşılayışının gazeteyle aramdaki bağı kopardığını net hatırlıyorum. İzmir'deki miting için attıkları "Deniz mavi, yer kırmızı" manşetinde daha fazla kendilerini tutamamışlardı:
"Cumhuriyet mitingleri zinciri, Ege'de ihtişamlı bir günle veda etti. Bayrak kızılı kalabalık saat 16.00 sıralarında dağılmaya başlarken, hep bir ağızdan söyledikleri Onuncu Yıl Marşı Ege Denizi'nde yankılanıyordu."
O öz hep gazetenin tepesinde asılı durdu. Cemaat kökenli bir GYY'nin bile dokunamadığı, dokunmak da istemediği esas özdü o.
Gazetenin uzun yıllar Ankara temsilciliğini yapmış Murat Yetkin'in bir ilkokul kompozisyonundaki kadar saf bir Atatürkçü tarih bilgisiyle yazdığı son 19 Mayıs yazısının sonu şöyle bitiyordu: "İşte bu yüzden Cumhuriyet 100'üncü yılına ilerlerken laik ve demokratik özelliklerini koruması bunun hukukun üstünlüğü ile zenginleştirilmesi büyük önem taşıyor. Aksi, Türkiye'yi yeniden doğu toplumlarının karanlık belirsizliğine itecektir..."
Bu 18 yıl önce Radikal çıkarken, bir Batı Çalışma Grubu toplantısına hakim olan Türkiye vizyonundan farklı değildi. Kemalist sistem içinde demokratik bir restorasyon, cumhuriyet değerlerini koruyarak Batılaşma vizyonu. Milliyetçilik ve Kürt meselesiyle yüzleşilirse Türkiye solunun ısrarla buna ekleyeceği bir artı vizyon da yoktu.
Aslında Radikal'in temsil ettiği radikal değil, tam aksine bir evrimci, muhafazakâr değişim vizyonuydu. Ama mavi gazeteyi okuduğunuzda size Radikal, devrimci bir tad veriyordu. Gönüllü bir tercihti bu. İnsani bir sürü dertten, yüzleşmeden kurtaran bir tercih. Mavi hapı içip Matrix'te kalan Cypher'in yediği bifteğin gerçek olmadığını bilmesine rağmen damağındaki o sahte tadı tercih etmesi gibi.
O yüzden Radikal'in veda pastasını kesme işinin 27 Mayıs darbesinde Kızılay'a çıkmış ilk askerlerden biri olan, 9 Mart'ta cuntacılarının kabinesinde yer almış, iyi bir Kemalist ve iyi bir sosyal demokrat olan eski CHP Genel Başkanı Altan Öymen'e düşmesi gayet isabet olmuş. Son dönemde geriye haber musluklarını ve ümitlerini cemaat polisi vanalarına bağlamış, aralarında açıkça CHP amigoluğu yapanların da olduğu öfkeli yazarların tek sesli bir Radikal'i kalmıştı.
Yine de her zaman şık ve özenle hazırlanan, zaman zaman iyi habercilik yapan, her zaman okunacak bir şey bulunabilen tabii telifli ilk yazılarımı basmış gazeteyi özleyeceğim. Her hafta çirkin bir fotoğrafımın altına sövgü yazılarının çıktığı gazeteyi değil ama.
Mavi hapın bile artık o tadı veremediği, hapların derde çare olmadığı günlerde gazetenin kapanması da sadece bir tesadüf olmamalı.
Okurları için üzgünüm, muhtemelen internet artık aynı biftek tadını vermeyebilir...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.