25.04.2011 - 01:00 | Son Güncelleme: 25.04.2011 - 01:00
Tat bulamazsan o da kendi noksanın...
Abdülhak Hamid Tarhan devrinin kuvvetli şairlerindendi.. Kendisine şair-i azam lâkabı takılmıştı.. Aynı zamanda devlet adamıydı.. Ancak şemali klâsik Osmanlı fotoğrafına uymuyordu.. Çenesindeki top sakalı, yuvarlak ve tek çerçeveli gözlüğüyle Fransızları andırıyordu..
Abdülhak Hamid Tarhan devrinin kuvvetli şairlerindendi.. Kendisine şair-i azam lâkabı takılmıştı.. Aynı zamanda devlet adamıydı.. Ancak şemali klâsik Osmanlı fotoğrafına uymuyordu.. Çenesindeki top sakalı, yuvarlak ve tek çerçeveli gözlüğüyle Fransızları andırıyordu..
Abdülhak Hamid, Servet-i Fünuncu bir şairdi.. Bir başka deyişle, şiiri Arap ve Fars edebiyatından kopartmak isteyenlerdendi.. Recaizade Mahmud Ekrem, Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret gibi şairlerle birlikte hareket ederdi..
1885 yılında Hindistan-Bombay sefiriyken eşi Fatma Hanım hastalanır ve ailece İstanbula dönme kararı alırlar.. Fatma Hanım, uzun vapur yolculuğuna dayanamaz ve Beyrutta vefat eder.. Hanımını çok seven Abdülhak Hamidin dünyası yıkılır.. Merhume Beyrutta defnedilir.. Bunun üzerine üstad bugün bile dillerden düşmeyen MAKBERi yazar..
Makber, daha sonra Rast makamında Mehmet Baha tarafından bestelenir ve gazel olarak okunur.. Makberi en iyi okuyanlar ise rahmetli Hafız Burhanla rahmetli Hafız Sami olmuştur..
Yeri gelmişken Makberi şöyle bir hatırlayalım;
Her yer karanlık pür-nûr o mevki/.. Mağrip mi yoksa makber mi yâ Râb/.. Ya habgâh-ı dilber mi yâ Rab/.. Rüya değil bu, ayniyle vâki/..
Kabri çiçekten bir türbe olmuş/.. Dönmüş o türbe bir haclegâhe/.. Bir haclegâhe dönmüşse türben/.. Aç koynunu aç, mâ-şukanım ben/..
Abdülhak Hamid daha sonra İstanbula döner ve oldukça hareketli bir hayat sürer, ardından peş peşe evlilikler yapar..
Yıllar geçer, Abdülhak Hamid yaşlanır, hastalanır ve Teşvikiye Şifa Yurduna yatırılır.. Sevenleri ziyaretine gelir.. Bunlardan biri daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı da yapmış olan Hasan Ali Yüceldir..
Abdülhak Hamid hastalığından dolayı çok sıkıntılıdır ve ümitsizdir..
Sorar Hasan Ali Yücel;
Hocam, nasılsınız?..
Abdülhak Hamid, keyifsiz bir biçimde cevap verir;
Tat yok gecesinde gündüzünde,
Neyleyeyim bu yeryüzünde..
İfadeden anlaşıldığı gibi üstad hayli bedbindir..
Bu olay 1936 yılında yaşanmıştır ve Hasan Ali Yücel o sıralarda CHP İzmir Milletvekilidir aynı zamanda da devrin yarı resmi ajansı konumunda bulunan Cumhuriyet Gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır.. Abdülhak Hamid Tarhanla aralarında geçen konuşmayı ertesi gün tecessüsler isimli köşesine taşır..
Hasan Ali Yücelin yazısını İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy da okur.. Kendisi de hayli hasta olan ve o senenin 27 Aralık günü vefat eden Mehmet Akif, bu yazı üzerine bir şeyler karalar ve talebesine şöyle söyler; evlâdım al bu zarfı doğruca Teşvikiye Şifa Yurduna git, orada yatan Abdülhak Hamid Beye ver!. Acil şifalar dilemeyi de unutma!..
Talebe doğruca Abdülhak Hamidin yanına gider ve efendim, hocam Mehmet Akif, size selâmlarıyla birlikte şifa diledi der ve zarfı verir..
Abdülhak Hamid, zarfı açar, hem okur, hem de dalar gider..
Şöyle yazmıştır büyük şair Akif;
Tadı vardır ruz-i şebi deryanın,
Tat bulamazsan o da kendi noksanın..
Ne müthiş, ne ibret dolu bir ifade..
Tabiî ki anlayana..
Ölmüşlere rahmet..
Kalmışlara selâmet..