Arkanızda bir takırtı koptuysa, değmesin yağlı boya

Düzenleyen:
Arkanızda bir takırtı koptuysa, değmesin yağlı boya

KÜLTÜR - SANAT Haberleri

Usta, müşteriye “sen işini söyle yeter” der, gerisine karışma. Öyle ya kiminin yükü narindir, kiminin ki kaba.

İrfan ÖZFATURA

Hatırlar mısınız bilmem 40 yıl evvel Eminönü ve Cağaloğlu at arabalarının işgali altındaydı. Arabacılar hayvanları gölgelere çeker, boyunlarına yem torbası asarlardı. Yerler fışkı içindeydi, at sinekleri kovmakla gitmez, musallat olurlardı adama. Anadolu’da istasyon önlerinde ve garaj kapılarında faytonlar yatardı, kabzımalın yükü, tüccarın malı yaylılarla ulaştırılırdı sağa sola. 

Sokak sütçüleri, zerzavatçılar, at arabası kullanır, fırıncılar somun kasalarını taşırlardı branda altında. Yazlık sinemaların çığırtkanları tatar arabalarına kurulur ve “dikkat, dikkat” diye başlarlardı anonsa. “Seneninnn en şahaser filmi. Başrollerde Ayhaaa Nışık, Gökseee Larsoy, Cüneyyy Tarkın, Filiii Zakın! Renkli Türkçe sinamaskop! Kavga, macera, tantana!”

ECDAT YADİGÂRI 

Sultan Fatih zihnindeki topları Edirne’de döktürürken şüphesiz nakliyesini de düşünmüştü. Ona göre yük ne kadar ağır olursa olsun götürecek bir tekerlek bulunurdu mutlaka. Topkeşan beygirlerini, mandaları, katanaları bağlar, memleketin öbür ucuna ulaştırırdı icabında. 

Avrupa’da ise bu işe Macarlar kafa yorar. Atilla’nın torunları kupayı, iskelete yaylar, kayışlarla bağlar, sarsıntıyı azaltırlar. O yıllarda Koçi şehri arabalarıyla ün salar. De ki Detroit. Yani o kadar.
Türk dediğin iki adımlık yola bile atla gider, hanımlar ise ipek astarlı, kadife yastıklı arabalara kurulurlar. Üstleri deri tente, tabanda çuhalar, halılar… 

Araba toparlayan usta, önce müşterisini oturtur, bi kahve ısmarlar. “Sen” der “hele ne istediğini söyle bana. “Öyle ya kiminin yükü narindir, kiminin yolu tarla. Biri derelerden geçer, öbürü silkelenir taşlı yollarda. 

Eğer “patatiz soğan” satıyorsan sana bir “tam çarklı” yapar, bunların manevrası güçlüdür, daracık sokaktan geriye döner kolayca. Çiftçiysen uzayan kısalan bir araba çakar ki dağ gibi samanı sarasın rahatlıkla. Akhisar havalisi bostancıdır malum, meşhur Kırkağaç kavunu ocak ayına kadar dayanır ama zedelenmemek kaydıyla.  Yani sarsılmadan taşınmalıdır, bunun içinde ne lazımdır peki? Yumuşacık bir araba. Odun kömür, kum kireç taşıyan araba esnemese de olur, yeter ki ezilmesin yükün altında.

FORD DA KİM YAA?

Henüz Henry Ford seri üretimi keşfetmeden bizimkiler imalatı oturturlar. Dingilci dingilini, tekerci tekerini yapar, boyacı, nakkaş, saraç herkes işine bakar. 

Atölye sahibi teslim günü arabanın okuna küçük bir şeytan kantarı bağlar, ufak ufak çekmeye başlar. Eğer yarım kiloluk bir güçle araba kıpırdıyor ve 250 gramlık bir kuvvetle peşine takılıyorsa (f=m.a) tamam demektir. Aldığı para helal olsundur ona.  

Normalde bizim arabalarımız 250 kilo filan taşır, fazlası yorar. Arabacılar oturup kalkandan bile rahatsız olur “hoplama dingil kırılır” buyururlar.

YARIM ASIR DİLE KOLAY

Nazif usta doğma büyüme Akhisarlı, yaşı 65 civarında. Kendini bildi bileli araba yapıyor. “Eskiden her evin arabası vardı” diyor, “Akhisar yaylıları çok tutulurdu Anadolu’da. Çünkü bizimkiler çalparalıydı, yürüdü mü defler ziller dövülürdü âdeta. Ustalarımız arabanın tokuşan noktalarına hususi çelik plakalar koyardı, Arnavut kaldırımlı yollarda başlardı zılgıta. De ki tekerlekli orkestra! Düğün derneklerde sünnet cemiyetlerinde arabalar şakırtıyla geçerlerdi, şenlik şamataydı başlı başına. Bazen yeni yetme gençler toplaşır şehri dolaşırlardı, gülüş, çığrış, curcuna. Ne büyük fiyakaydı ama.”

¥ Peki ustam şimdi dışarıdan bir araba geçse Akhisar işi olup olmadığını anlar mısın bakmadan?

Ben zaten anlarım da cümle alem anlar. Kulağı duysun yeter, halk aşinadır onun sedasına. Bizim nallarımız da farklıdır, mıhın başı yuvasına gömülüp sıfırlanır, demir yekpare vurur taşa. Hayvanın da hoşuna gider, şak şuk, şak şuk ritm tutar âdeta. 

¥ Şimdiki gençler de egzoz deldirtiyor, motosiklet bağırtıyorlar. 

Hiç de hoş gelmiyor kulağa. O zamanlar iyi ressamlar vardı, kasayı güllerle, göllerle donatırlardı. Karpuz dilimleri, elmalar, narlar, dereler, sahiller, yalılar, artık ne istersen, hayale sınır konulmaz. Tekerlekleri allı morlu boyar, beyaz şerit geçerlerdi yanaklara. Başlıkların üstündeki bakır tasları (jant kapağı diyelim) kavülle silip parlatırlardı ki alev alev yanardı âdeta. Şimdi kahvede oturuyoruz, tıngır mıngır araba girdi sokağa. Uzaklaşıncaya kadar sohbet kesilir, hayranlıkla bakılırdı ardı sıra. Yaşlılar maşallah derlerdi duyura duyura. 

Tekere çember geçirileceği zaman komşu ustalar da gelirdi yardımımıza. Bunu ısıtır kıskaçlarla çeke çeke oturturlar. Ahşap bir miktar yanar hatta. Soğuyunca demir çember daralır ispitleri sıkar toparlar. 

¥ Ne zamandır sanatın içindesin?

50 yıl evvel başlamıştım 1966 yılında. O zamanlar çok itibarlı meslekti, hangi kızı istesen verirlerdi sana. Babam beni Ustam Süleyman Türel’e teslim etmişti hiç unutmam. Rahmetli bize sadece mesleği değil insanlığı da öğretti. Gelenin kılığına kıyafetine bakmayın derdi, bilemezsin gönlü zengindir belki. Sözü senetti, “O ki biz Muhammed-ül emin adıyla maruf bir peygamberin ümmetiyiz, dürüst olacağız” derdi. Hayatımda babam kadar yer etti. (Burada dudakları titriyor gözleri doluyor) Mekanları cennet olsun. Ahilik ahlakını diri tutan sanatkârlardı onlar.  

BİR BİZ KALDIK

Sıcak demirci Kenan Yıldırım ise “Eskiden Akhisar’da belki elli atölye vardı” diyor, “Şimdi sadece biz kaldık, bitmiş bir sanatı yaşatmaya çalışıyoruz. Kolay değil fayton dediğin bir ayda çıkar anca. Tamamen el emeği,  göz nuru. Yay ve rulman hariç fabrikasyon hiçbir şey bulunmaz. Feneri de kendimiz yapıyoruz hatta. Dünyanın her yerine ihraç ediyoruz. Amerika’dan tutun Rusya’ya. İngiliz kraliyet ailesinden, Şili Genel Kurmay Başkanına... Kar kızakları ve seyyar dükkanlar da cabası. İstanbul Büyükada ile İzmir Kordonboyu eski müşterilerimiz. Isparta, Eskişehir, Kırıkkale, Gaziantep ve Kars’a fayton gönderdik ayrıca. Diziler için kupa arabaları da yapıyoruz, her türlü arzuya cevap verebiliriz, biraz beklemeyi göze alırlarsa… 

Ha deyince kalkmaz

Şimdiki arabaların marşına basıp kalkıyorsun. At arabası kolay değildir oysa. Hayvanı çıkaracak, seve okşaya hazırlayacaksın arabaya. Bakacaksın keyifli mi, nalları mıhları yerinde mi? Tımar edip yemini suyunu vereceksin. Gemini, başlığını, at gözlüğünü takacak, hamudu oturtacaksın boynuna. Ok direklerini koşumları vasıtasıyla bağlayacaksın ata. 

Çekiş gücü bir beygir

Azami ağırlık: 300 okka. 
İstiap haddi: Bir çeki. 
Dingil mesafesi: Yedi karış beş parmak.
Aksalerasyon  (0’dan-20 km): Anında. 
Tüketim: Torbadaki arpa. 
Ateşleme: Meşin kırbaç (kaytanı havada şaklatmak kaydıyla)  
Fren: Gem dizgin, pabuçlu manivela. 
Süspansiyon: Tek yapraklı makas. 
Dönme mesafesi: En dar sokak.  
Lastik ebadı: Çıkmacıda ne varsa… 
Navigasyon mu dediniz? Bırakın hayvanı, evi bulur nasıl olsa.

 

 

Düzenleyen:  - KÜLTÜR - SANAT
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...