Afgani kimliğini herkesten gizledi

Afgani kimliğini herkesten gizledi

KÜLTüR - SANAT Haberleri

Cemaleddin Afgani’nin İranlı olduğunu kasten sakladığını söyleyen Doç. Dr. Yılmaz Karadeniz “O, bilimin gelişmesine İslam’ın mâni olduğuna inanıyordu” diyor.

Mehmet Akıllıoğlu

Cemaleddin Afgani ve namıdiğer Cemaleddin Esedâbadi, ölümünden bir asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen İslam dünyasında hâlâ en çok tartışılan isimlerden biri... Fikirleriyle, M. Abduh’tan Reşid Rıza’ya, Ziya Gökalp’ten Musa Cârullah ve Mehmed Akif’e kadar birçok ismi tesir altına alan Afgani, İslam’ın modernize edilmesini savunanların en çok vurgu yaptıkları din adamlarından biri oldu. Ancak bazı kaynaklarda ıslahatçı olarak övülüp, bazı kaynaklarda ise aslında kimliğini gizleyen ‘kullanışlı bir reformist’ olduğu anlatılan Afgani’nin hayat hikâyesi hep muğlakta kaldı. Tarihçi Doç. Dr. Yılmaz Karadeniz ise Afgani’nin karanlık hayatını “Osmanlı ve İran’ın İngiliz Paraleli Cemaleddin Esedâbadi (Afgani)”  isimli eserinde, kaynaklardan derlediği vesikalar ışığında aydınlattı. Biz de Doç. Dr. Karadeniz ile Afgani’nin ideolojisi ve gizli bağlantılarına dair bir sohbet gerçekleştirdik.

JÖN TÜRKLERİN FİKİR BABASI
Kimdi bu Cemaleddin Esedâbadi?
Cemaleddin Esedâbadi (Afgani), İngilizlerin, Sultan İkinci Abdülhamid’in İttihad-ı İslâm siyasetini etkisiz kılmak ve halkı Arap Yarımadası’nda Osmanlı Devleti’ne karşı isyanlara teşvik etmek için kullandıkları bir şahsiyetti. Bu şahsiyet hem Osmanlının hâkim olduğu coğrafyada hem de İran’da devreye sokulmuştu. İki devletin mevcut idarelerinin yıpratılması ve akabinde işgale doğru götürülmesinde aracı olmuştu. Osmanlı hudutları içerisinde yaşayan Bahailerin kışkırtıcısı olan Afgani, Jön Türklerin de fikir babasıydı. O, hayatı boyunca İngilizlerin değirmenine su taşıyan siyasi bir kişilikti. Bunları iftira nevinden değil, Osmanlı-İran arşiv kaynaklarına dayandırarak söylüyoruz.

Cemaleddin Esedâbadi’yi kullanan eller nasıl bir politika güttü?
Onu kullanan İngiliz siyaseti, 18. asrın ilk yarısından itibaren hileli bir şekilde İslâm coğrafyasının topraklarına sızmış ve Birinci Dünya Savaşı ile işgale götürmüştür. ‘İngiliz siyonizmi’nin sinsi siyaseti, sıradan ve bilindik yöntemlerle İslâm coğrafyasına girmemiştir; siyasi ve içtimai yapıyı İslam kültüründen uzaklaştıracak Batılılaşma araçlarıyla gelmiştir. İslam ülkelerine geri kalmışlık psikolojisi işlenip akabinde bütün suç İslam’a yüklenerek dinin teknik gelişmelere engel olduğu, ferdi özgürlükleri kısıtladığı, hilafetin gereksiz olduğu ve mevcut saltanat idarelerinin yıkılması gerektiği terennüm edilmeye başladı. Bu safhada, gerek Osmanlı gerekse İran’daki fikir ehlinden bazıları bilerek, bazıları ise işin farkında olmayarak rol aldılar.

Kimlerdi onlar?
İran tarafında Cemaleddin Esedâbadi’nin dışında Mirza Ağa Han Nuri, Melkum Han gibi isimler buna hizmet etti. Osmanlı tarafında ise Mustafa Reşid Paşa, Enver Paşa, Mithat Paşa ve Ziya Paşa gibi isimler mason localarıyla birlikte çalışarak buna katkı sağladı. Milletini bu siyasete kurban etmek istemeyen Sultan Abdülaziz ve Sultan İkinci Abdülhamid tahttan uzaklaştırılırken, İran’da buna karşı çıkan sadrazam Emîr-i Kebir de feci bir şekilde katledildi.

Afgani’nin bu noktada rolü ne oldu?
Ben, Farsça ana kaynakları ve İkinci Abdülhamid dönemi arşiv kaynaklarını inceledikçe, bu şahsın İngilizlerin işgal siyasetine devamlı zemin hazırladığını; Londra’da Blunt, Salamoni, Melkum Han gibi önemli mason ve siyonistlerle birlikte çalıştığını tespit ettim. Bu şahıs ile alakalı çalışmaların yetersiz olduğunu, tarihçilerin bir kısmının da çalışmaktan imtina ettiklerini gördüm. Aynı yöntem ve figüranlar, günümüzde FETÖ üzerinden ülkemizde tekrar sahnelendi. O gün, ülkelerinin menfaatlerini İngiliz hariciyesinin kapılarında peşkeş çeken İttihatçı çetelerin müsveddeleri, bugün de aynı şekilde kullanıldılar.

‘İNGİLİZLER KULLANDI’
Peki, bunlara rağmen Afgani’nin hayatı niçin muğlakta kalmış?

Esedâbadi’nin hayat hikâyesi, Sünni İslam coğrafyasında itibar görmesi için İngilizler ve bizzat kendisi tarafından muğlakta bırakıldı. Ama Cemaleddin Esedâbadi’nin hayatı hakkında doğru bilgi veren kaynaklar, onun Afganistanlı değil İranlı bir Şii olduğunu kesin deliller ile ortaya koydular. Dönemin devlet adamı Muhammed Hasan Han, Afgani’nin yeğeni Lütfullah Esedâbadi ve Nikki Keddie gibi birçok tarihçi, yazdıkları eserlerde bu meseleyi sarih bir şekilde aydınlatmışlardır. Ayrıca İkinci Abdülhamid dönemindeki yazışmalarda ve padişaha arz olunan raporlarda da Esedâbadi’nin İranlı olduğu ortaya konulmuştu.

Afgani, nasıl bir dinî görüşe sahipti?
Cemalleddin Afgani, anlatılanların aksine ciddi bir İslami tahsil görmemişti. İran’da yetişirken çeşitli Şii hocalardan kısa müddetli dersler almıştı. Çeşitli bağlantılar edindikten sonra Şiiliği bir şekilde saklı kaldı. Söylediklerinin ekserisi politikti ama reformist dinî fikirlere de sahipti. Afgani, ‘İslam’a rağmen İslam’ düşüncesini savundu. Yani İslam’ın kurallarını değil yalnız ismini kullandı. Böylece dinin içinin boşaltılmasına çalıştı. Zaten Ernest Renan’a yazdığı bir mektubunda “İlmin gelişmesinde İslamiyet bir mâni teşkil eder” ifadelerini kullanmıştı.

Neden İranlı olduğunu saklamış Cemaleddin Esedâbadi?
Esedâbadi, Afganistan’da iken önce Afgan ahalisinden olduğunu söylemiş, sonraları kendisini “İstanbuli” olarak tanıtmış. Mısır’da da talebe ve müritlerinden İranlı olduğunu gizlemiş, nesebini ise vaktiyle Kabil’de meşhur hadisçi Seyyid Ali Tirmizi’ye nispet ettirerek meşrulaştırmaya çalışmıştır. Ancak Muhammed Ali Hüseyni Şehristani gibi zatlar, Afgani’ninmezhebini gizlediğini, kendi fikirlerinin İslam dünyasında kabul görmesi için bunu lüzumlu gördüğünü kaydetmiştir. Bu rolün, Hindistan’daki İngilizler tarafından kendisine verildiği sarih bir şekilde görülmektedir. Bugün Esedâbad’da sülalesinden torunlarının yaşadığı bilinmekte.

Esedâbadi’nin kendi hâl-i hayatında fesad ehlinden olduğunu söylüyorsunuz. Bunu neye dayandırıyorsunuz?
Bunun cevabını kaynaklar vermekte. Bunlardan biri Sultan Abdülaziz dönemi ve diğeri de İkinci Abdülhamid döneminde kaydedilmiş. Yıldız Sarayı evrakı içerisinde çıkan bir belgede, Esedâbadi’nin fesat çıkardığı yazılıdır. Onun hakkında İkinci Abdülhamid’e sunulan arzda da şöyle denilmiştir: Şeyh Cemaleddin, Babi Cemiyeti erkânından ve erbâb-ı fesâdeden olduğu gibi hiçbir tarafça i‘tibâr ve i‘timâd olmamış ehemmiyetsiz bir adamdır. Ve merkumun Mason Cemiyeti ve Ermeni Komiteleri ve Jön Türk takımı ile münâsebet ve muhâbere-i hafiyesi variddir.

CHP’li Günaltay Afgani’yi övüyordu
Peki, Esedâbadi’nin Muhammed Abduh, Reşit Rıza ve Jön Türkler ile ilişkisi neydi?

Cemaleddin Esedâbadi, gerek Avrupa’da bulunduğu 1880-1890 yılları arasında ve gerekse 1892’de geldiği İstanbul’da padişaha muhalif olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ve diğer muhalif gruplarla sıkça görüşmüştür. Esedâbadi, bunların zihniyet teşekkülünde son derece etkili olmuştur. Bu zihniyetin içerisinde milliyetçi ve dinî unsurlar bir arada bulunmuş, ferdi hürriyet, kanun-ı esasi, ıslahat, meşrutiyet ve İslami hükümlerin yeniden yorumlanması ağırlık kazanmıştır. Jön Türk ve daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde kavmiyetçilik bilincinin gelişmesi ve bunun etkin bir şekilde işlenmesi oldukça önemli olmuştur. Afgani, İstanbul’da kendisine tahsis edilen evde Jön Türklerle sıkça görüşerek onların kavmiyetçiliğe dayanan hislerle hareket etmelerini, hareket esnasında biraz da dinî motiflerin işlenmesini sağlamıştır. Cemaleddin Esedâbadi, 1949’da Cumhuriyet Halk Partisinin başbakanı olan çok Şemseddin Günaltay’ın iltifatlarına da mazhar olmuştur. Esedâbadi’nin öğrencisi olduğunu söyleyen Günaltay, onun ‘İslam ufuklarını kaplayan hurafe bulutlarını dağıtacak’ biri olarak görüyordu.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...