Hayati İnanç: Çorbanın da şiirin de iyisi saraydaydı

Hayati İnanç: Çorbanın da şiirin de iyisi saraydaydı

KÜLTüR - SANAT Haberleri

Hayati İnanç “Halka inelim çıkalım derken ideolojilerin zebunu olduk. Sadece 19. asırda on bin divan şairi yetiştirdik, Osmanlı Sarayı’nı gören üçü beşi geçmez. Ayrıca klasik şiir saraya ait olsa ne zararı var? Çorbanın bile iyisi sarayda olur” diyor.

MURAT ÖZTEKİN

Kitapları ve konuşmalarıyla divan edebiyatını bize sevdiren isimlerden Hayati İnanç’ın eski edebiyatın güzelliklerini saçtığı “Can Veren Pervaneler” kitap serisi yedinci esere ulaştı. İnanç, Babıali Kültür Yayınları’ndan çıkan yeni eserinde hayatı üzerinden yine “klasik dünyaya” renkli kapılar açıyor. Biz de kendisiyle buluşup mazi kokan bir sohbet dinliyoruz...

* Kitap seriniz “Can Veren Pervaneler” hızla büyüdü. Yıllar önce başlayan bu çabanın arkasındaki gaye sadece divan edebiyatını gündeme taşımak mıydı?
Tam olarak öyle değildi. Çünkü bu sahada akademik olarak söz sahibi olma iddiam ve imkânım yok. Ben divan edebiyatının meraklısıyım. Hem de çok... Zira bu şiirden zevk almaya başladığınız zaman karşınıza bir dünya çıkıyor. Zira divan şiirini yazanlar sadece sanat olsun diye yazıp çizmemişler. Muazzam bir dünyanın sözcüleri olmuşlar. Merhum Cemil Meriç’in tabiriyle “Saadetin şakıyan bülbülleriydi” onlar. Sadece arayan değil, bulmuş olmanın rahatlığıyla terennüm edenlerdi.

* Bugün modern dünyada hep bir arayış içinde olmak ön planda...
Bu bize uzak bir yaklaşım tarzı. Biz toprak medeniyetiyiz. Âşık Veysel’e “Sen saz çalarken elin kulpun üstünde gezmiyor. Ama ne lazımsa çalıyorsun” diyorlar. Hâlbuki birçok sanatçının kolu saz çalarken kas yapıyor. Âşık’ın cevabı şu oluyor: Onlar bizim bulduğumuzu arıyorlar! Evet, haklısın onlar arıyorlar ama aramalarında samimi olsalar yine sözüm yok. Ama samimi değiller! Onlara göre tek medeniyet vardır: Batı medeniyeti. Bu yüzden Saraybosna’da ilk saldırdıkları yer bir kütüphaneydi.

Hayati İnanç: Çorbanın da şiirin de iyisi saraydaydı
OKUMAK İÇİN OKUMAK LAZIM!
* Siz “toprak medeniyetine” divan edebiyatıyla yol buluyorsunuz. Bu basit bir “nostalji” mi?

Divan edebiyatı artık devrini tamamladı mı, tamamlamadı mı tartışılabilir. Ama orada kayda geçmiş bir tarihî sicilimiz var. Sekiz on asırlık birikimimiz nazma dökülmüş. Yani şairler bazen tarihçi rolünü üstlenmiş. Bu sebeple bazı şiirleri okumak için ayrıca kitap okumak lazım. Mesela Abdülhak Hamid’in “Fatih’i Ziyaret” şiirini okumak bile bir meziyet.

* Bu durum eski edebiyatına yabancılaştığımızı gösterdiği gibi o edebiyatın yüksekliğini de ortaya koyuyor sanki...
Osmanlı’yı yüksek yapan gayrisafi millî hâsıla değerlerinin yüksek olması değildi. İşleri son tahlilde i’lâ-yi kelimetullah gayretine dayanıyordu. İnsanlara hizmet etmek için kalemi ve kılıcı aynı istikamette oynatmaktı yaptıkları... Mesela Yahya Kemal “Ezanı Muhammedi” eserinde şiir mi yazıyor, kılıç mı oynatıyor anlayamazsınız. Sultan Fatih’in şiirleri de öyle...

MAZİNİN HER YERİNDE ŞİİR VAR
* Hayatta da böyle bir şiirsellik, şiiriyet mi vardı?
Evet, Mimar Sinan ne kadar şairse Bâki de o kadar mimardır...  Şeyh Galip tahta otursaydı Yavuz olurdu mesela ama eline kalemi alınca müthiş bir şair oldu. Aynı gayeye yönelmiş  insanlar bunlar. Ama hep bir şiir var. Ama biz şimdi Batı’dan aldığımız biçimle, hayatı vagonlara ayırdık. Şair şairlik yapacak, mimar bina inşa edecek! Ama Müslüman’ın dünyası, dairesi ayrı değildir. Bu sebeple ben Osmanlı sultanlarından şiir yazmayan sadece 3 kişi var diye biliyorum. Divan sahibi olan padişahların sayısı ise 15’in üzerinde.

Hayati İnanç: Çorbanın da şiirin de iyisi saraydaydı
KELİMEYE DÜŞMANLIK BENİ UYANDIRDI

* Kitabınızda hayatınızdan bahsederken zehirlendiğinizi söylüyorsunuz. Bunu çok açmamışsınız ama divan edebiyatı size nasıl deva oldu?
Evet, zehirlendim. Lise yıllarımda marksizm ve diyalektik materyalizm bana işlenmişti. Fakat buna karşı panzehir İmam-ı Gazali hazretlerinin eserleri oldu. O esnada klasik Türkçeye ait kelimelerden uzak durmam gerektiği de söyleniyordu. Beni asıl düşündüren şey buydu: “İmkân değil olanak diyeceksiniz.” Dedim ki “Sebep ne?” Bu soru beni bir fikre götürdü: Yapılanlar en yumuşak tabirle bir paranoyaydı. Bir harf sistemine ve kütüphanelere karşı savaştı. İşte buna karşı uyanıklık divan şiirinde kendini net bir şekilde gösterdi.

* Ama şiir de tek başına yetmiyor sanki...
Şiir tek başına tavsiye de edilmez. Daha net söyleyeyim: Mızraklı İlmihal bilmeyen gazel okumaya kalkmasın kardeşim. Şair adamın kaotik bir tarafı her zaman vardır.

* Hecenin bile kaybolduğu Türk şiirinde günümüzde de aruzla yazan isimler var. Nasıl görüyorsunuz?
Çok başarılı isimler var. Klasik şiiri bir şekilde sürdürmek hâlâ mümkün...  Ama benim varmak istediğim şey yazılanları anlamaya çalışmak. “Süleymaniye Camii’ni bir defa daha yapalım” demem yani...  O birikimden haberdar ol, sonra yeni bir şey yapacaksan yap. Ama biz maalesef çok şeyi kaybettik.

* Divan şiirinin halka inmediği, elit bir kesime has olduğu anlatılır. Bu noktada ne düşünüyorsunuz?
Halka inelim çıkalım derken ideolojilerin zebunu olduk. Sadece 19. asırda on bin divan şairi yetiştirdik, Osmanlı Sarayı’nı gören üçü beşi geçmez. Ayrıca saraya ait olsa ne zararı var? Çorbanın bile iyisi sarayda olur. Ama vakıa o değil. Saraybosna’dan Yemen’e apayrı dünyaların insanları divan şiirinde eserler vermiş.

Hayati İnanç: Çorbanın da şiirin de iyisi saraydaydı
DÜNYAYA KARŞI TEKLİFİNİZ NE?

Hayati İnanç’a o eski tartışmayı soruyorum, şiir bitiyor mu diyorum. Cevabı celalli oluyor: Kelimelerdeki tükeniş çok şeye sebep olabilir. Esefle kaydetmek istiyorum: Dünyaya karşı bir teklifiniz varsa şiiriniz olur. Teklifiniz var mı?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...