Hayber'deki etin eseri

Hayber'deki etin eseri

Ramazan Haberleri

“Ey Ümmü Bişr! Sıtmanın şiddetli olması, sevabımın çok olması içindir. Bu hastalık, Hayber’de tatmış olduğum zehirli etin eseridir. O etin acısını her zaman duyardım. O gün yediğim zehir, şimdi ebherimi (yani aort damarımı) koparmaktadır”

Bir gün de, Uhud’da bulunan şehîdler için mağfiret dilemek üzere yola çıkarlar. Onlar için, Allahü teâlâya uzun uzun yalvararak dua ederler. Sonra mescide gelip Eshâb-ı kirâma; “Ben, sizin Kevser havuzuna en önce kavuşanınız, karşılayanınız olacağım. Sizinle buluşma yerimiz orasıdır... Ben, sizin için, benden sonra müşrikliğe dönersiniz diye korkmam. Ancak dünyaya kapılır, onun için birbirinizi kıskanır, birbirinizi öldürürsünüz. Neticede sizden öncekilerin yok olup gittikleri gibi, siz de, yok olur gidersiniz diye korkarım...” buyururlar. Sonra saadethânelerini teşrif ederler.

ÖRTÜYE TUTAMIYORLARDI

Hastalıkları ağırlaşır. Mübarek hanımefendileri, sevgili Peygamberimizin, Hazret-i Âişe vâlidemizin evinde kalmalarını, kendi haklarını ona tercih ettiklerini bildirirler ve dua alırlar. Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin, ateşi çok artmıştır. Ateşin şiddetinden yatağında, bir taraftan diğer tarafa dönmek mecburiyetinde kalırlar. O hâlde iken, Eshâb-ı kirâm, ziyarete gelir, Efendimizin çektiği şiddetli sıkıntıyı görünce ciğerleri dağlanarak geri dönerler... Babasının acısını gören çocuklar gibidirler... Ebû Sa’îd-i Hudrî anlatır ki: “Resûlullah’ın mübarek huzûruna gitmiştim. Üzerinde kadife bir örtü bulunuyordu. Sıtmanın sıcaklığı örtüden dışarı çıkıyor, hararetten elimizi örtüye dokunduramıyorduk. Hayretimizi ve üzüntümüzü gören Resûlullah Efendimiz; “En şiddetli bela, peygamberlere olur. Buna rağmen peygamberin belalara sevinmesi, sizin, verilen ihsanlara sevinmenizden daha fazladır” buyururlar...

RESÛLULLAH ARAMIZDAN GİDERSE!

Ümmü Bişr bin Berâ da der ki: “Resûlullah’ın ziyâretine gitmiştim. Mübârek vücudu ateş gibi yanıyordu. “Canım sana feda olsun yâ Resûlallah! Ben, hiçbir zaman böyle şiddetli bir hastalık görmedim!...” dedim. Buyurdular ki: “Ey Ümmü Bişr! Sıtmanın şiddetli olması, sevabımın çok olması içindir. Bu hastalık, Hayber’de tatmış olduğum zehirli etin eseridir. O etin acısını her zaman duyardım. O gün yediğim zehir, şimdi ebherimi (yani aort damarımı) koparmaktadır” buyurdu. Hastalık günden güne şiddetlenir. Eshâb-ı kirâm üzüntüden ne yapacağını şaşırır, evlerinde rahat edemez olurlar. Mescide toplanırlar. Peygamber Efendimizin durumunu sormak üzere Hazret-i Ali’yi huzûra gönderirler. Âlemlerin efendisi, işaretle; “Eshâbım ne diyorlar?” diye sorar. Allah'ın Arslanı; “Resûlullah aramızdan giderse!... diye çok üzülüp telaş ediyorlar” diyebilir. Cenâb-ı Peygamber talebelerine olan şefkatinden şiddetli hastalığına rağmen yattığı yerden doğrulur, Hazret-i Ali ve Hazret-i Fadl bin Abbâs’a dayanarak mescide gelirler. Minbere çıkarlar, Allahü teâlâya hamd ve senâ ederler. Sonra o süzme nur dudaklardan şu emsalsiz sözler dökülür: “Ey Eshâbım! Benim ölümümü düşünüp telaş ediyormuşsunuz. Hiçbir peygamber ümmeti arasında sonsuz kaldı mı ki, ben de sizin aranızda sonsuz kalayım? Biliniz ki, ben Rabb’ime kavuşacağım. Size nasihatim olsun ki, Muhâcirlerin büyüklerine saygı gösteriniz! Ey Muhâcirler! Size de vasiyetim şudur ki, Ensâra iyilik ediniz! Onlar size iyilik etti.

SIDDIK-I EKBER ANLAR VE AĞLAR

Evlerinde barındırdı. Geçinmeleri sıkıntılı olduğu hâlde, sizi kendilerinden üstün tuttular. Mallarına sizi ortak ettiler. Her kim Ensâr üzerine hâkim olur ise, onları gözetsin, kusur edenleri olursa affetsin”... Sonra çok güzel tesirli nasîhatler edip; “Allahü teâlâ, bir kulunu dünyâda kalmak ile, Rabb’ine kavuşmak arasında serbest bıraktı. O kul, Rabb’ine kavuşmak istedi” buyururlar. Hazret-i Ebû Bekr (radıyallahü anh)... Resûlullah Efendimizin sevgilisi... O anlar bu sözlerin manasını... “Canımız sana feda olsun yâ Resûlallah!” diyerek sel gibi gözyaşı dökmeye başlar... Merhamet deryası Peygamberimiz, “Ağlama yâ Ebâ Bekr!” buyurur, sabır ve katlanmak lazım geldiğini söyler... Fakat Efendimiz de ağlamaya başlar ve, “Ey Eshâbım! Dîn-i İslâm yolunda sıdk ve ihlâs ile malını fedâ eden Ebû Bekr’den çok râzıyım. Âhiret yolunda arkadaş edinmek elde olsaydı, onu seçerdim” buyurur ve; “Mescide açılan kapılardan Ebû Bekr’inki hariç hepsini kapatınız” diye emrederler.

YARIN: Bana kavuşacaksınız

**

ABDURRAHMÂN TÂGÎ HAZRETLERİ
NURŞÎN'İN İNCİSİ

On dokuzuncu yüzyılın büyük velîlerinden. 1831 (H.1247) senesinde Şirvân'da doğdu. 1886 (H.1304) senesinde Bitlis vilâyetine bağlı Güroymak (Nurşîn) ilçesinde vefât etti. Kabri Nurşîn'dedir. Sıbgatullah Arvâsî hazretlerine talebe olup diploma aldı ve İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi. Çok talebe yetiştirdi. Abdurrahmân Tâgî hazretleri vefât etmeden önceki son gecenin seher vaktinde Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) açıkça kendisine görünerek bal yemeyi ve şerbet içmeyi emrettiğini söyledi. Bu sözlerinden sonra kendisine "Aklınızdan yolculuk geçiyor mu?" diye sorulunca; "Evet geçiyor. Eğer aklımdan yolculuk geçmeseydi, Peygamber Efendimiz açık bir şekilde bana görünmezdi" buyurdu. (SAİD EKEN)

**

EFENDİMİZİN YÜKSEK AHLAKI HAYRAN BIRAKIRDI

Efendimizin güzel huyu, yumuşaklığı, affı, sabrı, ihsânı, ikrâmı o kadar çoktu ki, herkesi hayran bırakırdı. Görenler ve işitenler seve seve müslüman olurdu. Hiçbir hareketinde, işinde, sözünde, kusur ve çirkinlik görülmemiştir. Kendisi için kimseye gücenmediği hâlde, din düşmanlarına, dîne dil ve el uzatanlara karşı sert ve şiddetli idi. Muhammed aleyhisselâmın binlerce mûcizesi göründü, bunu; dost düşman herkes söyledi. Bu mûcizelerin en kıymetlisi, edebli ve güzel huylu olması idi. 

AVRUPA'YI AYDINLATAN İSLAM GÜNEŞİ EL-BİRUNİ

Dünyanın çapını bilinen değere oldukça yakın şekilde hesaplamış ve jeodezi bilimini ortaya çıkarmıştır. Modern astronominin kurucusudur. Yaptığı çalışmalarla Batı dünyasını derinden etkilemişti. Newton'dan önce yer çekiminden bahsetmiş, Galileo'dan önce dünyanın yuvarlak olduğunu açıklamıştır. Bütün gezegenlerin iki kutuplu olduğu, gezegenlerin günlük dönüşlere sahip olduklarını, yıldızların bulunduğu gök tabakalarının değişken olduğunu, gök cisimlerinin hareketlerinin doğudan batıya doğru olduğunu v.b. gibi birçok astronomi gerçeğini bundan 800 sene önce tespit etmiş; Batılı ilim adamları ise ondan 400 veya 500 sene sonra bunları fark edebilmişlerdir. Biruni, UNESCO Courier dergisinin 1974 senesinde çıkardığı özel sayıda "1.000 yıl önce yaşamış deha" olarak tanıtılmıştır.

BÜYÜK YOLCULUK: YAŞ KEÇEYE TAKILMIŞ DİKEN

Fâcirin rûhu yaş keçeye takılmış olan diken çekilir gibi çıkarılır ki, bunu insanların en üstünü olan Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” haber verdi. Bu hâlde ölü karnını diken ile dolu zân eder. Rûhunu da, sanki bir iğne deliğinden çıkıyor ve gök yere bitişiyor ve kendisi arasında kalıyor zan eder. Hazret-i Kâ’b’dan “radıyallahü anh”, ölüm nasıl oluyor diye süâl olundu. Buyurdu ki: (Bir diken dalını bir kişinin içerisine koymuşlar. Ve kuvvetli bir kimse onu çekiyor. Kestiğini kesiyor. Kalan kalıyor gibi buldum). Peygamberlerin efendisi “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Elbette ölüm acılarından birinin şiddeti, üç yüz kerre kılınç vurmakdan dahâ şiddetlidir). 

TEFEKKÜR
Karınca, topladığı tanelerin yerdeki nem sebebiyle yeşerip bitmemesi için taneleri parçalar. Islanan tanelerin çürüyüp bozulmaması için de dışarı çıkarıp kurutur. Sellerin zarar vermemesi için yuvasını yüksek yere yapar. Allahü teâlâ, cemiyet hâlinde yaşamayı, yardımlaşmayı, kış için azık toplamayı karıncaya ilham etmiştir. Bu ilhamı veren Cenâb-ı Hakk’ın şanı çok yücedir.

Hayber'deki etin eseri

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...