Şu topal ayaklarımla!

Şu topal ayaklarımla!

Ramazan Haberleri

Oğulları "Ayağının felçli olması sebebiyle Allahü teâlâ seni mâzeretli saydı. Resûlullah, senin sefere gitmene müsaade etmedi. Cihâda çıkmakla mükellef değilsin. Senin yerine biz gidiyoruz!” deseler de hazret-i Amr izin almak için Resûlullah'ın huzuruna çıkar

Eshab-ı kiram (aleyhimürrıdvan) efendilerimizin bu dine hizmet ve şehadet aşklarını anlatmak mümkün değil. İşte onlardan biri de Amr bin Cemûh (radıyallahü anh) hazretleridir. Bir ayağı felçlidir ve altmış yaşını geçmiştir.  Uhud için hazırlık yapılmaktadır. Bu sırada Amr bin Cemûh hazretleri, evinde dört oğluna; “Evlâdlarım! Beni de bu gazâya götürünüz!” diye âdeta yalvarır. Oğulları da; “Babacığım!

Ayağının felçli olması sebebiyle, Allahü teâlâ seni mâzeretli saydı. Resûlullah, senin sefere gitmene müsaade etmedi. Cihâda çıkmakla mükellef değilsin. Senin yerine biz gidiyoruz!” diyerek babalarını iknâya çalışırlar. Fakat yüce sahabi hizmet ve cihad aşkından hiddetlenir; “Yazıklar olsun sizin gibi evlâda! Bedr gazâsında da böyle diyerek, Cennet’i kazanmaktan beni alıkoymuştunuz. Bu seferden de mi mahrum edeceksiniz?...” der ve evden çıkar gider.

CANIM SANA FEDA

Sonra sevgili Peygamberimizin huzûruna çıkar ve; “Canım sana feda olsun ya Resûlallah! Oğullarım, bazı özürler ileri sürerek beni bu gazadan mahrum etmek istiyorlar. Vallahi ben, seninle beraber sefere çıkıp, Cennet’e girmekle şerefenmek istiyorum. Yâ Resûlallah! Sen, benim Allah yolunda çarpışmamı ve şehid düşerek şu topal ayaklarımla Cennet’te gezmemi uygun görmez misin?” der. Fahr-i âlem Efendimiz de; “Evet, uygun görürüm” buyurarak onu sevindirirler ve, “Ona engel olmayın. Herhâlde Allahü teâlâ ona şehidlik verecek” müjdesini irad ederler.

TEK AYAĞI ÜZERİNDE DÖVÜŞÜR

Ordunun hareket vakti gelince Amr (radıyallahü anh) hiç dönmeyecekmiş gibi hanımıyla helallaşır ve sonra kıbleye yönelip şöyle dua eder: “Allah’ım! Bana şehidlik ver. Beni şehidliği kaybetmiş olarak aileme döndürme.”  Savaşın kızışıp müşriklerin Resûlullah’ı (sallallahü aleyhi ve sellem) kuşattığı sırada o tek ayağı üzerinde sıçrayarak cihada devam eder... Oğlu Hallad’la beraber Resûlullah’ı koruyan müminlerin ön safında çarpışırken bir taraftan da “Ben Cennet’i istiyorum, ben Cennet’i istiyorum” der.

OĞLUYLA BERABER TOPRAĞA DÜŞER

Derken oğluyla birlikte şehid olup çok arzuladıkları cennet nimetlerine kavuşurlar... Peygamber Efendimiz, Amr’ın cesedinin yanından geçerken buyurur ki: “Ben onu Cennet’te sağlam ayaklarla yürürken görür gibiyim...” Onu oğluyla birlikte aynı kabre defnederler...

16 YAŞINDA BİR KAHRAMAN

Bedr seferine çıkmak için yeni yetişen gençler, hattâ kadınlar bile Peygamber Efendimize yalvarıyorlardı. Ümmü Varaka’nın, Resûlullah Efendimizin huzûruna gelip; “Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Müsaade ederseniz, sizinle gelmek istiyorum. Yaralıların yaralarını sarar, hastaların hizmetini görürüm. Belki, Allahü teâlâ bana da şehîdlik nasîb eder!” demesi üzerine; Habîb-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); “Sen, evinde otur, Kur’ân-ı kerîm oku. Şüphesiz ki, Allahü teâlâ sana şehidliği nasîb eder’’ buyurur.
İşte Bedr’e çıkmak isteyenlerden biri de henüz 16 yaşında olan Ümeyr bin Ebî Vakkâs hazretleridir. Resûlullah Efendimiz, gazaya gitmek isteyen çocukları geri çevirmek istediklerinde, Ümeyr bir tarafa saklanmaya, göze görünmemeye çalışır. Abisi büyük sahabi Sa’d bin Ebî Vakkas (radıyallahü anh) bu durumu görür ve, "Sana ne oldu ki, böyle gizleniyorsun?” diye sorar. Cevap kalpleri titretecek cinstendir, “Resûlullah Efendimizin beni de küçük görüp geri çevirmesinden korkuyorum! Hâlbuki, gazaya katılıp, Allahü teâlânın bana şehîdlik nasîb etmesini arzu ediyorum”... Bu sırada onu, Resûlullah Efendimize bildirdiklerinde,  “Sen geri dön” buyururlar. O zaman, Umeyr ağlamaya başladı. Merhamet deryası Habîb-i ekrem Efendimiz, onun gözyaşına dayanamayıp, müsaade ederler. Hâlbuki, Ümeyr’in kılıcını, kendisi kuşanamadığı için abisi beline takar. Ümeyr bu savaşta defalarca müşriklerin arasına dalar. Sonunda aldığı yaraların çokluğundan şehid olur.

***

AŞK ATEŞİ TAŞLARI YAKTI

Evliyânın büyüklerinden. 1480-1580 seneleri arasında yetmiş beş sene yaşadığı tahmin edilmektedir. Kabr-i şerîfi Cizre'de Kırmızı Medresededir. Ahmed Cezerî hazretleri, ilim tahsîline, âlim ve fâzıl bir zât olan babası Muhammed Efendi’den ders alarak başladı. Arabî ve Fârisîyi mükemmel bir şekilde öğrendi. Bundan sonra Diyarbakır, İmâdiye ve Hakkârî'de ilim tahsîl etti. Doğu Anadolu'nun pekçok şehir ve kasabalarını gezip gördü. Tahsîlini tamamlayarak Diyarbakır'da icâzet (diploma) aldı. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin talebelerinden feyz alarak tasavvufta Ahrâriyye yolunda kemâle erdi. Ahmed Cezerî (Cüzeyrî) hazretleri ilâhî bir aşk ateşiyle yanmış ve şiirlerinde bunu dile getirmiştir. Bilhassa iki bin beytlik çok içli ve yanık bir tarzda yazdığı Dîvân'ı meşhûr oldu. Ahmed Cezerî hazretleri, Medreset-ül-hamrâ'da (Kırmızı Medrese) kasîdelerini okurken, bir taşa yaslanırdı. Yaslandığı taş onun aşk ateşiyle çok ısınırdı. Bunun farkına varan bir ihtiyâr nine, hamurunu o taş üzerine koyarak taşın ısısı ile ekmeğini pişirirdi.       Said Eken

***

EKSERİYÂ BEYAZ GİYERDİ

Giyilmesi câiz olanlardan her bulduğunu giyerdi. Kalın kumaştan ihram şeklinde dikilmemiş şeylerle örtünür, peştamal sarınır, gömlek ve cübbe de giyerdi. Bunlar pamuktan, yünden veya kıldan dokunmuştu. Ekseriyâ beyaz, bâzan yeşil giyerdi. Dikilmiş elbise giydiği de olurdu. Cumâ ve bayramlarda ve yabancı elçiler geldikte ve cenk zamânlarında kıymetli gömlekler, cübbeler, yeşil, kırmızı, siyah da giyerdi.

ÖLÜ, KABRE KONUNCA

DÜNDEN DEVAM
İbni Mes’ûd’dan “radıyallahü anh” rivâyet olundu ki, Yâ Resûlallah, ölü kabre konduğu vakt, ilk karşılaşdığı şey nedir diye sordu. Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Yâ İbni Mes’ûd! Bunu bana senden başka kimse sormadı. Ancak sen sordun. Ölü kabre konulduğu vakt, önce bir melek seslenir. O meleğin ismi (Rûmân)dır. Kabrlerin arasına girer. Der ki, Yâ Abdellah! Amelini yaz! O kimse der ki, benim burada ne kâğıdım, ne kalemim var. Ne yazayım? O melek der ki; bu sözün kabûl edilmez. Senin kefenin kâğıdındır. Tükürüğün mürekkebindir. Parmakların kalemindir. Melek kefeninden bir parça kesip verir. O kul dünyâda her ne kadar yazı yazmak bilmese de, orada sevâbını ve günâhını, âdeta o bir günde işlemiş gibi yazar. Bundan sonra melek, o yazdığı kefen parçasını dürer. O ölünün boynuna asar.)

KÂTİP ÇELEBİ

Türk - Osmanlı bilim adamı Kâtip Çelebi tarih, coğrafya, bibliyografya ve biyografya ile ilgili çalışmalarıyla tanınır. Keşfü’z-Zünûn an Esâmi’l-Kütüb vel-Fünûn adlı çalışması Arapça dilinde olup çok kıymetli bir eserdir. Yaklaşık olarak on beş bine yakın kitap ve on bine yakın içerik tanıtan büyük bir bibliyografya ansiklopedisi çalışmasına eş değerdir. Bu eserin basıldığı ülkeler ise Mısır, Almanya ve İstanbul’dur, eser aynı zamanda Latinceye de çevrilmiştir. Cihannümâ çalışması Çelebi’nin tarihimizdeki en eski coğrafya kitabımız sayılmaktadır. Birçok Avrupa dillerine tercüme edilen bu eser, bundan sonra yazılacak coğrafya kitaplarımıza kaynak olmuştur.

Şu topal ayaklarımla!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...