Left
Lamba

HAYIRLI RAMAZANLAR

__:__:__
Lamba
Right

Açık hava müzesi Tataristan

Açık hava müzesi Tataristan

YAŞAM Haberleri

Tatar evleri çok sade, insanı sımsıcak kucaklıyor. Kapı önlerinde hem at arabası, hem de at kızağı var. Avluda cins atlar geziniyor...

Bulgar karışık demektir, Hun imparatorluğu yıkılınca bir araya gelen Türk boyları bu adla anılırlar.
Bunlardan bir kısmı Tuna boylarına iner Balkanları yurt tutar. Slavların etkisinde kalıp Hıristiyanlaşırlar ki halen Bulgaristan'da yaşamaktadırlar. nbsp;
Lakin büyük ekseri İdil ve Kama kıyalarından ayrılmaz, Büyük Bulgarya Devletini kurar, Sibirya'ya kadar uzanırlar.
Yıl 920… Bulgar Hanı nbsp;İlteber Almuş adil merhametli bir hükümdardır, gördüğü nbsp;bir rüya üzerine Müslüman olur ve Abbasi Halifesi Muktedir Billah'a (Baştuğ adlı bir Tatarla) mektup yollar.
Arzname kısa ve nettir. "Bizi meşru devlet olarak tanıyın. İslamiyet'i öğretecek muallimler yollayın. Yaptırmakta olduğum kaleye nakdi ve teknik yardım. Bir hekim, biraz da ecza... "
İdil Bulgarları mertlikleri ve savaşçılıklarıyla tanınırlar, kendiliklerinden İslâm'ı seçmeleri hoş bir hadisedir, Halife gereğini yapar.
En sadık adamı Sevsen el Rassi'yi Hakana yollar (11 Safer 309), Tegin el Türki ve Baris el Saklabi adında iki Türk'ü de mihmandar yapar.
Ayrıca adab-ı muaşereti iyi bilen, zarif ve vakur devlet adamı Ahmed bin Fadlan'ı yanlarına katar. Hediyeleri onun takdim etmesini, nameleri onun okumasını arzular.
İbn-i Fad(z)lan (dat), heyetteki fakihlere de başkanlık yapar.
nbsp;
Zor vazife
nbsp;
Seyyahımızın mesuliyeti ağırdır, zira koca bir millet ona bakar. Kuzeylilerin hassasiyetlerini bilmez, insanları gücendirmekten korkar. Kim bilir "Müslüman" deyince ne anlıyor, ne umuyorlar? Öyle ya bu insanlar sukut-u hayale uğratmak da var.
İbn-i Fadlan usta bir müşahittir, yol boyu yaşadıklarını yazar ve ortaya o devir Asya'sını anlatan bulunmaz bir eser (El-Rıhle) çıkar. Bu seyahatname Yâkut el Hamavi, Zeki Velidi Togan, Kovalevsky, Fraehn gibi araştırmacıların çok işine yarar.
Neyse, kafile Bağdat'tan çıktıktan sonra Kirmanşah, Hamedan üzerinden Rey'e varır. Nişabur, Serahs, Merv derken soluklanır, Kızılkum çölüne hazırlanırlar. Sonra Ceyhun'u aşıp, Buhara'ya vasıl olurlar. Henüz çocuk yaşta olan ancak olgunluğu ile parmak ısırtan Sâmânî hükümdarı Nasr bin Ahmed'den kale için biçilen parayı alırlar. İbn-i Fadlan vezir Ceyhani (ünlü bir coğrafyacıdır) ile konuşup mufassal bilgiler alır, haritaları heybesine koyar.
nbsp;
Bozkır ayazı
nbsp;
Sonra bir nehir gemisiyle Harezm içlerine uzanırlar. Yol 200 fersahtan fazladır ve hava soğumaya başlar. Güçlükle merkeze ulaşır, donmaktan zor kurtulurlar. Harezm Valisi niyetlerini öğrenince hop oturur hop kalkar. " o cenahta sayısız kâfir, yabani kabileler var. Sizi soyar, kanınızı akıtırlar. Zikredilen mıntıkaya Sâmânîler dahi yaklaşamıyor, sizin boyunuzu haydi haydi aşar."
Onu güç bela ikna eder, elinden kurtulurlar. Yine yollar, yine kar, bora, fırtına. Yorgun, argın Köhne Urgenc'e varırlar. Tipi çukurları örtmüştür, ters bir adımla kar boyunuzu aşar. Mecburen takır takır donan Ceyhun üzerinde yol alırlar. Urgençliler ayaz yüzünden evlerin içine ikinci bir ev yapar, kürklere abalara sarınıp uyurlar. Don küpleri kırar, ağaçları yarar. İyi ki havali ormandan yana zengindir ocaklar da kalın kütükler çatırdar. Misafiri sever, ikramda bulunurlar. Soğuk arttıkça bir kat daha giyinir, hareket edemez olurlar. Bağdatlı muallimler bitap düşmüştür, bahara kadar Cürcaniye'de kalmayı uygun bulurlar.
nbsp;
Tevekkeltü al-Allah
nbsp;
Lâkin İbn-i Fadlan, iki elçi ve Türk mihmandarı ile yola koyulur, halifenin mektubunu bir an evvel sunmalıdır zira. O kale inşası için yollanan 4 bin müseyyebi de (Sâmânî altını) götürmekten yanadır. Her ne kadar "bir şey olmaz, Tevekkeltü al-allah" dese de arkadaşları böylesine ciddi bir meblağı riske atmaz, mani olurlar. Doğrusu civarda saldırgan kabileler vardır, dövüşmek için bahane ararlar.
Uzatmayalım 5 inanmış adam Zamcan, Çit, Türk Kapısı üzerinden uçsuz bozkıra çıkar, 10 gün cebri yürüyüşten sonra Oğuzların çadırlarına varırlar. Elleri ayakları kütük gibi şişmiştir, sabır, sabır, sabır, hani taş olsa çatlar.
Oğuzlar henüz Şaman'dırlar lâkin Müslümanlardan duydukları Kelime-i tevhidi tekrarlar, kendilerince "Tengri bir" diye mırıldanırlar. Namus ehlidirler, zanileri ağaca gerer, ortadan ikiye ayırırlar. Yolcuları sever, güçsüz hayvanları zindeleriyle değiştirir, dönüşünde emanetlerini geri alırlar.
Gelgelelim suyla pek araları yoktur, abdest alanları sihir yapıyor sanırlar.
Bozkır Türkleri bu ekibe bir mana veremez ama rahatsız da olmazlar. Hazarların casusu olmadıklarını anlayınca rahatlar, İslam hakkında sorular sorarlar.
Peçeneklerin yaşadığı araziler ise pek çoraktır, öyle ki koyuncuklar tırnaklarıyla toprağı eşeler, kuru kök ararlar.
Neyse İbn-i Fadlan Başgırtlarla da dost olur, aralarından kazasız belasız sıyrılırlar. nbsp;Ve nihayet Bulgar ülkesine varırlar...
nbsp;
Kafile menzilinde
nbsp;
Minik kafile Urgenç'den çıktıktan tam 70 gün sonra Sakâlib'e (İdil Bulgarlarının ülkesine) varır. İlteber Almuş, oğullarını, kardeşlerini ve beylerini karşılamaya yollar. Heyeti görünce "Allahü teâlâya hamd olsun" deyip şükür secdesi yapar. Nasıl sevinir anlatılamaz, konukların üzerine gümüş paralar saçar.
İbn-i Fadlan halifenin gönderdiği eğeri hükümdarın atına bağlar, sırtına hilatlar koyar, sarığını elceğizi ile sarar. İlteber'in hanımı için de sanatlı takılar, değerli libaslar, bulunmaz ıtırlar getirmiştir, bunları zarafetle nbsp;takdim eder ve Halife'nin mektubunu okumaya başlar.
İlteber Almuş derhal ayağa kalkar, diğerleri de ona uyar. Halifenin selâmını hürmetle alırlar. Mektup bitince öyle bir tekbir getirirler ki zemin sarsıla yazar.
Hükümdar onlara çadırlarını gösterir ve dinlenmelerini sağlar. Yıkanır, paklanır ve ziyafete hazırlanırlar. İbn-i Fadlan yemek boyunca soydaşlarımızın sorularını cevaplar. Hükümdar Halife'ye muhabbetinden onun ismini alır, soy adını da siler atar. "Cafer bin Abdullah"da karar kılar.
nbsp;
Hani paralar?
nbsp;
İbn-i Fadlan hükümdarın kale için istediği parayı sormasını beklemektedir, nitekim korktuğu başına gelir, bir gün çadırına çağırıp mevzuyu açar: "Halife hazretleri mektubu size verdi değil mi?"
- Evet, bizzat.
- Peki hani burada zikredilen paralar?
- Arkadaşlarımız Urgenç'te kaldılar, havalar yumuşayınca yola çıkacak, bize ulaşacaklar.
- Ben anlamam, lütfen paralar!
Hakan'ın sesi sanki küp içinde konuşuyormuş gibi yankı yapar. Zaten heybetlidir İbn-i Fadlan'ı korku sarar. Yanlış anlamayın başına bir şey geleceğinden değil Müslümanlara olan güvenin sarsılmasından çekinir de ondan. Hem günlerdir anlattığı bunca fıkhi mesele, düzelttiği onca yanlıştan sonra...
O gün itibarı ile Türk Hakanı onlara şaibeli muamelesi yapar, diğerlerini hapseder ama İbn-i Fadlan'a "seni bir kere Hazret-i Ebu Bekir'e benzetmişim" der "bundan gayrı kıyamam. Ama sen de 'Sıddiyk ol', hayallerimizi yıkma!"
nbsp;
Gergin günler
nbsp;
Hükümdar buna rağmen öğrendiklerine bire bir uyar. Yine bir gün İbn-i Fadlan'ı kenara çekip sorar: "Köle haline getirilmek istenen zayıf bir kavme, diğer müminler nbsp;yardım gönderse, taşıyanlar da ihanette bulunsalar?
- Asla caiz değildir, suçlu sayılırlar.
- İcma ile mi ihtilaf ile mi ?
- İcma ile.
- Peki halife üzerime ordu gönderse hakkımdan gelebilir mi?
- Gelemez, hem mesafe uzak, hem de arada bir sürü putperest kavimler var.
- Ama bak ben buna rağmen halifenin adı geçince titriyor, bedduasını almaktan çekiniyorum. Peki siz nasıl oluyor da emrini hafife alıyorsunuz acaba?
- Peki siz ne diye bu yardım işini büyütüyorsunuz. Görüyorum ki ülkeniz büyük, adamınız çok, ambarlarınız silme samur kürk dolu, zikrolunan kaleyi yaptırmakta zorlanacağınızı sanmam.
Hükümdar mânâlı mânâlı bakar, "istesem bu kaleyi yekpare altından yaptırabilirim" der, "ama içinde halifenin payı olsun istedim. Zira onun gönderdiği para daha helâl, onun bahtı daha açık ve şüphesiz duası daha müstecaptır!"
Sükuut. Ne diyebilirsin ki başka?
Doğrusu o günlerde bir kaç uyanık Yahudi'nin yönettiği Hazarlar, Türk boyları için ciddi bir tehdit olmuşturlar. Nitekim İlteber Almuş'un da kızını kaçırır, oğlunu rehin tutarlar. Hasılı bu kaleye çok ihtiyaçları vardır bir an önce tamamlamaya bakar. nbsp;
Dilerseniz biraz da Hazarları anlatalım: Yahudi liderler yenilen savaşçılara hiç acımaz, ağaçlarda sallandırır, mallarını ve hanımlarını başkasına dağıtırlar. Bu yüzden yırtıcı ve saldırgandırlar, liderlerine secde eder, âdeta tapınırlar. Hazar hakanı değişik bahanelerle müezzinleri paralatır, minareleri yıktırır,mescid görmeye dayanamaz.
Hazarlar ölen hakanları için nehir yatağına 20 odalı bir saray yapar, içini dibac (değerli kumaş) ile kaplar, inci mercan zümrüt yakut gibi cevherleri yanına koyarlar. Sonra nehri eski yatağına çevirir, kabri su altında bırakırlar. İnşaatta çalışanların alayını öldürür, tek şahit bırakmazlar.
nbsp;
Kibar Bulgar...
nbsp;
Bulgar Türkleri ise sanatkardır, ağırbaşlıdır, kimseye zararları dokunmaz. nbsp;Yalan, dolan ve hırsızlığı suç sayar, zanileri, katilleri, şakileri cezalandırırlar.
İbn-i Fadlan bir ara Barancer adlı bir Bulgar kabilesine misafir olur ki sayıları 5 bini aşar. Bunlar diğerlerinden daha ihlaslıdır. Muhteşem kelimesinin aciz kaldığı ahşap mescitten ayrılmaz, kalplerini Rabbimizin zikri ile aydınlatırlar. Ne yazık ki ellerinde bir Kur'ân-ı kerimleri yoktur, zaten olsa da okuyamazlar. İbn-i Fadlan onlara lazım olacak sureleri öğretir, içlerinden birkaçını derinlemesine yetiştirir ayrıca.
Yine onun vesilesiyle Müslüman olan Tâlut adlı Bulgar "Muhammed" ismini alır, hanımı ve çocukları da halkaya katılırlar. Adamcağız İhlas sure-i celilesini öğrendiği gün sevinçten uçar, hani taht, taç verilse bu kadar mutlu olmaz.
İbn-i Fadlan uzak kuzeyde hiç rast gelmediği atmosfer hadiselerine şahit olur. Mesela yatsıyı kılıp çadırdan çıkar, hava ansızın aydınlanıverir güneş doğar. Müezzine sorar "sen biraz evvel hangi ezanı okudun?"
- Sabahı
- Peki yatsı?
- Ona vakit kalmıyor, akşamın ardından kılıyoruz ancak yetişiyor.
Bu coğrafyada geceler kararmaz, ufukta tatlı bir kızıllık parlar o kadar... Öyle ki bir ok atımı mesafeden birbirlerini tanırlar. Kutba yaklaştıkça gün gece oranı iyice bozulmaya başlar. Güneş eflatun gökte kaybolur, pembe bir bulut gibi doğar. İdil Bulgarları namazı kaçırırız endişesi ile aylarca uyumazlar.
nbsp;
Acaip ve garaip
nbsp;
Neyse baharla birlikte ortalık yeşillenir ve sayısız yılan çıkar. Ne bunlar insanlara dokunur ne de insanlar onlara.
İbn-i Fadlan Bulgarların anlattığı tek boynuzlu öküzleri de görmek ister ama nasip olmaz. Anlatılanlara bakılırsa hayvan çok güçlüdür, boynuzunu taktığını havalara atar. Seyyahımız zaman zaman tabiplik de yapar, dert dinler hasta bakar.
Ülke bolluk bereket içindedir, ormanlar bal kaynar, yabani yemişler, semiz hayvanlar…
Düşünün hükümdar otağında bin kişiyi birden ağırlar.
Bulgarlar, erkek çocukları dedesine verir, mirası kardeşlerine bırakırlar. Çadırına yıldırım düşenin "gazaba uğradığını" sanırlar. İbn-i Fadlan bunların doğrusunu öğretir, kimseden itiraz çıkmaz.
nbsp;
İlkel Ruslar
nbsp;
İbn-i Fadlan İdil kıyılarında panayıra gelen Rusları da tetkik eder, notlarına katar. Bunlar boylu poslu, akça pakça, sarışın gürbüz insanlardır. Bellerinde iri baltalar taşır ve vücudlarına dövme yaparlar. Kadınlar yarı çıplak dolanır, mutlaka bir gerdanlık taşır, göğüslerini "hukka" denilen metal kapaklarla kapatırlar. Güzel bir ırk olmalarına rağmen çok içer, domuz yer ve ağır kokarlar.
Suyla barışık değildirler ancak sabahları hancı kadın leğen içinde su tutar. Sırayla yüzlerini yıkar, ağızlarını çalkalarlar. Sonra ardındaki aynı suyla aynı işleri yapar. Suyu bilerek değiştirmez kirlisini "makbul" tutarlar. O yıllarda putperesttirler, ticaretleri yolunda gitsin diye totemlere hayvan adarlar. Hastalar bir başlarına arazide bırakılır. İyileşip de dönerse ne âlâ, dönmezse çadırıyla birlikte yakarlar. Ölülerini de ateşe verirler, bunun için süslü bir kayık yapar, nadir kumaşlarla donatırlar. Canlı canlı paraladıkları sığırları, atları, horozları tekneye atarlar. Cariyelerini kenara çeker, "mevtayla cennete gitmek isteyen hanginiz" diye sorarlar. İçlerinden biri öne çıkar, şaşkın kıza kraliçe gibi davranır, allı morlu giydirir, nebiz (şarap) içirip aklını başından alırlar. Sonra kızı bir çadıra kapatırlar, ölünün akrabaları peş peşe girip tecavüz eder zavallıya. Çığlıkları duyulmasın diye dışarıdakiler sopalarla kalkanlara vururlar.
nbsp;
Korku filmi gibi
nbsp;
Nitekim ihtiyar kadınlar çadıra girer kızı keser parçalarlar. Onu da cesedin yanına (tekneye) koyar ve yakarlar. Ezkaza rüzgâr çıksa çok sevinir, "bak tanrı yanına aldı" diye bağırırlar.
İbn-i Fadlan gördüğü sahneden ziyadesi ile müteessir olur, Ruslar alışıkındır, aldırmazlar.
Rus Knezinin 400 fedaisi vardır, bunlar tahtın etrafında dururlar. Taht bir nevi nbsp;platformdur üzerinde kırk tane kız hizmete koşar. Fedailer yer içer savaşır, yüreği ve damarı olan her canlının kanını akıtırlar. Prens tahttan inmez, toprağa basmaz, def-i hacetini bile orada giderir, saklanma ihtiyacı duymaz. Atına binmek isterse, hayvanı yanaştırırlar tahta.
Oysa Abbasiler tıpta, astronomide, cebirde, mimaride zirveye oynamaktadır o yıllarda.
İbn-i Fadlan'ın seyahatnamesinin kopyaları çoktur ama aslı Meşhet'teki, İmam Ali Rızâ hazretlerinin kütüphanesinden çıkar (1923). Batılı araştırmacılar bu kaynaktan çok yararlanırlar.

nbsp;Açık hava müzesi Tataristan
SÜT BEYAZ AKMESCİD
Şehrin girişindeki "Akmescid"in etrafında ev, mahalle olmamasına rağmen cemaati eksik olmuyor, ecdad sevgisi ile yola çıkanlar burada buluşuyor, birlikte duruyorlar namaza. Caminin imamı Arslan Fahirüddin, Tatarların dine olan ilgilerinden memnun, gelecek hakkında ümitvar şeyler söylüyor.
nbsp;Açık hava müzesi Tataristan
İbn-i Fadlan'ın halifenin mektubunu sunduğu anı tasvir eden bir tablo.

ALMUŞ HAN
İlk Müslüman Türk Hanı
Biliyorum sayfaya sığmayacak ama biraz da Almuş Handan bahsetsek iyi olacak... Efendim İlteber Almuş oğlu Şilki Yıltıvar bir rüya görüyor ve kendi arzusu ile Müslüman oluyor. O günlerde Yahudilerin yönlendirdiği Hazarlar'dan çok çekiyor. Abbasi Halifesine de bir mektup yazıyor, mühendis, hekim, eczacı talep ediyor. Eh biraz da para. O günlerde bir kale yaptırmaktadır zira.
Halife Muktedir Billah, Almuş Hanın mektubunu cevapsız bırakmıyor. Hemen bir heyet çıkarıyor, ünlü seyyah İbn-i Fadlan'ı da katıyor aralarına.
İbn-i Fadlan usul erkan bilen bir insan, doğrusu bu vazifeye yakışıyor. Ancak mesafeler dudak uçuklatıcı, ekip Bağdat'tan bir yaz günü çıkıyor ama Urgenc'e vardıklarında kış bastırıyor, nasıl tipi, nasıl fırtına. Sahra dümdüz kesiliyor, yanlış bir adımla derin çukurlara düşebiliyorsunuz pekâlâ…
Urgenç Valisi "kalın burada" deyince heyet de makul görüyor, kapanıyorlar hanlara. Lakin İbn-i Fadlan bir an önce emaneti yerine vermeyi arzuluyor, dört sadık adamını alıp çıkıyor yola. Hatta kale parasını da götürmeyi istiyor ama havaliyi bilenler "canına mı susadın" diyorlar, "o kadar altınla ne işiniz var sahrada?"
Seyyahımız yolda hayatının en sıkıntılı anlarını yaşıyor, nefes almadan on gün yürüyor, o soğukta abdest alıyor, alınlarını koyuyorlar buza.
Ve Allah'ın yardımı ile Bulgar kentine vasıl oluyorlar. Almuş Han onları büyük bir hürmetle karşılıyor.
Beklenen sual
İbn-i Fadlan'ın içinde bir ilinti, hükümdarın kale için istediği parayı sormasını bekliyor, nitekim korktuğu başına geliyor, bir gün çadırına çağırıyor ve mevzuyu açıyor: "Halife hazretleri mektubu size verdi değil mi?"
- Evet, bizzat.
- Peki hani burada zikredilen para?
- Arkadaşlarımız Urgenç'te kaldılar, havalar yumuşayınca yola çıkacak, bize ulaşacaklar.
- Lütfen paralar!
Hakan'ın sesi sanki küp içinde konuşuyormuş gibi yankı yapıyor. Zaten heybetli bir komutan, İbn-i Fadlan'ı korku sarıyor. Hani başına bir şey geleceğinden değil Müslümanlara olan güvenin sarsılmasından çekiniyor. Günlerdir anlattığı bunca fıkhi mesele, düzelttiği onca yanlıştan sonra...
O günden sonra Türk Hakanı onlara şaibeli muamelesi yapıyor, diğerlerini hapsediyor ama İbn-i Fadlan'a "seni bir kere Hazret-i Ebu Bekir'e benzetmişim" diyor "gayrı kıyamam sana. Ama sen de 'Sıddiyk ol', hayallerimizi yıkma!"
nbsp;Yine bir gün İbn-i Fadlan'ı kenara çekip soruyor: "Köleleştirilmek istenen zayıf bir kavme, diğer müminler yardım gönderse, taşıyanlar da ihanette bulunsalar?
- Asla caiz değildir, suçlu sayılırlar.
- İcma ile mi ihtilaf ile mi?
- İcma ile.
- Peki halife üzerime ordu gönderse hakkımdan gelebilir mi?
- Gelemez, hem mesafe uzak, hem de arada bir sürü putperest kavimler var.
- Ama bak ben buna rağmen halifenin adı geçince titriyor, bedduasını almaktan çekiniyorum. Peki siz nasıl oluyor da Halifeyi hafife alabiliyorsunuz acaba?
- Peki siz ne diye bu yardım işini büyütüyorsunuz. Görüyorum ki ülkeniz büyük, adamınız çok, ambarlarınız silme samur kürk dolu, zikrolunan kaleyi yaptırmakta zorlanacağınızı sanmam.
Hükümdar mânâlı mânâlı gülümsüyor, "İstesem bu kaleyi som altından yaptırabilirim" diyor, "ama içinde halifenin payı olsun. Zira onun gönderdiği para daha helâl, bahtı daha açık ve şüphesiz duası daha müstecaptır!"
Sükuut.
Ne diyebilirsin ki başka?
nbsp;Açık hava müzesi Tataristan
CAMİ AVLUSUNDA KİLİSE
Bulgar Ulu Camisi'nin minaresi dimdik ayakta. Nasıl bir mantıktır bilinmez 18. asırda Ruslar caminin avlusuna kilise oturtmuş.
nbsp;Açık hava müzesi Tataristan
TEK BİR ÇİVİ YOK
Tatarlar ahşabı çok güzel işliyor. Tek çivi kullanmadan kütükleri birbirine oturtuyor, dört katlı apartman yüksekliğinde binalar yapıyorlar ustalıkla.
nbsp;Açık hava müzesi Tataristan
EN BÜYÜK MUSHAF-I ŞERİF
Dünyanın en büyük Mushaf-ı şerifi bu şehirde… nbsp;Kapağı; zümrüt yakut, inci, mercanla donatılmış. Ağırlığı ise 500 kilodan fazla…
nbsp;Açık hava müzesi Tataristan
Bulgar şehri âdeta açık hava müzesi. Tatar evleri çok sade, insanı sımsıcak kucaklıyor.
nbsp;Açık hava müzesi Tataristan
Kapı önlerinde hem at arabası, hem de at kızağı var. Ve tabii ki cins atlar geziniyor avluda.


İRFAN ÖZFATURA / TAVAN ARASI
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...