Adını yazmaktan aciz çocuklara felsefe öğretmek

A -
A +
Feridun Ağabey, eğitimden bahsetmek sıkıcı hâl alsa da... Bu acı gerçekleri yetkililerimize yine siz duyuracaksınız… Bakın birkaç önemli tespitte bulunuyorum:
1. Epey zamandır eğitimciyim. Kitaplar yazıp yayınladım. Bu çalışmalarımdan ötürü hiçbir üst yönetici, kuru bir teşekkür dahi etmedi... Ayrıca, 2 yıllık meslek yüksekokulu mezunu, hiçbir eseri olmayan kişilerle de hemen hemen aynı maaşı alıyorum.
2. Yüksek Lisans diploması alayım dedim. İş yükünün ağırlığından, derslerin paralı oluşundan, çalıştığım okula 120 km uzaktaki bir üniversiteye gitmek zorunda olmamdan, akademisyenlerin dersleri gayri ciddi işlemelerinden vb. ötürü eğitimi dondurmayı yeğledim.
3. Çalıştığım kurumdaki internet üzerinden mühendislik diploması almış teknisyen benden yaklaşık 2 bin TL fazla maaş alıyor. İlkokul mezunu kardeşim belediyede sendikalı işçi olup benden fazla maaş alıyor. Yeni göreve başlayan polis, astsubay, uzman erbaş vb. arkadaşlar bizden fazla maaş alıyor.
4. Yüksek Lisans, doktora yapan eğitimciler yasal mevzuat sebebiyle okullarında çok faydalı olamıyorlar. Haddizatında (aslında) üniversitelerde görev yapan akademisyenlerin de dişe dokunur bilimsel ürün verdikleri, patent aldıkları görülemez olmuştur.
5. AB ERASMUS projelerinin teoride çok faydası var. Ancak projelerin çoğunluğunu artık okullardaki öğretmenler yazmıyor. Proje yazım(!) ajansları çok fazla türedi. Bunlar her şeyi kitabına uydurarak yürütüyorlar. Birçok proje kâğıt üzerinde mükemmel görünüyor ama faydalılık noktasında sıkıntı pek çok. Aracı kurumlar okullardan yüzde 5-20 arası pay alıyor. Yetkililer bu konularda okulları uyarıyorlar. Ama değişen pek bir şey olmuyor.
6. Zorunlu temel eğitimin, İsviçre gibi eğitimde başarıyı yakalamış model ülkelerde bile 9 yıl iken bizde 12 yıl olmasının ne gibi bir yararı vardır? Aksine lisenin zorunlu olması boşuna enerji tüketimidir. Adını yazmaktan aciz çocuklara felsefe, coğrafya, İngilizce, matematik, fizik, kimya, biyoloji, edebiyat öğretmeye çalışmanın ülkeye zerre faydası yoktur. İlk ve ortaokulda sınıfta kalmak çok zor olduğundan liseye gelen öğrencilerin yüzde 20 kadarlık dilimi doğru düzgün yazmayı ve okumayı bile bilmemektedir.
          Bir Öğretmen
 
 
Nevşehir'de cuma namazı neden kısaldı?
 
“Nevşehir'de bulunan bazı camilerde son bir yıldır cuma namazında imam efendi farzdan sonra cumanın son sünnetini kılmakta ve tesbihata geçmektedir. Cemaatten bazıları tesbihata iştirak etmekte; çoğunluk ise zuhr-i ahir ve vaktin son sünnetini kılmaya devam etmektedir. Bu esnada camide hoş olmayan çok enteresan görüntüler zuhur etmektedir.
Değişikliğe anlam veremeyen cemaatin çoğu, namazı yıllardır kıldığı gibi eda etmektedir. Ayrıca bu değişikliğin sebebini sormakta; bir yıldır tatbik edilen bu hususu anlamaya çalışmakta ve tesbihata ve duaya iştirak edememenin üzüntüsünü taşımaktadır. İlk önceleri üniversite camiinde talebeler imtihanlara yetişmesi için böyle kılındığı söylendi. Ancak gelinen noktada durumun böyle olmadığı şehrin geneline yayılmaya çalışıldığı görülmüştür.
Biz yıllarca cuma namazını ecdadımızın naklettiği şekilde; 16 rekât olarak kıldık. Şimdi ne oldu da cuma namazı 10 rekâta indirildi? Diyanet İşleri ecdadımızdan günümüze kadar cuma namazlarının fazla kılındığını mı tespit etti? Camilere tabure ve sandalye meselesinde olduğu gibi gerekli tedbirler vaktinde alınmaz ise bu kısaltmanın telafisi mümkün olmayacaktır. Bu hususta efkâr-ı umumiye izahata muhtaçtır.”
        Mehmet Ali Parlak-Nevşehir
 
 
Birbirinize ziyarette bulunun, birbirinizle konuşun
 
“Yine bu köşede çok çok öncelerden uyarmıştık. İnsanlar ev ziyaretlerini bıraktılar diye. Bu hoş gelenek unutuldu veya unutturuldu diye. Öte yandan komşuluk geleneğinin en önemli unsurlarından olan akşam pişen bir tas çorbadan komşuya da vermek, bir aşure yaptığında, bir çörek yaptığında bir kek yaptığında komşuya da ikram etmek geleneği unutuldu. İnsanlar hayatta yalnızlaştı ve yalnızlaştırıldı demiştik. Komşuluk kontrol kültürüdür sahip çıkmak kültürüdür güç kuvvet kültürüdür demiştik. Şimdi insanlar birer ikişer evlerinde yalnız ölüyorlar… Şimdi tehlikenin bir başka boyutuna daha dikkat çekiyoruz… Günümüz insanının merhameti, iyiliği, öfkesi, nefreti her neye varsa hapsi sosyal medyaya taşındı… Söyleyeceği eleştiriyi söyleyip, söyleyeceği övgüyü yapıp konuyu kapatıyor. Acınası olaylara bir beğeni işaretiyle destek veriyor vicdanını rahatlatıyor. Nefret ettiği olaylara tepkisini sosyal medyadan yapıp vicdanını rahatlatıyor. Sonra hayatına devam ettiğini sanıyor. Oysa o da hayatını devam ettiremiyor. Hayatı sanal dünyadan ibaret… Gerçek hayatta onun da bir arkadaşı, bir komşusu, bir oturup sohbet edebileceği kimsesi yok… Ve bu öyle bir sosyal veba ki bunun sonu bunalımı getiriyor… Bunalımdan çıkamayan insanlar dertlerini paylaşabilecekleri 'insan' bulamadıkları için hayatlarının anlamı kalmıyor. Birbirini öldüren, intihar eden insan haberleri bu sosyal çözülmenin ayak sesleridir. Bunun parasızlıkla alakası yok... Maddiyatla alakası ok... Yaşlılıkla da alakası yok... Yalnızlıkla da alakası yok... Bu hayatta hayatı gerçek yaşamamanın verdiği sonuçlar…” (F.A.)
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.