Herkesi memnun etmek mümkün değil

A -
A +
"Herkes tarafından sevilmek pek mümkün değil maalesef. Çünkü her birey sizi kendi menfaatleri ve çıkarları doğrultusunda yargılayacaktır. Eğer karşıdakinin işine yarıyorsanız sizden iyisi yoktur. Eğer sizin işinize yarıyorsa o kimse değerlidir. Eğer sizin bir gün işinize yaramasa, bütün yaptıkları iyilikleri bir tarafa bırakıp o kimsenin ne kadar kötü insan olduğunu etrafınıza yayıyorsunuz. Yedi sene elinden tuttuğum yardım ettiğim, yol yordam öğrettiğim özbeöz dayımın oğlu, yaptığı hatalardan dolayı artık kendisine satması için ürün vermediğim için bana düşman kesildi. Onun gözünde şimdi benden daha kötüsü yok. Ama ürün vermeyi kesmeden önce onun en sevdiği kimse bendim. Şimdi ortak dostlarımız veya tanıdıklarımız arasında dolaşıp duruyor hâlimiz. Üzülüyorum, 'kafana takma' diyorlar. Kendimi savunmak için atarlanıyorum 'sakin ol kızma' diyorlar. 'Kapatalım bu meseleyi' diyorum, 'yoksa haksız sen misin?' diyorlar. Ne yapacağım bu çevrenin alakasız alakasıyla bilemiyorum. Neden kimse kendi işine gücüne bakmıyor da başkasının dedikodusuyla uğraşıyor ağabey? İyiyim veya kötüyüm kimseye ne? Benim kimseye bir zararım var mı? Yok! Kimseye borç takmış mıyım? Yok. Mal benim değil mi kardeşim. Üretiyorum kendimce… Ama sana her üretimden vermek zorunda mıyım? Bu konuda gerçekten kafayı yiyeceğim artık...” diyen Ankara’dan T. Mahir S. İsimli okuyucumuz bu konuda elbette karar sizin ancak, kafayı yiyecek derecede stres yapmanıza da gerek yok. Unutmayın Anadolu’da bu konuda güzel bir atasözü vardır. “Elin attığı taş ırak gider” derler. Yani başkalarının yaptığı söylediği dedikodulara kafanızı takmanıza gerek yok. Dayıoğlunuzun size karşı tavrının değişmesi de dediğiniz gibi bir durum. Menfaati bittiğinde de karşıdaki insana aynı sevgi ve saygıyı göstermek her babayiğidin harcı değildir. Bu gerçeği de düşünün...
 
 
Bu devrin insanı değil miyim ne?
 
“Ben bundan otuz sene önce doğmuşum. Buna rağmen kendimi bu dünyaya ait hissetmiyorum. Bu afili hayat bana çok geliyor. Hâlen Yeşilçam filmleri takılıyorum, türkü dinliyorum. Ben dış dünyadan gelen ekmek arası yassı köfteleri değil kendi milletimin ürettiği lahmacunları pideleri tercih ediyorum. Yiyeceklerimde gazlı içecek değil ayran içiyorum. Büyük küçük bilmeyen, anasının babasının yanında en safça arkadaşım diyerek manitasıyla takılan sosyal medyada kendini paylaşmaktan bir an geri durmayan özeli falan kalmayan kimselerden hazzetmiyorum. Bana göre herkes bir tuhaf olmuş. Kime sorsam ne tarafa baksam geleneklerimiz göreneklerimiz örf ve âdetlerimizi yaşayan bir insana neredeyse rastlamıyorum. Din adına konuşanların çoğunluğu bile dinimizi dedemizin ninemizin yaşadığı gibi yaşamayı bilmiyor. Her şey semboller arasında kaybolup gitmiş. Dedikodu yapıp, menfaat uğruna birbirinin yüzüne gülüp arkasından çevirmedikleri dolap kalmayanlardan nefret ediyorum ama toplum bu insanlardan kaynıyor… Ne diyeyim bilemiyorum...”
           Kerem Akgöz-İzmir
 
 
Dünü bugüne taşıyamayız; ama...
 
“Feridun Ağabey, sizden yaşça büyük müyüm bilemiyorum? Ben yetmiş yaşını geride bırakalı çok oluyor. Geçmiş yıllardan günümüze gelmesi gereken gelenek ve göreneklerimizin geçmiş yıllarda kalmasına üzülüyorum. Bizim zamanımızın bugüne gelmesi mümkün değil ama bizim o yıllarda yaşadığımız edep, ahlak, gelenek göreneğin dostluk ve kardeşliğin bugüne gelmemesine üzülüyorum.
Bizim gerek çocukluğumuzda gerek gençliğimizde insanlar birbirini sever sayardı. Hatır gönül vardı. Köylerde köy odaları olurdu. Oralarda gelip geçen misafirler ağırlanırdı. Yöresel yemekler ikram edilirdi. Odalarda salon başında duran sürahideki su asla bitmezdi. Takip edilirdi. Su ikram edilirken suyu bardağa sol elle döküp misafire sağ elle ikram edilirdi. Misafir suyu besmele çekerek ve oturarak üç yudumda içer, içtikten sonra da 'Elhamdülillah' dedikten sonra 'Ya Rabbi içmiş olduğum şu suyu, şifalı ve bereketli kıl' diye dua ederlerdi. O yıllarda insanlar asker arkadaşlarını yirmi otuz gün evinde ağırlayabiliyordu. O kadar birbirine merbut (bağlı) idi insanlar ve arkadaşlıklar. Şimdi değil bir arkadaşın misafiri olmak kendi çoluk çocuğumuzun evinde bile iki günden fazla kalamaz olduk...”
         Mustafa Ekinci-İstanbul
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.