Yeni ‘Şeytan İmparatorluğu’ mu?

A -
A +
ABD’de 1980’de Başkan seçilen Ronald Reagan, önemli işlere imza attı. O zamanki dünyada Sovyetler Birliği ile olan mücadele çerçevesinde ‘Yıldız Savaşları’ adı verilen bir projeyi başlattı. İlkel ve fakir Sovyetler Birliği bu projeyle rekabet edemedi. Sovyet Rusya 1985’ten sonra Komünist Parti Genel Sekreteri Mikhail Gorbachev tarafından açıkça itiraf edilen bir kriz dönemine girdi. Daha doğrusu, daimî krizde olan sosyalist rejimlerin perişanlığı artık daha fazla gizlenemez hâle geldi. Nihayet 1989’da Doğu Avrupa ülkelerinde ve 1991’de Sovyet Rusya’da ‘Kadife Devrim’ adı verilen gelişmelerle sosyalist blok dağıldı…
 
Reagan, komünist blokun ana ülkesi Sovyetler Birliği’ne ‘Şeytan İmparatorluğu’ adını vermişti. Bu adlandırma tüm ‘hür dünya’da hararetle benimsendi. Hakikaten, Sovyetler Birliği bütün insan hak ve özgürlüklerinin rafa kaldırıldığı, insanların işbaşına gelecek siyasetçileri belirlemede hiçbir hak ve yetkiye sahip olmadığı, totaliter bir ülkeydi. Batı’ya karşı sadece silahlarıyla değil, mükemmelleştirmiş olduğu muazzam bir dezenformasyon mekanizması ve tüm Batı ülkelerindeki ideolojik ortakları vasıtasıyla da bir mücadele yürütmekteydi. Bütün bunlara bakarak Sovyetler Birliği’nin bir 'şeytan imparatorluğu' olduğuna hükmetmek kolaydı…
 
O yıllarda Batı dünyası, özellikle de ABD, Sovyetler Birliği ile kıyaslandığında âdeta kusursuz gibi görünmekteydi. Kıyas, iki blok arasındaki farkları çok bariz biçimde ortaya sermekteydi. Ne var ki uzun vadede Sovyetler Birliği’nin batışı Batı’nın da aleyhine oldu; çünkü negatif referans noktaları ortadan kaybolmuş ve gözler içeriye dönmüştü. Zamanla Batı blokunun zaaflarına, Sovyetler Birliği’nin yaptıklarıyla kıyaslanabilecek manevralarına ve akıl ve ahlâk dışı operasyonlarına ilişkin bilgi ve belgeler ortaya çıkmaya başladı...
 
Bugün geldiğimiz noktada artık ABD’nin Soğuk Savaş yıllarında sanıldığı kadar temiz ve ilkeli olmadığı biliniyor. ABD elbette Sovyetler Birliği gibi açık bir ilkesizlik ve işgalcilik politikası yürütmüyor; ama ilkeli ve tutarlı hareket ettiğini söylemek de güç. Amerikan yönetimi ulusal çıkar algılamasına göre ülkeler arasında ayrımlar yapıyor. Demokrasi ve insan hakları kavramlarını sevmediği idarecilere karşı silah olarak kullanırken; ittifak içinde olduğu ülkeler söz konusu olduğunda görmezden geliyor. Sisi örneğinde olduğu gibi sadece darbecilere destek vermekle kalmıyor, geçenlerde eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un da itiraf ettiği üzere, darbelerin düzenlenmesinde de rol alıyor. Kendisi Guantanamo Kampı’nda her türlü hak ve özgürlük ihlâlini gerçekleştiriyor ama dünyaya insan hakları vasisi gibi davranabiliyor. ABD’nin sözüm ona sivil toplum kuruluşlarının raporları aracılığı ile istemediği rejimlere karşı o ülkedeki sivil toplum unsurlarını manipüle etmeye çalışabiliyor…
 
ABD’nin Türkiye’ye karşı tavrı da açık, ilkeli ve tutarlı olmaktan uzak. Türkiye’de FETÖ’nün darbe teşebbüsü sırasında sanki eşit meşruiyete sahip iki aktör savaşıyormuş gibi taraflara itidal tavsiye etti. FETÖ elebaşını ülkesinde tutmakta ve ısrarlı ve belgeli taleplerine rağmen Türkiye’ye iadeden kaçınmakta. S-400 aldığı için Türkiye’ye yaptırım uygulamakta, F-16 satışında ayak sürümekte ama yine S-400 alan Hindistan’a karşı bir şey yapmamakta. Türkiye’nin çetin bir mücadele yürüttüğü PKK ile bir tür iş birliği içinde…
 
Bütün bu özelliklerine ve yaptıklarına dayanarak ABD’nin Sovyetler Birliği’nden çok da geride kalmayan yeni ‘Şeytan İmparatorluğu’ olduğu veya olma yolunda ilerlediği söylenebilir mi?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.