Oryantalizm ve tuzakları

A -
A +

Oryantalistler, İslami konularla ilgili çalışmalarında hedeflerini gerçekleştirebilmek için Felsefeyi kullanırlar. Çünkü Felsefede önce akıl ve mantık, sonra dini ölçü gelmektedir.

İmam-ı Gazali “el-Munkızu mine’d-dalal” kitabında Felsefecileri bazı noktalardan eleştirmiştir.

Gazali’ye göre Felsefeciler, 3 konuda küfre düşmüşler, 17 konuda da bid'at ehli olmuşlardır. Küfre düştükleri üç meselede bütün Müslümanlara muhalefet etmişlerdir.

Bu 3 konu şöyledir:

  •  Öldükten sonra dirilme, cesetlerle değil ruhlarladır.
  •  Yüce Allah, külliyatı bilir, cüz'iyyatı/küçük şeyleri, ayrıntıyı bilmez.
  •  Âlem ezelî (öncesi yoktur) ve ebedîdir (son bulmayacaktır).

Aristo, Sokrat ve Eflatun gibi Felsefecilerin bu görüşte olmaları çok tabiidir. Çünkü bunlar eski Yunandaki din ve alem konusundaki inancı temsil etmektedirler.

Burada çok dikkat edilmesi gereken bir konu vardır, o da İslam coğrafyasında Müslümanlar tarafından bu üç hipotezin doğru kabul edilme tehlikesidir.

Gazali, “Tehâfütü’l-felâsife” isimli kitabında, Felsefecileri, Felsefe konularını ve İslam’da felsefe ile uğraşan İbn Sina ve Farabi’yi çok ayrıntılı bir şekilde açıklamaktadır.

Türkiye’de Yunan Felsefe sistemine hiç “ancak” ve “fakat” koymadan inanan bütün ilâhiyatçı felsefeciler, Gazali muarızıdırlar.

Ülkemiz’de İslam’da Felsefenin tehlikelerine işaret edildiğinde ters bir diyalektik ile Kur’an’daki akılla ilgili “düşünmüyor musunuz?”, “onlar akletmezler mi?” gibi ayetler ileri sürülmektedir. Hatta bu ayetleri bazı ilim yoksunları, herkesin İslam’da içtihad yapabileceğine yorumlamaktadırlar.

İslam’da Akaid esasları, Kur’an-ı Kerim ve Hadislerle beyan edilmiştir. Bunları İmam-ı Nesefi ve Taftazani gibi alimler, maddeleştirerek ümmete sunmuşlardır. Neyin iman, neyin küfür olduğu açıklanmıştır.

Yüce Allah, küçük şeyleri, ayrıntıyı bilmez demek “küfür”dür.

Alemin/Evrenin ezeli olduğuna, yaratılmadığına inanmak, “küfür”dür.

Yüce Allah, alemi yarattı, sonra bir kenara çekildi demek “küfür”dür.

Görüldüğü gibi, Oryantalistler, Sünni İslam’ı tahrip etmek için Felsefe ve İslam’da Felsefe’yi kullanmaktadırlar.

“Felsefe Fakültesi” Dosyası

Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden Niyazi Kahveci başkanlığında bir grup Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Sn. İbrahim Kalın’ı ziyaret ederek kendilerine Felsefe Fakültesi kurulmasıyla ilgili bir dosya sunmuşlardır.

Bu Felsefe Fakültesi fikrinin acaba kaynağı ne olabilir? Bu Fakültenin kurulmasıyla ne amaçlanıyordu? Açıkça bir Neo-Haşhaşi ve Oryantalist işbirliğine mi gidiliyordu? Yoksa Gazali hedef alınarak, kripto Haşhaşi ve Selefiyyeciler mi yetiştirilmek isteniyordu?

Aynı Üniversite ve aynı Fakültede meşhur Caner Taslaman (Felsefeci), aşağı yukarı her gün çeşitli TV’lerde hadis ve Fıkıh başta olmak üzere Sünni İslam tenkitçiliği yapıyor.

İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden M. Nur Doğan (Edebiyatçı), “akl”ı esas alarak TV’lerde alanı olmadığı halde hadis tenkitçiliği yapıyor.

Abdülaziz Bayındır, “akl”ı esas alarak ve şiddetli bir Sünni Müslüman karşıtı olarak Allah’ın ma’dumu, neticede gaybı bilmediği hezeyanında bulunuyor.

Bayraktar Bayraklı, nakli hiçbir rivayet kullanmadan tamamen akıl ve mantık çerçevesinde Kur’an’ı Tefsir ettiğini iddia ediyor.

Mustafa İslamoğlu (Şii itikadlı olarak) senelerdir TV’lerde, hem de iktidarın kuruluş ve kurumlarında akıl, mantık ve şii doktrin doğrultusunda Hadis ve Fıkıh tenkitçiliği yapıyor.

Oryantalistlerin Ağına Takılan M. Carullah  

Musa Carullah kimdir? Bir ilim adamı mı, yoksa misyoner kökenli uluslararası bir projenin temsilcisi midir?

Bu konuda Carullah, çeşitli açılardan ele alınıp incelendiğinde şu tespitler ortaya çıkmaktadır:

Musa Carullah diyor ki:

Medreseler, bedenleri, dimağları ve kalpleri tahrip etmektedir.

İçtihad, son bulmamıştır. Mezheplere uymak bir hüsrandır.

Cehennem hayatı sonsuz değildir.

Kafirler, Cehennemde sonsuz kalmayacaklardır.

Allah’ın rahmeti kafirleri de kuşatmıştır. Onlar da rahmete kavuşacaklardır.

Alimler, kader konusunu yanlış anlamışlar ve aktarmışlardır.

Şimdi bu maddeler arasında 1., 2. ve 6. Maddeler tevil edilebilir, ama 3., 4. ve 5. Maddelerin tevili İslam’da Sünni itikada göre mümkün değildir? Kaldı ki, kafirlerin Cehennemde ebedi kalacaklarına dair çok açık bir çok âyet-i kerime vardır.

Mehmet Görmez, M. Carullah’ın çeşitli eserleri üzerinde çalışma ve araştırmalar yapmıştır.

Acaba Carullah’ın yukarıda kaydedilen inanç ve fikirleriyle ilgili bir eleştirisi olmuş mudur?

 Hadisler Üzerinde Şüphe Uyandırma

Oryantalistlerin hedeflerine göre, İslam’ın ikinci derecede kaynağı olan Hadislere bir operasyon yapılması gerekiyordu. Yüzyıllar boyunca “cerh ve ta’dil” ilmi ölçüleri çerçevesinde hazırlanan ve Muhaddislerce ortaya konan Hadis külliyatı, masaya yatırılıyordu. Akıl ve mantığa aykırı, sözde kadını aşağılayan, çağdaş sisteme uymayan ve “uydurma!” gibi gerekçelerle çalışmalar yapılıyordu. İslam’ın hüküm istinbatında kullanılan en önemli dayanaklarından biri olan Hadis, şüpheli sıfatıyla sorguya alınıyordu.

Oysa Hadisler, ravilerden Hadis Usulü ve Cerh ve Ta’dil ilmi çerçevesinde toplanarak Sahih, Sünen, Müsned, Musannef, Mu’cem ve Müstedrek gibi isimler altında kitaplaştırılmıştır. Bu zor ve şerefli işi yapanlara Muhaddis denir.

Muhaddisler:

1) Muhaddis 2) Hafız 3) Huccet ve 4) Hakim olmak üzere dört dereceye ayrılırlar.

Muhaddis sayılabilmek için 20 bin, Hafız için 100 bin, Huccet için 300 bin ve Hakim için 800 bin hadisi, metin, senet, cerh, ta’dil ve diğer bakımlardan bilen (ezberleyen) kişidir.

Buhari, Muslim, Tirmizi, Ebu Davud, İmam Malik, İmam Şafii, Hakim, Darakutni, Taberi ve Kurtubi’nin hepsi hadis ilminde Hakim derecesine ulaşan Muhaddislerdendir.

Şimdi 1300-1400 yıl öncesine gidilerek ve yüzbinlerce âlim yok farz edilerek İslam’ın yeniden yorumu olan “Hadislerle İslam” adı altında Hadisleri “ayıklama” çalışması yapacak komisyon kuruldu ve çalışmaya başlandı. Elbette komisyonun isminde açıkça “ayıklama” geçmiyordu. Tenkitler gelmeye başlayınca, reis A. Bardakoğlu, bu projenin yürütücüsü olan M. Görmez ile birlikte kameraların karşısına geçerek, bu çalışmanın bir “ayıklama” değil, sadece hadisler üzerinde yapılan bir çalışma olduğunu açıklıyordu.

Fakat gazetecilerden biri şu soruyu soramadı: Komisyon, niçin “Seçme Hadisler” ismiyle değil de “ayıklama” imajını uyandıran böyle bir çalışma yapıyordu?

Nitekim “Seçme Hadisler”le ilgili tarih boyunca birçok çalışma yapılmıştı. Hiç de tenkit konusu olmamıştı. Riyazu’s-salihin, Zübdetü’l-buhari, Tergib ve Terhib, Tecrid-i Sarih bunlardan bir kaçıdır.

Yoksa “Kur’an Müslümanlığı” fitnesinde olduğu gibi, 1400 yıllık bir süreçte yetişen yüz binlerce İslam alimi devre dışı bırakılarak İslam, Oryantalistlerin standartları çerçevesinde yorumlanmak mı isteniyordu?

Hadislerle İslam”ın fikri altyapısını ne oluşturuyordu?

Oryantalizm ve tuzakları

19. Yüzyılın sonundan itibaren Oryantalistler, İslam ülkelerinde genelde Tefsir, Fıkıh ve Hadis üzerindeki çalışmalarını yoğunlaştırmışlardır. İslam’da ikinci kaynak durumunda olan Hadisler üzerinde uyandırılacak bir şaibe, bütün İslami ilimleri etkileyecektir. Onun için İslam alimlerinin hadiste ve hüküm istinbatında kullandıkları, özellikle Zayıf, Mürsel, Münkatı’ ve Haber-i âhad gibi teknik kavramları kendilerine kalkan yaparak, akademik çalışmalarında ve eğitimde kullanmaya başladılar. Bu yaklaşım doğrultusunda öğrenciler yetiştirdiler ve unvanlar verdiler. Müsteşriklerden unvan alan bu Müslüman akademisyenler, ülkelerinde aşk ve şevk ile bunları yaymaya ve bu çerçevede öğrenciler yetiştirmeye koyuldular. Artık Amerika’ya, Fransa’ya ve Almanya’ya gitmeye gerek kalmadı.

Ankara İlahiyat’ta M.S.Hatipoğlu, H. Kırbaşoğlu ve M. Görmez’in çalışmaları, bu meyanda yapılan çalışmalardan sayılabilir. 1200- 1300 yıllık dönem ve bu zaman zarfında yetişen Muhaddis, Müctehid ve Ulema yok farz edilerek, İslam’ın ilk kaynaklarına dönülmek suretiyle İslam’ın yeniden yorumu gündeme getirildi.

Burada akla ziyan bu çalışmaların, beğenilmeyen, tenkit edilen ve uydurma olarak nitelendirilen hadis, siyer, tabakat, cerh ve ta’dil kitaplarındaki bilgi ve kavramlara dayanılarak yapılmasıdır! Haber-i âhad onlardan birisidir. Hijyenik şartlar altında ameliyat yapma (Müctehidler-Hakiki ulema) ile kasap bıçağı ile ameliyata girme (ideolojik ilim sahipleri) arasındaki fark gibi. Yakın tarihimizde Osmanlı Türkçesi ile aldığı notlarla Osmanlıcayı eleştiren bir Devlet başkanı (K. Evren) gibi. Nereden bakılırsa bakılsın bu, buram buram ideoloji kokan bir yaklaşım ve akıl tutulmasıdır!

***************

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.