Bunlar kimin diasporası?

A -
A +
Tansu Çiller'in bir dönem danışmanlığını yapan Mehmet Bican'ın 28 Şubat günlerini anlattığı kitabında okumuştum.
Şöyle diyordu: "Ankara gazetecileri meyhanede kafayı çekerken, kendilerini arayan İstanbul'a ‘Şu an Genelkurmay'dayım’ diye hava atarlardı."
Çünkü siyasetin ağırlık merkezinde o dönem asker vardı. Bu durum 2007'ye kadar sürdü. O zaman Ankara gündemini üç merkez belirlerdi.
Bir: Genelkurmay. İki: TÜSİAD. Üç: ABD Büyükelçiliği...
Bu üç merkezden gelen açıklamalar, sayfa sütunlarına dar gelirdi. 2007'deki 367 krizinin ardından Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesiyle normale dönmeye başladık. Ancak eski alışkanlıklar bir türlü bitmedi. O dönem iktidara, içeriden aba altından sopa gösterenler, bugün ayarı doğrudan ABD ve AB üzerinden vermeye çalışıyor.
Kendileri içeride kökü dışarıda bazı kaynaklar, daima farklı bir Türkiye görüntüsü oluşturmanın gayretini güdüyor. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüleri günlük olağan basın toplantısı düzenliyor. Burada her ülkeden gazeteciler merak ettikleri konularda sorular yöneltiyor. Gezi olaylarından beri neredeyse Türkiye o toplantıda içişlerini ilgilendiren konularla gündeme taşınıyor. Çanak bir soru yöneltiliyor, alınan cevap üzerine çoğu zaman “ABD’den uyarı” şeklinde iç kamuoyuna yönelik haberler yapılıyor. Berkin Elvan’ın ölümü, Okmeydanı’nda çıkan olaylar, Fazıl Say’a ceza verilmesi, Mustafa Balbay’ın tahliye edilmesi, internet yasası, Çarşı iddianamesi, Hürriyet gazetesine saldırı, paralel polislerin gözaltına alınması, akademisyenlerin bildirisi... gündeme getirilen konular arasında. Bunların hangisi ABD-Türkiye ilişkilerini ilgilendirir? Hiçbiri...
Gazetemizin uzun yıllar Washington temsilciliğini yapan emektar gazeteci Hasan Mesut Hazar’a sormuştum. Yıllarca o toplantıları takip etmiş biri. Hazar’a göre, bu tür yönlendirme hareketini Türk gazeteciler dışında yapan yok. “Bu sorular maksatlı. Algı operasyonu yapılıyor. Zira, alınan cevaplar sadece Türk medyasına yansıyacak türden. Demokrasi yok, diktatörlük var denilerek Türkiye şikâyet ediliyor. Eskiden Türkiye, hükümet değişikliği gibi önemli olaylarda ABD gazetelerine konu olurdu. Biz PKK ile alakalı her gün sorular yöneltirdik. 'PKK terörist' dedirtmek için. Yunanlı gazeteciler de Kıbrıs'ı sorarlardı. Aramızdaki bu yarış, alay konusu olacak kadar vardı. Niye? Kayıtlara geçsin diye. Şimdi herkes kendi niyeti istikametinde sorular yöneltip, gündeme getiriyor...”
Ayarcılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti sebebiyle çıtayı yükselterek işi hainlik raddesine vardırdı. Son bir hafta içinde öyle yalanlar yazdılar ki…
Cumhuriyet’i, Sözcü’sü, Bakış’ı, Karşı’sı, Birgün’ü…
“Erdoğan’ı kimse karşılamadı”, “Obama Erdoğan ile görüşmeyi reddetti”, “Erdoğan’ın korumaları böğürdü”, “Erdoğan ABD’de konuşacak düşünce kuruluşu bulamadı”…
Bunlar kendi cumhurbaşkanları aleyhine attıkları yalan başlıklardan bazıları…
Antiemperyalistler ama Erdoğan’a bir şey desin diye ABD’nin topuğunu yalıyorlar.
Yıllardır Amerikan 6. Filosu’nun denize dökülmesinin destanını anlatıyorlar ama aynı adamlarla yanak yanağa poz veriyorlar…
Kendi ülkelerine karşı…
 
 
İkiyüzlülüğün resmi
 
Can Dündar ve Erdem Gül’ün MİT tırlarını ifşa davasında mahkeme gizli oturum kararı verdi. Malum çevreler bu yeni bir şeymiş gibi gürültü kopardı: Vay efendim, gazeteciliğe gizlilik uygulanıyormuş!
Oysa hatırlayınız Ergenekon, Danıştay saldırısı, Zirve Yayınevi, Başbakanlık’a 'böcek' konulması, Yasa Dışı Dinleme, Selam Tevhid Kumpas ve hatta Cumhuriyet gazetesine molotof atılması gibi onlarca davada aynı karar alındı.
Geçmişte gizli duruşmalardan çarşaf çarşaf bilgi servis eden paralel gazeteciler ve muhipleri, bugün MİT tırları davasını eleştiriyor.
Duruşma salonlarında fotoğraf çekimine 2005 yılında AB uyum yasaları çerçevesinde yasak getirilmişti. Yeni dönemde gazeteler, Batı’da olduğu gibi yargılamaları ressamlar vasıtasıyla tasvir edecekti. Bu işi ciddiye alıp ressam tutan ilk gazete Zaman oldu. Ergenekon ve Balyoz duruşmalarını okurlarına ressamın gözüyle aktardılar. Ne var ki devran döndü. Bu sefer hakim karşısına kendileri çıktılar. Ve aynı gazeteler, bırakın resim yapıp fotoğraf çekmeyi, Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca’nın mahkemedeki savunmasının videosunu kaydedip yayınladılar.
Dün yargıda reform ödevi veren Batılılar da, kendi kriterlerine kendileri uymadılar.
MİT tırları davasını takip eden Batılı konsoloslar duruşmadan fotoğraf çekip servis ettiler. Yani, kuralları işlerine geldiği zaman hatırladılar, işlerine gelmediğinde deldiler.
 
 
Paralelsiz röportaj
 
Fehmi Koru, ocak başında Haber Türk’ten ayrılmış, bu isteğin gazete yönetiminden geldiğini duyurmuştu. O gün bugündür sesi çıkmayan Koru, 17 Aralık darbe sürecini anlattığı kitabıyla yeniden aramıza döndü. İlk röportajını da dün Hürriyet’ten Çınar Oskay’a verdi. Kavga patlayınca Pensilvanya’ya Erdoğan’dan bir mektup götüren Koru, o günlerde yaşananları anlatmış. Hem “Cemaat gücünü doğru değerlendirmedi. AK Parti’nin getirdiği farklı ortam kimyalarını bozan bir etki yaptı. Yurt dışındaki okul müdürleri o ülkelerin devlet adamları gibi oldu” diyerek Cemaate eleştiride bulunmuş hem de “Tek adam yönetimi gibi görünse de aşağıdan yukarıya ‘demokratik’ sayılabilecek bir yapılanma” diyerek övmüş. Ama asıl methiyesi Gülen’e… Tape’lerin yabancı bir el tarafından yapıldığına inanıyor, Gülen’in CIA ile ilişkiye girebilecek biri olmadığını, AK Parti’nin Erdoğan’ı 17-25 Aralık’ın bir darbe girişimi olduğuna inandırdığını söylüyor. “Gülen de yanlış yönlendirilmiş olabilir” diyor. Koru, Cemaati aklıyor… Röportajın içinde de tek kelime “paralel” geçmiyor…
.....
*Yeni Şafak’tan ayrılan Abdülkadir Selvi, Hürriyet ile anlaştı. Muhalif kesim bu transferin Hürriyet’in hükümete karşı teslim bayrağını çekiş olarak değerlendirdi. Oysa kazanan taraf Hürriyet. İyi bir kalemleri oldu…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.