Kudüs bizim neyimiz olur?

A -
A +
İsrail, Temmuz 1980’de Kudüs’ü başkent ilan etti. Dünya ayağa kalktı. Türkiye diplomatik ilişkileri en alt seviyeye indirdi. 6 Eylül’de Konya’da Millî Selamet Partisi büyük bir Kudüs mitingi düzenledi. Ancak iki gün öncesinden ordu karargâhının önüne görünmez eller tarafından “Şeriat İslam”dır afişi asılmıştı. Asker tahrik edildi. Tesadüfe bakın ki, mitingde "yeşil cübbeliler" belirdi. İstiklal Marşı okunurken bazıları ayağa kalkmayarak provokasyon yaptı. Ve bu miting 12 Eylül darbesine gerekçe gösterildi. O provokatörlerin kimler olduğu tespit edilemedi.
17 yıl sonra…
1997 yılının ilk ayının son gecesi, yılbaşında Ankara Sincan’da İsrail işgalinin protesto edildiği tiyatro oyunu sergilendi.
İran Büyükelçisinin de katılıp konuşma yaptığı gecede, ABD ve İsrail kınandı.
Olay iki gün sonra "Sincan’da şeriatın ayak sesleri" haberleriyle gazete sütunlarına taşındı.
O Kudüs Gecesi, tankların sokağa inmesine, 28 Şubat denilen melanetin başlamasına gerekçe gösterildi.
Necip milletimizin Kudüs hassasiyeti böylece iki büyük darbeye sos yapıldı.
Onun üzerinden ABD ve İsrail karşıtlığı törpülendi. 
Aradan yıllar geçti. İlk kıblemize karşı beslediğimiz samimi duygularımız aynı. Ancak Türkiye çok değişti.
Şimdi hep bir ağızdan milletçe haykırıyoruz. Birilerinin dayattığı sahte korkular olmadan, samimice: Kudüs onurumuzdur.
Kudüs bizim neyimiz olur?
 
Akran ve ekran baskısı
 
Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu, konferans için gittiği imam hatip liselerinde şahit olduklarını köşesine taşıdı.
Barbarosoğlu, liselerde, özellikle Anadolu İmam Hatip Liseleri’nde şiddetli bir 'akran baskısı'nın olduğunu söylüyor.
"Erkek arkadaşı olmayan kızlara 'ezik' muamelesinin yapıldığını" ifade ediyor. "Akran baskısı normal olmayı bir sevgiliye sahip olmak üzerine inşa ettiği gibi aynı zamanda o 'sevgili' ile ne kadar vakit geçirildiğini ispat etmeyi de şart koşuyor" diyor ve önemli bir hatırlatmada bulunuyor: "1970’li yıllarda da bazı kızların erkek arkadaşı olurdu. Ama onlar 'bazı kızlar' idi ve erkek arkadaşlarını herkesten saklı tutarlardı."
Toplum müthiş bir dönüşüm içinde.
Nesiller, sadece akran değil, ekran baskısıyla da karşı karşıya.
Sosyal medya âdeta mayınlı arazi. Diziler, gençlere hitap eden programlar "yasak meyve"lerle dolu. Bir dönem gençlerin yazıp oynadığı bir tiyatro programı vardı. Dört sezon sürdü. Neredeyse iki skeçten biri gençlerin -nikâhsız- "birlikte yaşamasını" özendiriyordu. Şimdilerde bunların devamı niteliğinde programlar var. Benzer konular işleniyor hâlâ.
Bir furya kopuyor, yıkıp geçiyor. Amerika'da her birine ayrı isim verilen kasırgalar gibi. Kiminin adı 'izdivaç' oluyor, kiminin adı 'aşk-ı memnu', kiminin adı 'kayıp arama.'
Bir ara sekiz ayrı dizide aile içi aldatma hikâyesi işlendi. Bu sıralarda her dizide mutlaka gayrimeşru bir çocuk bulunuyor.
Toplumun bünyesine uymayan ne varsa monte edilmeye çalışılıyor.
Hâliyle bilinçaltlarımız bombalanırken imam hatipliler de "payını" alıyor.
 
A Haber'e neden kimse sahip çıkmadı?
Kudüs bizim neyimiz olur?
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, A Haber ve ATV'ye "Boynunuza ne takacağımı iyi biliyorum" diyerek açık açık tehditte bulundu.
Bu, yenilir yutulur laf değil. Bir siyasetçinin, hele ki ana muhalefet liderinin sarf edeceği sözler hiç değil.
Hürriyet yazarı Ahmet Hakan'a biri yumruklu saldırıda bulunmuş, abartmıyorum 70 ayrı sivil toplum kuruluşundan kınama gelmişti.
Kılıçdaroğlu’nun hedefindeki kanallar, gün boyu yayın yaptı ancak etki oluşturamadı. Birkaç gazete dışında sahiplenen olmadı. Peki, neden?
Sanırım ilk sebep, sağ basının kamuoyu oluşturma konusundaki yetersizliğinden kaynaklanıyor. Ki bunu besleyen derinlerde yatan birçok saik var. Ama asıl sebep, söz konusu kanalların yayın çizgileriyle ilgili. Ama ne olursa olsun, üzerinde düşünülmesi gereken bir durum.
 
Reza'nın mumu
 
ABD'de devam eden Reza Zarrab davası sebebiyle, içeriden ve dışarıdan medya üzerinden Türkiye'ye karşı akıl almaz algı operasyonu yürütüldü.
Kimi "Zarrab itiraf edecek, ABD Türkiye'yi cezalandıracak" diye kendi vatanına müstemleke muamelesi yaptı. Kimi de mahkeme salonlarından anlık tercüme geçerek aklınca cepheye mühimmat taşıdı.
Ama ne oldu? Reza'nın mumu, üç günde söndü. Herifin bütün foyası döküldü, yalanları ortaya saçıldı, rezillikleri ifşa oldu.
Biz ne kadar anlatsak da bir kesim kulaklarını tıkıyordu.
Cüneyt Özdemir çıktı ve mahkemenin önünde şöyle dedi: “27 yıllık gazeteciyim, burada bir numara var. Lafı evirip çevirip bankalarımıza ve Erdoğan'a getiriyorlar. Bana kızanlar, Erdoğan'ı savunuyor diyenler olabilir ama içi boş bir şey söyleniyor. Bunun haber olacağı biliniyor. Ve bir bakıyorsunuz birkaç saat sonra haber oluyor. Reuters 'son dakika' geçiyor. NBS muhabiri 'günün haberi bu' diyor...”
Kafalarına dank etti.
Rüzgâr tersine döndü.
Bize doğruyu söyleyen/söyleyecek gazeteciler her zaman lazım.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.