Farklı bir cepheden

A -
A +
Suriyeli tartışması aldı başını gidiyor.
Suriyeliler bizde herkes için farklı bir şey ifade ediyor.
Fırsatçı ev sahibine göre yolunacak kiracı, atölyelere göre ucuz iş gücü, esnafa göre işgalci, deniz kıyısındakilere göre göz zevkini bozan mürteci...
AK Partililer ‘misafir’ diyor onlara, CHP’liler ‘beleşçi’…
Kimi göç haberlerini gösterip “Madem bayram yapacak ülkeleri var, gitsinler ve dönmesinler” diyerek homurdanıyor, kimi “Yurt mu kaldı birader, nereye gitsinler” diye itiraz ediyor.
              ***
Şüphesiz bu böyle devam etmeyecek.
Gün gelecek yeni bir Suriye kurulacak. Evli evine köylü köyüne çekilecek.
Ülkemize sığınıp vatandaşlık alanların arasından belki -İYİ Partili Ahat Andican gibi- milletvekili ve bakan çıkacak.
Kim bilir onlar da göçmen karşıtı olacak.
Türkiye’yi dua ile anan da olacak ‘mülteci yiyen ay yıldız’ tasviri yapan da…
Yeni bir nesil gelecek ve acıların hepsi ölenlerle birlikte unutulacak.
Bütün bu yaşananlar, tarih kitaplarında “Suriye iç savaşı 2011 - ?” diye iki paragraf yer tutacak.
              ***
Suriye iç savaşını yerinde takip eden meslektaşımız Cihat Arpacık bugünler unutulmasın diye bir kitap yazmış. Adı: Savaşın İnsanları. Kitap, bir gazetecinin cephedeki gözlemlerinden ve ateş hattındaki Suriyelilerle yapılan röportajlarından oluşuyor.
Öyle ibret verici hatıralar var ki…
Savaşta oğlunu kaybeden 72 yaşındaki emekli üniversite hocası Fayad Süleyman’ınki gibi.
Dünya malının hiçliğini ve ‘kuru soğan yer otururum, yeter ki vatanımda olayım’ ifadesinin ne kadar ‘dolu’ bir cümle olduğunu şöyle izah ediyor ihtiyar:
“O kadar bolluktaydık ki 50 yıl oturup yesek yine de tükenmezdi. Şimdi baykuş gibi oturup bekliyoruz. Hiç vermesem yılda 4-5 bin dolar zekât verirdim. Şimdi bana ‘Sana ne lazım amca’ diyorlar. Şehrime elbet döneceğim. Evimin yanına sebze meyve eksem bana yeter!”
              ***
Ya Bayırbucak Türkmen’i ‘Yaşayan Şehit’ Hasan’ın yarasına ne demeli?
“Dayım oğlu, teyzem oğlu peş peşe vuruldu. Ben de bir taşın altına sipere yattım. Bir anda kalkıp koşmaya başlamıştım ki kurşun karnımdan girdi. Arkadaşlar gelip alacaklarını söyledi. Üç gün bekledim kimse gelmedi. Hava soğuk, yağmur yağıyordu, karnım açtı. Sürünmeye başladım. Kaç gün kaç gece süründüm bilmiyorum. Bir ara kurşunun girdiği yerde kıpırtılar hissettim. Baktım ki yaram kurtlanmış. Uzaktan ezan sesi duyuluyordu. ‘Ya Rabbi beni bu ezanın geldiği köye ulaştır’ diye dua ediyordum. Sonunda köye ulaştım. Gece boyu köyü gözetledim. Rejimin askerleri var mı yok mu emin değildim. Köye ulaşınca öğrendim ki tam 41 gün önce vurulmuşum...”
              ***
Ya Ahmet Arnavut’un şuuru hangi ‘vatansever’de vardır?
Ahmet, Suriye ordusunda albaymış. İç savaş başlayınca ayrılıp Türkmen Dağı’ndaki direnişe katılmış.
“Osmanlı bizi buraya 500 yıl önce uç beyi olarak gönderdi. O gün bugündür nöbet tutuyoruz. Namaz kılarken sırtımızı Türkiye’ye verir, yüzümüzü Kâbe’ye döneriz” diyor.
Bayırbucak’taki Türkmen mezarlığının adını “Küçük Çanakkale” koymuş Albay Ahmet: “Bugünün Çanakkale’si burası gardaş!”
              ***
Baas zulmü altındaydılar, baskı görüyorlardı. ‘Yeter’ dediler. Protesto ettiler ama kurşunla, tankla, topla vuruldular. Kalanlar öldü, kaçanlar süründü. Geriye yazılanlar kaldı…
 
 
Düzenin hikâyesi
 
X Hanım Y Belediyesinde kadınlar için kurulan iletişim merkezinin müdiresiydi.
Eski bir radyocuydu ve başarılı bir iletişimciydi.
İşini iyi yapıyor, amirleri tarafından övgüye mazhar oluyordu.
Bir gün kendisine Z Hanım diye birisini getirdiler.
‘Hanımefendiye iş öğreteceksin’ dediler.
Gelen kadın, kırk yaşlarındaydı, lise mezunuydu, konuyla ilgili tecrübesi de yoktu. Danışmadaki kadının yanına bir sandalye attılar ve ‘Buradan başla’ dediler.
Fakat Z Hanım razı olmadı ‘Ben burada oturmam’ diye rest çekti.
Müdire Hanım, bu itiraza anlam veremedi ‘yukarıdan emirli’ olduğu için de üstelemedi. Bir hafta sonra belediye başkanının eşi geldi. Bir gösteri yapılacaktı. Müdire dâhil bütün kadınlar etkinlik için koştururken çırak Z Hanım, gidip başkanın eşinin yanına kuruluverdi. Müdire bu işe bozuldu.
Ertesi gün kadın niyetini açık etti: Bana iş değil müdürlük öğreteceksiniz!
Müdire şaşırıp kaldı. ‘Madem iş öğrenecekseniz, benim dediğimi yapacaksınız’ diye sert çıktı.
Bir gün sonra belediye başkan yardımcısı müdire hanımı odasına çağırdı ve sözleşmesinin feshedildiğini söyledi.
Gelen kadının çok nüfuzlu bir siyasetçinin yeğeni olduğunu öğrendi.
‘Sahi ya’ diye söylendi, ‘Soy isminden nasıl da anlayamadım?’
‘Hani benden çok memnundunuz’ diyecek oldu, diyemedi. Eşyalarını toplayıp çıkarken isyan etti: Zaten diğer kadınlar da birilerinin yakını. Bir tek ben yabancıydım! Şimdi tamam oldu…
Birbiri ardına CHP’li bazı belediye başkanlarının yakın akrabalarına koltuk dağıttığı haberleri çıkınca aklıma bunlar geldi.
Birinci ağızdan dinlediğim bu vakanın üzerinden birkaç yıl geçti.
Kadının, belediyenin, siyasetçinin kim olduğu hiç önemli değil!
Müdire hanım şimdi ne yapıyor, milletvekili yeğeni müdire olmuş mudur, bilmiyorum. Bildiğim; Türkiye’de düzen bu!..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.