'Tacizgate'in ucu bucağı yok

A -
A +


Cumhuriyet Halk Partisi örgütlerindeki taciz ve tecavüz vakalarının ardı arkası kesilmiyor. Her gün başka bir mağdure çıkıyor.
Gelişmelerin yakın takipçisi olduk. Deştikçe yeni vukuatlar ortaya çıktı.
Mağdurelerle görüşürken ünlü bir ailenin kızının da CHP'de taciz kurbanı olduğunu öğrendik. Kendisini aradık.
"Ailemin isminin bu rezillikle duyurulmasını istemem. Sizden çok özür dilerim, konuşamam" dedi.
Sonra "Lütfen bu işin peşini bırakmayın" diye ricada bulundu.
Kararına saygı duyduğumuzu söyledik, teşekkür ettik.
CHP'de mızrak çuvala sığmıyor! Kim bilir daha kaç hikâyenin üstü örtülüyor!
* Bu vesileyle kadın mağduriyetlerinden siyaset devşirmeye çalışan mor halkalıların, cinsini, cismini, cibilliyetini, ciddiyetini, ciğerini, cirmini gördük!
* Bir vakıfta yaşanan adi, alçak bir vakayı bütün dindarlara fatura eden ama mesele kendi adamları olunca bırakın itiraz etmeyi, itiraz edenin "frene bas, haklı olsan bile sus" diye nasıl baskı altına aldığını gördük!
* Tacizi "yetişkin insanlar arasındaki olay" diye tarif eden; tacizciyi "kadını 'yollu' diye düşünmüş olabilir" şeklinde aklamaya çalışan Can Ataklı gibi rezillerin çırpınışını gördük.
Sözcü, Cumhuriyet, Birgün gibi gazetelerin samimiyet kalibresini gördük!
* Susanları, susturanları, susturulanları gördük!
Bundan sonra ne söyleseler boş!

Ekrem Bey'in gazetecileri

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, geçen Halktv'ye konuk oldu.
Yazısından dolayı Fuat Uğur'u hedef alırken gazetemiz için de "O gazeteye gazete demeli miyiz, emin değilim" diye çirkin bir ifade kullandı.
Doğrusu Ekrem Bey'den hakkımızda güzel sözler duymayı beklemiyoruz elbette...
*Biz de CHP medyası gibi kendisini sütunlara sığdıramasak, CHP'li gazeteciler gibi uğruna klavyeler patlatsaydık...
* Sedef Kabaş gibi kendisini "Türkiye'nin kalbinin attığı her probleme kafa yoran, İstanbul'un geleceğiyle ilgili var gücüyle çalışan, hiç geri adım atmadan, sabırlı bir şekilde yoluna devam eden bir isim" diye vıcık vıcık peşrev çekerek sunsaydık...
* İstanbul'u su bastığında "Tatil senin hakkın başkan" diye yazsaydık; Elazığ depremine diye gidip Palandöken'e kayağa çıkınca Emin Çölaşan gibi "Erzurum tatiline gitmeyecektiniz. Bunların eline o kozu vermeyecektiniz. Ama iyi gidiyorsunuz. Sizi kutluyorum. Başarılarınızın devamlı olmasını diliyorum. Aman dikkatli olun. Saygılarımla" diye mektup döşenseydik...
* İsmail Küçükkaya gibi her sıkıştığında sabah programına çağırsaydık, otel odalarında can simitleri uzatsaydık...
Uğur Dündar gibi "Müthiş bir Q faktörü var", Ayşenur Aslan gibi "Sizin bir videonuz gönlümü kazandı" diye sevgi nağmeleri terennüm etseydik...
Şirin Payzın gibi çanak sorular yöneltseydik, Zafer Arapkirli gibi "Sanki İstanbul'u işgalden kurtardı" mesajları atıp kadehler kaldırsaydık...
Odatv gibi suikast hikâyeleri uydursaydık; Fatih Portakal, İsmail Saymaz, Merdan Yanardağ gibi Fazilet Durağı beceriksizliğini trol kumpası diye satsaydık...
-İstanbul'da taş üstüne taş koymadığını, belediyeyi 25 milyar lira borçlandırdığını yazmasaydık; temel atmamayı, borç bulmayı matah bir şeymiş gibi tanıttığını duyurmasaydık, Yenikapı'ya dizdiği hizmet araçlarını israf diye gösterip iki ay sonra yeni araç alımı için ihaleye çıktığını ifşa etmeseydik...
Bizim için de birkaç hoş şey söylerdi elbet...

Doğrunun alıcısı yok

İHA Gaziantep muhabiri sokağa çıkma yasağı uygulamasını görüntülüyordu. Caddede oturmuş müşteri bekleyen bir ayakkabı boyacısını fark etti. Hemen kamerasını çıkarıp röportaja başladı.
Adam adının Orhan Özcan, yaşının 43 olduğunu; dört çocuğunun bulunduğunu, kısıtlamadan haberinin olmadığını çünkü evinde televizyon bulunmadığını söyledi.
Haber servis edilince büyük ilgi çekti. Memleketin konuştuğu bir şeyden büyük bir şehrin göbeğindeki boyacının haberinin olmaması çarpıcı bir durumdu zira.
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin'in "Arkadaşlarımızla konuştum. Konuyla ilgileniyorlar. Orhan Özcan kardeşimiz bundan böyle TV haberlerini izleyebilecek, pandemi kısıtlamalarından haberdar olacak kısmetse" diye Tweet atması tartışmayı farklı bir boyuta taşıdı. Haber, sol medyanın körüklemesiyle Başkan Şahin'i linç kampanyasına dönüştü.
Birbiri ardına "Televizyon karın doyurur mu?" haberleri yapıldı. Şahin, "vatandaşın geçim derdini değil evde televizyonla aç kalması gerektiğini düşünen vicdansız başkan" ilan edildi. Sadece boyacıya televizyon göndereceği varsayımıyla verdikçe veriştirildi.
Başkan dün haberin kahramanını evinde ziyaret etti. Boyacının korktuğu için yanlış bilgi verdiği; isminin Orhan Özcan değil Mehmet Yüzgeç olduğu, çocuğunun bulunmadığı, devletten sosyal yardım aldığı tespit edildi.
Şahin, maddi yardımda bulundu, televizyon hediye etti, çocukları olmayan çiftin tüp bebek tedavisinde yardımcı olacağını söyledi...
Ama hakikat, yalan kadar kimsenin ilgisini çekmedi...

Kim haklı?

CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, Habertürk'te katıldığı tartışma programında "Ordu satılmış" şeklinde, akla ziyan, vicdana eziyet, çarpık, zelil, rezil, sefil bir ifade kullandı.
RTÜK, kanala beş kez program durdurma ve idari para cezası verdi.
Canlı yayın, ateşten gömlek!.. Konuklarınızın sizi zor durumda bırakıp bırakmayacağını bilemezsiniz. Benzer 'kazalar' her kanalın başına gelebilir.
Dolayısıyla faturayı kanala kesmek doğru değil. Belki moderatörün pasif kaldığı, yeteri kadar müdahale etmediği eleştirisinde bulunabilirsiniz.
Ama CHP'li vekilin haddi aşan sözlerini ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirmek de yanlış, o sözlerden dolayı kanalı sorumlu tutmak da...
Söz konusu kişi nihayetinde bir milletvekili. Ceza isteyecek ve fezleke düzenleyecek makamlar belli.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.