Clubhouse: Kahvehane eve gelmiş

A -
A +
  Sosyal medya uygulaması Clubhouse, dünyada yeni trend başlattı. Neredeyse bütün ünlüler orada. Clubhouse bildiğiniz Twitter'ın sesli hâli. Esasına bakılırsa sözlü edebiyatı gelişmiş, kahvehane kültürüyle yoğrulmuş, tanımadığı insanlarla bile geyik çevirmeye bayılan biz Türkler için iyi bir goygoy mecrası. Ancak uygulamayı ios'u olmayan giremiyor. Kullanıcılar odalara davetle katılabiliyor. Konuşmanız için moderatörün izni gerekiyor. Kayıtların tekrar dinlenemiyor olmasından mütevellit daha özgür. Mesela önceki akşam bir odaya takıldım. Solcu gazeteciler Kılıçdaroğlu'nu "geri zekâlı" ilan etmişti. Twitter'da yapsalar bunu yerler, paramparça ederler. Birikimini aktarmak veya birikimli insanlardan istifade etmek isteyenlere fırsat, boş beleşlere vakit doldurma aracı, bizim gibilere yeni haber kaynağı mecrası. Neticede sosyal medyada kurallar yeniden belirleniyor. Twitter, sesli sohbet özelliği olan Spaces'i geliştirmek ve getirmek için Breaker'ı satın aldı. Bu adım dengeleri değiştirir mi evet. Sesli platformlarda muhabbet hoş da benim merak ettiğim bir soru var: Facebook, Instagram, Twitter gibi platformlardaki yazılı ve görüntülü paylaşımlar çeşitli algoritmalar üzerinden kazanca tahvil ediliyor. Clubhouse sesli etkileşimden nasıl para elde edecek? Sesimizi satarak mı?   Eksik hikâyeler   Gazi ve Can... İki canciğer arkadaştı. Ankara Atatürk Lisesi'nden mezun olduklarında takvim yaprakları 1943 senesini gösteriyordu. Üniversiteyi ecnebi memleketlerde (böyle bir kanun var) okuyamaya karar verdiler. Devlet bursu almak için Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'in kapısını çaldılar. İmkânlar kısıtlıydı. Maarif Vekâleti, tek bir kişiyi gönderebilecekti. Bakan Bey, Gazi'yi odasına çağırdı. "Yurt dışına seni yollayacağız" dedi, sonra ekledi: -"Arkadaşın gidemez. Eğer onu yollarsak, Bakan kendi oğlunu kayırdı derler." Can, bakanın oğluydu. Gazi, odadan çıkıp Can’a durumu anlattı. Can "madem öyle" dedi, "Al biriktirdiğim bütün parayı sana veriyorum. Sen git kardeşim!" Aradan yıllar geçti. Can ünlü bir şair oldu; Gazi ise dünyanın en saygın beyin cerrahlarından, mikrosinir cerrahisinin kurucusu Gazi Yaşargil. Nasıl hikâye ama... Eğer bunu ve benzer hikâyeleri Yılmaz Özdil gibilerinden bu hâliyle dinlerseniz "Vay be eski CHP'li bakanlar ne adaletliymiş" dersiniz. Öyle değil tabii... On yıl kadar önce bir muhabir akıl edip Prof. Dr. Gazi Yaşargil'e yıllarca numune gösterilen böyle hadisenin yaşanıp yaşanmadığını sordu. "Hayır" dedi Yaşargil, "Ne bana burs verildi ne de Can’a. Hasan Âli Yücel, yanıma gelerek 'Gazi Bey, Can bana söyledi Viyana’ya gitmeye karar vermişsiniz. Ben de Can’ı İngiltere’ye göndereceğim. Lütfen onu ikna edin' dedi. Ben de ikna ettim. İkimiz de ailemizin imkânlarıyla yurt dışına çıktık." Bunu niye mi anlattım? Hiiç. Yılmaz Özdil, ODTÜ Rektörü Erdal İnönü'yü örnek gösterdiği yazısını okuyunca hatırıma düştü.   5 maddede neden Gezi olmaz!   Boğaziçi Üniversitesinde başlayan tartışmalar sürüyor. Muhalefet öğrenciler üzerinden alan açmak, iktidar Gezi hatırlatmasıyla saf dışı etmek istiyor. Eylemler akla "Gezi benzeri bir kalkışma olur mu?" sorusunu getirdi. Türkiye'de "olmaz" denilen birçok şey oldu. Her şey olur bu ülkede. Ama bence zor. Neden zor? Bir: Molotof’çu tipler medyadan tasfiye edildi. Bakmayın sosyal medyanın gazına. Gündemi yönlendirecek 2013 medyası yok. İki: Hükûmet Gezi ve 15 Temmuz'dan şerbetli. İktidar ne yapacağını bu sefer biliyor. Üç: İstihbaratta çok başlılık yok. Emniyet FETÖ'den temizlendi. Dört: Sivil iktidar Batı'ya bile geri adım attıracak kadar güçlü. Beş: Pandeminin olağanüstü şartları. Haa derlerse ki ne olursa olsun sokağı karıştıracağız, yine kaybederler. AK Parti tabanını toparlar, getirir bir anayasa... Onlara da "AKP anayasasını değiştireceğiz" diye bik bik ötmek düşer.   Alnı öpülecek adam!   Türkiye'nin Musul Başkonsolosluğu 2014 Haziran ayında terör örgütü DEAŞ baskınına uğradı. Başkonsolos Öztürk Yılmaz maiyetindeki 45 kişiyle birlikte esir alındı. Esaret tam 101 gün sürdü. Türkiye özel uçak gönderdi, diplomatlar ve aileleri 20 Eylül günü gözyaşlarıyla karşılandı. Başbakan Ahmet Davutoğlu havalimanında Başkonsolos Yılmaz'ı alnından öptü. O an çekilen görüntüler dünyada büyük yankı uyandırdı. ODTÜ mezunu Yılmaz, ilk kararname ile büyükelçi yapıldı. Tacikistan'a tayin edildi. Medyatik bir isim olmuştu. Ne var ki büyükelçiliğinin ikinci ayında istifa ederek CHP'den milletvekili adayı oldu. Ondan sonra "DEAŞ baskınında kendisini ‘Muhasebeci Kenan’ diye tanıttığı" ifşa edildi. Dalga geçildi. "Siyaset çocukluk hayalimdi" dedi Yılmaz. Ailesinin soldan geldiğini, CHP'li olduğunu söyledi. 1 Kasım seçimlerinde parlamentoya girdi. CHP'de genel başkan yardımcısı yapıldı. Aday olurken "CHP’ye millet için giriyorum, birini suçlamak için değil" dedi, Kılıçdaroğlu'nu suçladığı için partiden atıldı. Gitti kendi partisini kurdu. Şimdilerde herkese muhalefet ediyor. Boğaziçi Rektörü Melih Bulu'nun "Boğaziçi'ne rektör olma hayaliyle yaşadım. Siyasete CHP'de başladım. Ben de LGBT bireylerin haklarını ve özgürlüklerini savunan bir insanım" açıklamalarını dinleyince ve bir yüksek yargı mensubunu arayıp "gözaltındaki çocukları bırakın lütfen" diye ricada bulunduğunu duyunca Öztürk Yılmaz'ı hatırladım. Bence Bulu'yu Boğaziçililer boşuna protesto ediyor. Bilselerdi alnından öperlerdi.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.