Avcılar'da güvenlik ve rant ikilemi
İnsan ömrü iki bölümmüş. İlk yarısında gelecek zamana, ikinci yarısında da geçmiş zamana bakarmış.
Orta yaşı aşanların, yaşadığı çevre ve zamana uyamadığını anladığında geçmişe göç edip "Bizim oralar eskiden dutluktu, şu gördüğün gökdelenler de yoktu" diye tutturmasının sebebi bu olsa gerek. Galiba kimse bu akıbetten azade değil.
Kendimde yakaladığımdan söylüyorum bunu biraz da. "Haydi Abbas, vakit tamam" deyip kepenkleri kapatmıyor kimse şüphesiz. Ama, bu duyguya ihtiyacımızın olmadığını kim söyleyebilir?
Geçen gün Avcılar'a gittiğimde hissettim bunu. Yıllar evvel üniversite sınavlarına girmek için geldiğim İstanbul'da, kuzenimle birlikte tramvaya binip (boynuzlular vardı, onlardan) gittiğim Avcılar. Deniz kenarında, az katlı evleri, küçük bir meydanı, içinde havuzu, çevresinde kahveleri ve hasbıhal eden ahalisiyle sevimli bir sahil kasabası.
Şimdi gördüğüm Avcılar ise yürek burkucu.
Geçen ay "Avcılar, baştan aşağıya yenilenecek" diye bir gazete haberi vardı. İlçenin nüfusu 450 binden 750 bine çıkacak, dikey yapılaşma ile cadde ve park alanları büyütülecekmiş. Bu arada mahalleler de 50'şer dönümlük adalara ayrılıp çıkmaz sokaklarıyla adeta siteler oluşturulacakmış. Gittiğimde birkaç kişiye sordum, "Nasıl, bu dönüşüm sizi memnun edecek mi?" diye. Herkesin ortak sorusu şuydu:
"İyi güzel de ya deprem güvenliği?"
Doğru. Ama dikey yapılaşmayı zorunlu kılan da rantı güvenliğin önüne koymaktan kaynaklanmıyor mu? Kimse "benim için güvenlik önemli, yüksek kat değil, sağlam bina olsun" demiyor.
Ağır kaçacak ama söyleyeceğim. Kefenin cebi yok.