Leoparın ölümü

A -
A +
Dün twitter'da epey kızan oldu bana.Diyarbakır'daki leoparın öldürülmesine çok üzülmüştüm.Sırf  "Başka çare yok muydu? Et verilseydi, ölmeyecek şekilde ateş edilseydi ya da başka bir cisimle durdurulsaydı" diye çeşitli seçenekler içeren mesajlar paylaştığım için sert eleştiriler aldım.Bir iki örnek:Ajan-Pe: Sen rast gelirsen ikna edersin.Hasan Akçair: Hayatınızda size hiç köpek saldırmadı sanırım!!!Yıldırım Öz: Eminim siz olsaydınız korkudan tarardınız.Tuna Kuruçaylı: "Leopar bir çobanı vahşice parçalamış" diye devam etseydi haber? O zaman ne hissederdik acaba? Cevap?Erhan Hasanlar: Saldırı anında bir kuzu mu kurban etselerdi acaba?Seyyah Onur: Leoparın açılımdan haberi yok ve saldırıya geçmiş.Oysa Çoban Kasım Kaplan kolundan yaralanmıştı ve neredeyse yarası sıyrıktı. Üstelik ateş eden de kuzeni Mahmut Kaplan. Yani saldırıya doğrudan uğrayan kişi değil. Bir parça daha soğukkanlı olabilirdi belki, ne bileyim. Eline yeni silah alan kişiler değil ki bu insanlar...Az da olsa destekleyenler vardı.Ve bir not: Eski bakanımız Nimet Baş "çok üzücü" diye yazdı.
 
Leoparın kuyruğu
Bu leoparla başım dertte.Zamanında sevgili arkadaşım Turgut Yasalar'ın yazıp yönettiği "Leoparın Kuyruğu" filmini izlemiş ve beğenmiştim. Cesurdu, yürekli bir filmdi. 1970'lerde idam edilecek arkadaşlarını kurtarmak için bir Amerikan askerini kaçırarak dağ evine sığınan 5 gencin maceralarınıhikâye etmekteydi.Filmde bu gençlerin birbirlerini vurdukları da anlatılır.Kıssadan hissesi ise bir Afrika atasözüdür:"Leoparın kuyruğunu tutma, tutarsan da bırakma!"İçinden çıkamayacağın belalı işlere bulaşma der hülasası. Bulaştıysan da kontrol altında tut.Birtakım acemilikler barındırsa da cesur, öz eleştirisi olan yürekli bir filmdi. 1998'de böyle bir filmi çekmek sol tabuları sarsmak açısından zordu. Nitekim filme bugünün HDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü büyük tepki gösterdi ve yerden yere vurdu.O vakitler Radikal gazetesinin haftalık Pazar ekine yazıyordum. Kürkçü'nün "devrimcileri" anlatacak bir filmden maksimalist tarzda, âdeta bir resmi cumhuriyet filmi  bekleyen eleştirisine karşı "Kuyruk acısı" adlı bir yazı kaleme aldım. Şiddet odaklı siyaseti hedef alan bir yazıydı. Radikal 2'nin yayın yönetmeni Tuğrul Eryılmaz'ın yerine Yazgülü Aldoğan bakıyordu. O dönem Yazgülü Aldoğan'ın ideolojisi gazeteciliğinin önüne geçmediği için yazımı yayınladı. Kıyamet koptu.Tuğrul Eryılmaz, sanırım Radikal 2 okurlarını kaybetmekten de korktu ve yayın yönetmeni olarak gazetesinin sayfalarında bana cevap verdi.Bu arada "her şeyi eleştirebilirsin ama sol'u asla" saplantısından malul olanların her karşılaştığımda beni hırpalamalarını da bir kenara koyuyorum.Tuğrul, hemen o tarihten sonra değil ama bir süre sonra hiçbir yazımı Radikal 2'de yayınlamadı.
 
Ajda Pekkan, oldu mu şimdi bu?
Ajda, Türkiye Cumhuriyeti'nin kendisinden geri aldığı "Devlet Sanatçılığı" unvanının üzerine(*) nazire yaparcasına Fransa'nın en büyük nişanlarından Chevalier de l'Ordre des Arts et des Lettres nişanını aldı. Yani şövalye oldu artık.Kimi Ajda'nın bu nişanı "müzik ve sanata yaptığı katkılar" nedeniyle aldığını yazdı. Kimi de "Giyim sitilindeki başarısı" dolayısıyla.İnşallah ilk yazdığım sebeple almıştır bu ödülü. Çünkü bir moda ikonu olan, giydikleriyle tüm kadınların örnek aldığı Ajda Pekkan'ın tören gecesi giydiği kıyafet beni şoka uğrattı. Dikkat etmeyenler bir kere daha baksın. Sanki, 67 yaşına rağmen her daim genç ve zinde görünen bizim Ajda gitmiş, onun yerine zarif bir anneanne hali gelmiş. Saçı makyajı da bu nine kıyafetine epey katkı sunmuş doğrusu.Olmadı Ajda, eski "sen"i geri isterim ben. (*) Ressam Mehmet Güleryüz'ün açtığı dava sonucunda Ajda Pekkan'a verilen "Devlet Sanatçısı" ödülü geri alınmıştı. Ajda da ihtiyaç duymadığı bir ödülden kurtulmuş oldu.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.