Korona günlerinde Narayama Türküsü

A -
A +
 
 
Orin Ana 69 yaşına gelmiştir. Ama köyündeki yaşıtlarına göre hayli genç, dinç, üretken ve hayata bağlıdır. Hatta dişleri bile dökülmeden sağlam kalmıştır.
Aynı zamanda hassas ve anlayışlı bir kadındır o. Bir sabah torunu Kesakichi, çok yemek yediğini ima ederek büyükannenin sağlam dişleriyle ilgili laf dokundurunca, ön dişlerini taşlara vurarak tamamen kırmış ve âdeta oğluyla torunlarına “Çalışıyorum, üretiyorum ve kimsenin de yiyeceğinde gözüm yok” demek istemiştir. Bu kadar da cesurdur Orin Ana.
Yaşı geldiği için Orin Ana’nın ölmeden önce tek istediği, dul kalmış oğlunu yeniden evlendirmek, bir de hiç yıkanmayan ve çok pis kokan küçük oğluna burnu koku almayan bir kadın bulmaktır.
Nitekim istediklerini yapar. Önce büyük oğlu Tatsuhei’yi yakın köyden bir kadınla evlendirir. Kokarca oğlunu da koku almayan dul bir kadın bularak evlendirir.
Artık Narayama Dağı’na gitmeye hazırdır Orin Ana.
Zaten yaşı da 70’i bulmuştur. Fakat büyük oğlu çok üzülmekte ve bunu hiç istememektedir. Orin Ana ısrarcıdır. Töreler ve alınan kararlar mutlaka uygulanacaktır. Günü dolunca Tatsuhei, annesini sırtlayarak uzun ve yorucu bir yolculuğun sonunda Narayama Dağı’nın tepesine çıkarır. Dağın zirvesi ürkütücüdür. Etraf sayısız insan iskeleti ile doludur, her kayanın tepesinde leş yiyen kuşlar tünemiştir. Oğul Tatsuhei annesi Orin’i orada bırakıp, kural gereği arkasına bakmadan üzüntüyle geri dönerken birden kar yağmaya başlar. Tatsuhei annesinin şanslı olduğunu düşünür, çünkü şiddetli soğuktan ölmesi uzun sürmeyecektir.
Japon yazar Scichiro Fukazawa tarafından kaleme alınan Narayama Bushiko’nun (Narayama Türküsü) konusu kısaca bu. Gerçek bir olaya dayanıyor. 19. yüzyılda Japonya’nın kuzeyindeki dağ köylerinden birinde geçer. Sert iklim koşulları nedeniyle yeterli tarım ürünü elde edemeyen ve açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalan köy ahalisi hayatta kalabilmek ve soylarını sürdürebilmek için acımasız bir örf geliştirir. Adı Ubasuteyama olan geleneğe göre köyde 70 yaşına gelmiş ve artık üretime bir katkıları olmadığı düşünülen bireyler, aileye daha fazla yük olmamaları ve arkadan gelenlerin yaşam şanslarını artırmak için, kendi rızalarıyla ailenin gençleri tarafından civardaki Narayama Dağı’nın zirvelerinden birine götürülüp bırakılmakta, soğuk ve açlıktan ölüme terk edilmektedir.
Yaklaşık 150 yıl kadar süren bu “Gelenek”in hikâyesi kulaktan kulağa aktarıldıktan sonra önce roman olarak yayınlandı, ardından da 1958 ve 1983’de iki ayrı filme konu oldu.
Ben Shohei İmamura tarafından çekilen ikincisini gördüm. 1986 yılında İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti. 1983 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kazanan film çok çarpıcı ve etkileyiciydi ama aynı zamanda sert ve acımasız sahneleriyle kaba bir gerçekliğe sahipti.
Bu filmi hatırlatmamın tek bir nedeni var.
Korona günlerinde yaşadığımız şu kaba gerçeklik.
Dünyanın hepimizi şaşırtan hâli.
“Medeni Batı”da ortaya çıkan acımasızlığın, Narayama Türküsü’nü gölgede bırakacak denli gözümüzün içine sokulması.
Yapay medeniyetin ve “demokrasi” martavalının putları tek tek kırılıyor.
Yüzde 80-90 oranında yaşlıları öldüren koronavirüs salgını, günümüzün Narayama Türküsü’nün daha sofistike biçimde hayata geçtiğini-geçirildiğini bize kanıtlamakta.
Siyaset bilimci Sinan Baykent’in önceki günkü “Hobbes, Darwin ve Batı’da Kovid-19 manzaraları” başlıklı yazısındaki (*) şu satırlar bu tespiti doğrular nitelikte:
“Bugün İngiltere’nin fiilen uyguladığı, İtalya ile İspanya gibi ülkelerin hastanelerdeki yığılmayı engellemek için uygulayacağını açıkladığı tam olarak “doğal seleksiyon” politikasıdır.
Meselenin Türkçesi şudur: Yaşlılar, belli bir yaşın üzerindekiler kasten ölüme terk edilecekler.
Nitekim Batı’da filizlenen ‘Yaşlıları eleyerek yeni bir nüfus planlaması icra ediliyor’ içerikli dedikoduların gitgide zemin kazanması da bu yüzden.
Bu tablo ise bize tek bir şey anlatıyor.
Batı’da büyük insanlar (insanlık) katanalara binip gideli çok oldu.
Kovid-19 aşısını da bulsa, salgından ‘az’(!) addedilebilecek bir zararla çıksa da mevcut değerleri, kurumları ve paradigmasıyla Batı’nın artık insanlığa vadedebileceği hiçbir şey kalmamıştır.
Batı’nın bir asırdır ördüğü devlet, kültür, toplumsal doku ve ekonomik örgütlenme putları bir bir kırılıyor.
Kovid-19 salgınından sağ çıkanlar için daha adil ve daha insancıl bir yeniyi’ düşünmek artık bir zaruret olacak.”
Katılmadığınız bir husus var mı?
(*)https://www.independentturkish.com/node/148116/t%C3%BCrkiyeden-sesler/hobbes-darwin-ve-bat%C4%B1%E2%80%99da-kovid-19-manzaralar%C4%B1#.XnHPMoCBqd8.twitter
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.