Geniş Açı'nın bugünkü yazarları Doç. Dr. Mustafa Şeker ve Dr. Telman Nusretoğlu

A -
A +
METAFİZİĞE DÜŞMANLIĞIN SEBEPLERİ: Altın Çağ mı, Karanlık Çağ mı? -Doç. Dr. Mustafa Şeker

Batılı kaynaklar, dünya çapında şöhrete sahip günümüz Avrupa üniversitelerinin birçoğunun Müslümanlar tarafından Avrupa’ya taşınan ilmî çalışmaların bir ürünü olduğunu, bu ilim yuvalarının temellerinin atılmasında Endülüslü bilim adamlarının büyük gayretlerinin hiçbir surette göz ardı edilemeyeceğini ifade ediyorlar.
 
Endülüs Emevi Devleti, birçok ilmî çalışmalara rehberlik eden ve dünyaya ilham kaynağı olarak günümüz Avrupa’sının ilim alanında şuurlanmasına önayak olan bir devlettir.
 
Orta Çağ’da; Avrupa ve Hristiyan dünyası “Karanlık Çağ”, Doğu ve özellikle İslam dünyası “Altın Çağ” yaşamıştır.
 
İnanç sistemlerinin belirttiği hususlara mesafeli duruş, Orta Çağ Avrupa’sındaki kilise baskısının bilim dünyasına karşı olan baskı ve kaba kuvvetinin bir neticesidir. Çünkü kilise, üreten ve buluşlar yapan bilim adamları ile çok büyük kavgalara tutuşmuştu. Bu kavganın neticesinde yüzlerce ilim adamı idam edilmiş, binlercesi de en sert biçimde işkenceden geçirilmişti. Bunların en meşhurlarından ve Orta Çağ’ın sembol isimlerinden biri de Galileo’dir. Kendisi dünyanın döndüğünü ve yuvarlak olduğunu söylediğinde kiliseden çok sert karşılık görmüş, bu iddiasının neticesinde ölümle burun buruna gelmişti. Bunun üzerine kendisi görüşlerini gizlemek ve söylediklerini inkâr etmek zorunda kalmış, hayatını zor kurtarmıştı. Fakat meşhur bilim adamı Bruno ise bu konularda ısrarcı olmuş, teorisini ısrarla savunmuş, neticede kilisenin verdiği idam cezası sonucu öldürülmüştü. Orta Çağ’da Avrupa, bu hâlet-i ruhiye içinde yaşadı. Bilim adamları kiliseye karşı seslerini çıkaramadıkları için sükûtu tercih etmek zorunda kalmışlardı. Çünkü ilmî olarak savundukları hakikatler ile hayatları arasında karar vermek zorundaydılar. Böylece canlarını kurtarmak için teorilerini ya inkâr etme ya da gizli yürütme yoluna gitmişlerdi. Bu yaşanan hadiseler, yakın geçmişe kadar bilim dünyasının dine ve metafiziğe düşmanlığının esas sebebidir ki bu öfke ve kızgınlık hâlâ bilinçaltındaki yerini korumaktadır.
Geniş Açı'nın bugünkü yazarları Doç. Dr. Mustafa Şeker ve Dr. Telman Nusretoğlu
Katedrale çevrilen İspanya’daki Endülüs Emevi eseri Kurtuba Camii...
 
 
Peki, Batı dünyası bilim ve teknoloji alanında günümüzdeki seviyeye nasıl gelmiştir? Şimdi de bunun tarihsel bir analizini yapalım:
Orta Çağ’da; Avrupa ve Hristiyan dünyası “Karanlık Çağ”, Doğu ve özellikle İslam dünyası “Altın Çağ” yaşamıştır. Çünkü Orta Çağ Avrupa’sı ilmî çalışmalara olan karşı çıkış noktasındaki taassubu yanında insan hayatını kolaylaştıran buluşları hayata geçirme ve insanların hayatlarına hizmet etme noktasında da çok gerilerde kalmıştı. Avrupalılar, kendilerine kadar gelen Arap kültürünün yanında, Müslümanların ilmî çalışmaları ve buluşlarına karşı da ilk başlarda çok sıkı ret politikası uygulamışlarsa da İslam medeniyetinin güneş gibi parlayan aydınlığına daha fazla karşı duramamışlardır. Çünkü güneş balçıkla sıvanamazdı. Endülüs Emevi Devleti ile başlayan aydınlanma hareketleri Avrupa’da büyük ilgi uyandırmış; tıptan astronomiye, sosyal bilimlerden fen bilimlerine kadar birçok alanda Müslümanlar tarafından başlatılan ilmî çalışmalar Avrupalıların başını döndürmüştü. Çünkü Müslümanların dinlerinde çalışmanın ehemmiyeti, “İki günü eşit olan zarardadır”, “İlim Çin’de bile olsa alınmalıdır”, “İlim Müslüman’ın kaybolmuş malıdır, nerede bulunsa alınmalıdır” şeklindeki ulvi sözlerle ifade edilmiş ve Müslümanlar bu düsturları hayatlarına rehber edinmişlerdir.
Resûlullah Efendimiz, yoldan geçerken boş oturan birine bile selam vermemiş, dönüşte aynı kimsenin, bir şeyler tahayyül ettiğini ve elindeki çubukla yere bir şeyler çizdiğini görmüşler, dönüşte ona selam vermişlerdir. Bu, İslam tarihinde anlatılan meşhur bir hadisedir. Resûlullah Efendimiz geriden gelen nesillere; her asra, her zamana uzanan mübarek sözleri ile İslamiyet’in çalışmaya, üretmeye ne kadar önem verdiğini göstermişler, Müslümanlar ise bu mübarek sözleri kendilerine rehber edinerek ilim alanında yaptıkları çalışmalarla dünyaya örnek olmuşlardır.
Batılı kaynaklar, dünya çapında şöhrete sahip günümüz Avrupa üniversitelerinin birçoğunun (Oxford vb.) Müslümanlar tarafından Avrupa’ya taşınan ilmî çalışmaların bir ürünü olduğunu, bu ilim yuvalarının temellerinin atılmasında Endülüslü bilim adamlarının büyük gayretlerinin hiçbir surette göz ardı edilemeyeceğini ifade etmişlerdir. Ayrıca Müslüman ilim adamları olmasaydı Rönesans’ın bile ya çok geç gerçekleşeceğini veya hiç olmayacağını belirtmişler, bu sebeple aslında “Rönesans Hareketleri”nin Avrupa için yenileşme adına bir ilk sayılamayacağını kitaplarında ve makalelerinde anlatmışlardır (Huff, 1993; Sarton, 1948; Rosenthal, 1970). Üstelik bu konular hakkında kendileri tarafından onlarca film ve belgesel bile çekilmiştir. Bunlardan, BBC tarafından “Müslümanlar Olmasaydı Rönesans Olmazdı” adlı belgesel, şu an en çok ilgi gören görseller arasındaki yerini korumaktadır ki bu tür belgesellerde günümüz Avrupa’sından önemli bilim adamlarının görüşlerine de yer verilmiştir. Bu görüşlerle, Müslüman ilim adamlarının Batı’nın gelişimine ve ilerlemesine katkılarının altı çizilmiş ve Avrupa’nın ilmî alanda hâlihazırda geldiği noktayı Endülüs medeniyetine borçlu olduğu ifade edilmiştir. Hatta insanların ilgisini çekmek ve bu konuda farkındalık oluşturmak için filmlerin (1001 Buluş ve Sırlar Kütüphanesi vb.) yapılmasına bile ağırlık verilmiş, bu görsellerle şu an hastanelerden astronomik çalışmalar yapan kurumlara kadar birçok alanda kullanılan makine, teçhizat ve materyalin Endülüslü bilim adamlarının buluşlarının birer ürünü olduğu anlatılmıştır. 
Günümüzde hem Batı’da hem de İslam ülkelerinde bu kadar muazzam eserler ortaya koyan, ilmî çalışmalara öncülük eden, fen bilimlerinden sosyal bilimlere kadar binlerce buluşa imza atan böylesi devasa bir medeniyetin tarih sahnesinden silinmesinin sebepleri üzerinde derin analizler ve değerlendirmeler yapılmaktadır. Bu analizlerin sonucu olarak ortaya çıkan en önemli netice şudur: Endülüs Emevi Devleti, birçok ilmî çalışmalara rehberlik eden ve dünyaya ilham kaynağı olarak günümüz Avrupa’sının ilim alanında şuurlanmasına önayak olan bir devlettir. Bu devletin yıkılmasına ve tarih sahnesinden çekilmesine en önemli sebep, taşıdıkları misyonu unutarak benliğinden ve değerlerinden uzaklaşmaları gösterilmektedir. Ayrıca koskoca bir medeniyetin nasıl gerilediği, daha sonra da tarih sahnesinden nasıl silinip gittiği bir ibret vesikası olarak üzerinde titizlikle durulması gereken bir konudur. Başka bir yazıda bu konuyu ele alacağız inşallah...
 

Dr. Telman Nusretoğlu - BATAN GÜNEŞLE DOĞAN GÜNEŞİN SAVAŞI
 
Türk insanı yıllardır Ensar şefkatiyle nasıl milyonlarca Suriyeli muhacirle ekmeğini bölüşüyorsa Mehmetçik de bir elinde silah, bir elinde Kur’ân-ı kerim, o dağları taşları hainlerden temizleyerek büyük bir medeniyetin tohumlarını tekrar ekmiyor mu?
 
İslam ümmetinin içine düştüğü asırlık mana bunalımı, siyasi ve kültürel keşmekeş, ancak karargâh etrafında kenetlenerek, feyzini Türk tarihinin derinliklerinden alan, sırtını inancımıza, adalete dayamış büyük bir ihya hareketin başlamasıyla aşılabilirdi. Üstünü kül örtmüş közün yeniden alevlenmesi, o metafizik rüzgârın bu topraklarda tekrar esmesi, insanlık için yeni bir umut olduğu kadar şer cenahı için de korkulu rüya demekti.  Tarihimizin ve coğrafyamızın diriliş sancağının dikildiği kaledeki hareketliliği dost da gördü düşman da. Düşmanlar dostlardan önce harekete geçti. Hem içerideki düşman hem dışarıdaki... İş birlikçilerle, algılarla, operasyonlara… Aldatarak, kandırarak, tuzak kurarak… Ancak muhakkak ki hesapları yanlıştı. Kıt imkânlarla o Allah için duruşun, beyanın, cesaretle haktan yana tavır alışın gücü, trilyon dolarlar, istihbarat ve ordular kullanarak elde edilmek istenen tesirden, güçten çok üstündü. Bu yarış, bu mücadele, bu karşı duran kutupların, medeniyetlerin savaşı farklı bir savaştı. Türk milletinin diriliş ve yükselişinin, imanıyla ve mizacındaki sırlarla kaim olduğunu anlayamadılar.
ABD’nin, insanlığı yok sayan acımasız müstemlekeci iktidar gücü; kültürel, iktisadi, siyasi işgal üzerine inşa edilmiş küresel sistematiğinin bozulduğunu, çatırdadığını, hâkimiyet ve medeniyet paradigmalarının çöktüğünü, petrol ve hükümranlık adına mazlumların üzerine ölüm saçan, kaos ve ifsat faaliyetlerini günden güne derinleştiren ordularının karşısına adalet için çarpan yüreğiyle Mehmetçiğin dikildiğini, bu gücün başka bir güç olduğunu göremediler. Öyle bir asker ki ona kurşun sıkmak için karşısına dikilen düşmanında bile ona sığınma hissi uyandırdı. El-Bab’da, Afrin’de bunu bir defa daha gördük. Allah’ın adaleti yeryüzüne yayılsın, bu topraklardan hıyanetin kökü kesilsin, acı ve gözyaşı son bulsun diye 'Kızılelma’ya, şehadete yürüyen, coğrafi fetih kavramını gönüllerin fethiyle taçlandıran bir ordunun askeri, başka nasıl olabilirdi ki? Ta Selçuklu döneminde yine o Haçlı yürüyüşlerinin birine iştirak eden bir Haçlı kroniği o orduyu ve milleti şöyle tarif etmişti: “Rumların zulmünden kaçan üç bin Haçlı, Müslüman oldu. Ah merhamet, sen hıyanetten daha zalimsin. Savaşçı oldukları kadar da merhametli olan Türkler, Hristiyanlara yardım ve şefkat göstererek dinlerini satın alıyorlar, bununla beraber asla onları din değiştirmeye zorlamıyorlardı..." 
Afrin’de küçük yaşta bir Kürt kızı Türk komutana yazdığı mektubunda siz geldiniz namusumuz kurtuldu, karnımız doydu, ne olur bizleri o zalimlere terk edip buralardan gitmeyin, yazmamış mıydı? Türk insanı yıllardır Ensar şefkatiyle nasıl milyonlarca Suriyeli muhacirle ekmeğini bölüşüyorsa Mehmetçik de bir elinde silah, bir elinde Kur’ân-ı kerim, o dağları taşları hainlerden temizleyerek oralarda insan inşa eden büyük bir medeniyetin tohumlarını tekrar ekmiyor mu? Rusya’sı, ABD’si sivil asker, günahlı günahsız ayrımı yapmadan her kesin başına bomba yağdırırken canını ortaya koyarak tek tek teröristi sivilden ayıklayan bir orduya Allah yardım ermez mi? Böyle bir mefkûrenin, milletin, ordunun önünde durabilecek hiçbir güç olamaz. İnsanlığın fıtratına, kâinatın adaletle, farklı renklerin dengeyle ayakta duran, hikmet ve basiretle sezilen rabbani işleyiş kodlarına savaş açanların medeniyetler, dinler, milletler savaşı tezine sarılmaları, buradan hiç doymayan nefisleri için çıkar sağlama hevesinden geri durmamaları acziyet ve yenilgi alameti değil mi?
Geçenlerde Trump açıklamıştı. ABD şu ana kadar Orta Doğu’da “terörle mücadeleye” tamı tamına 7 trilyon dolar harcamış. Bu muazzam bütçeyle sürdürülen “muhteşem” mücadelenin sonuçları nedir bilir misiniz? Trump’ın kazanım hanesine yazılacak tükenmez bir acı, nefret ve beddua. Her geçen gün Orta Doğu’da biraz daha derinleşen karmaşa, artan terör, sorunların çözümsüzlüğü, Afganistan’dan Suriye’ye kadar kronikleşen vesayet savaşları, bombalar altında hayatını, yurdunu yuvasını kaybeden mazlumlar, zülüm ve işkenceler arttıkça göklere yükselen feryatlar… Biz ıslah edicileriz, demokrasi, özgürlük ve insan hakları için savaşıyoruz diyen ABD’nin yeryüzünde ifsat edici, fitneci faaliyetlerinden nasibini almamış, canı yanmamış bir halk kaldı mı acaba? Bu, şeytan var olmadan küresel iktidarın sürdürülemeyeceği anlayışından başka bir şey değil. Bu, hakla batılın, doğan güneşle batan güneşin savaşıdır. Bu savaşın mikyası, sonuçları teknolojik üstünlükle, silahla parayla ölçülemez. İmanla, mefkûreyle, medeniyetle ölçülür, azizlerim. Türkiye’nin bu savaştan da tarihinde defalarca olduğu gibi yine zaferle çıkarak güneş gibi parlayacağı günler yakındır...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.