Osmanlının Yörüklerle bir derdi olmamıştı

A -
A +

Prof. Dr. Ebubekir SOFUOĞLU
sofuoglu@sakarya.edu.tr

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz haftalarda yaptığı bir konuşmada Osmanlıyı “zalim” bir devlet olmakla suçlaması çok konuşulmuştu. Ancak herhangi sağlam bilgiye dayanmayan bu iddia kocaman bir yalandır. Aslında Kılıçdaroğlu, Osmanlı hakkında bu tür yalanları ilk defa söylememektedir. Daha önce de Osmanlıyı “şeker bile üretemeyen devlet” olmakla suçlamış, ona iftira atmaktan imtina etmemişti. Hâlbuki hiç tarihî bilgisi olmayan bir kişinin bile rahatlıkla tahmin edeceği bir olgu vardır ki o da; bir devlet 24 milyon kilometrekare toprağı 624 yıl yönetebilmişse mutlaka bir teknik ve teknolojiye de sahiptir. Ki böyle bir çıkarıma gerek olmaksızın yüzeysel okuma yapan kişiler bile belki Batılılarınki kadar olmasa da Osmanlıda var olan teknolojiyi öğrenebilir.
Fakat Kılıçdaroğlu’nun; tarihi bilmemek bir yana tarih hakkında yanlış bir şey söylemekten korkmamanın ötesinde müfteri konumuna düşmekten de çekinmediği anlaşılmaktadır.
İşte bu şekilde Osmanlıda  teknoloji ve teknik olmadığı yalanını atan Kılıçdaroğlu bu defa da Osmanlının zalim bir devlet olduğu iftirasını pervasızca dillendirdiğine şahit olunmuştur. Bilgi ve belgeye dayanmayan bu ithamların, Osmanlı düşmanlığı hissiyle söylendiği açıktır ve asla doğruyu yansıtmamaktadır. Ne Osmanlı zalimdir ne de Yörükler asidir...

HADİSELER MAHALLİ VE MÜNFERİT
Osmanlının Yörüklerle problemi olduğu iddiası da doğru değildir. Osmanlıyla sadece Yörüklerin değil başka milletlerin de problemi varmış gibi bahsedilen hadiseler, farklı dünya anlayışı sebebiyle değil sadece başta vergi olmak üzere bazı idari tercihler sonucu ortaya çıkan kesinlikle yerel, münferit ve o zamanlara bağlı “konjonktürel” meselelerdir.
Ne Yörükler ne de Osmanlı, birbirlerine karşı düşmanca tutumlar içerisine girmemişlerdir. Yörüklerle Osmanlı arasındaki en fazla bilinen ve sadece o zamanla sınırlı olan Yörüklerin vergilendirmeye tabi tutulması meselesiydi. Diğer tüm tebaasını olduğu gibi Osmanlı da Yörükleri vergiye tabi tutmaya niyetlenmiş bu sebeple konar-göçer olan Yörükleri meskûn ahali hâline getirmek istemişti.
Yörükler devamlı göçebe hâlde oldukları ve bu yüzden sancak, kaza, vilayet ya da herhangi bir yerleşim biriminin defterlerine kayıt edilemediklerinden dolayı onların adına vergi kayıtları oluşmuyordu. Geliri olan tebaasının vergi kaydını oluşturan Osmanlı da vergide adaleti sağlamak için Yörüklerin de vergi kaydını oluşturmak istiyordu. Ancak bunun için Yörüklerin kayıtlarının oluşturulacağı sabit bir yerleşim yerinde iskân olmaları, orada deftere yazılmaları gerekiyordu. Bu yüzden de devlet onları sabit bir mahalde iskân etmek istiyordu.
Buna karşılık vergi vermemek için konar-göçerliği bırakmak istemeyen Yörüklerin sadece bir kısmı ve sadece bir süreliğine belirli yerlerde iskan edilmeye direnmişler fakat sonra onlar da meskun hayata geçmişlerdi. Eğer geçmemiş olsalardı, Romanlarla birlikte Yörüklerin de hâlen göçebe yaşadıklarını görmeye devam ederdik.
Yaylak ve kışlak yaşantılarının dışında bugün tek bir göçebe Yörük kimse gösteremez. Bu mesele o zamanın sorunuydu ve kısa süre içinde ve zamana yayılır şekilde Yörüklerin yerleşik hayata geçmesiyle aşılmıştı.
Osmanlı sadece Yörükleri vergiye tabi tutmamış, geliri olan tebaanın her ferdini doğal olarak vergiye tabi hâle getirmişti. Yani ortada sadece Yörüklere has bir uygulama yapmamış tebaasının her ferdini aynı mevzuatla vergi mükellefi hâline getirmiştir.
Kılıçdaroğlu’nun iftirasındaki gibi Osmanlı, halkının hiçbir ferdinden vergi almazken sadece ve sadece Yörüklerden vergi alma adaletsizliği gibi bir şey yapmamıştır ki bu da çok komik bir iddiadır. Dünya tarihi boyunca acaba hangi devlet yönettiği halklardan sadece bir tanesinden vergi alıp diğerlerinden almamıştır? Bu, mümkün müdür? Koca devletin yükü sadece bir millete yüklenir mi, yüklense bile onlardan alınacak vergi o devlete yeter mi?
Yörüklerin bir kısmının ve sadece o zamana has olacak şekilde, Osmanlı ile yaşamış oldukları mesele sadece budur. Yörüklerin iskânı sırasında yaşanılan sınırlı sıkıntılardır. Bu sıkıntılar yaşanırken de bunu fırsat bilen İran Şahı İsmail de vergi vermek istemedikleri için iskân olmaya direnen bu Yörüklerin bir kısmını yanına çekmeyi ve onları Osmanlıya karşı kışkırtmayı başarmıştır.

İRAN ŞAHININ YALANI
Kendisi Anadolu topraklarını işgal ederse, Yörüklerden vergi almayacağı yalanıyla onları yanına çekmişti. Hâlbuki işgal etmesi hâlinde Anadolu’dan vergi almayacağı yalanını atan Şah İsmail, İran’da en ağır vergileri uygulamaktan geri de durmuyordu.
Dünya tarihinde bir devletin halkından vergi almadığı tek bir örnek yokken İran Şahı bu yalanı atıyor fakat ne yazık ki Yörüklerin bir kısmını da buna inandırmakta başarılı oluyordu.
Aslında bir kısım Yörüklerin Şah İsmail’e inanmaması gerekiyordu fakat Şah İsmail onları ikna etmeyi başarmıştı.
Şah İsmail’e inanan Yörükler ile Osmanlı arasında bu mesele üzerinden sorun yaşanmıştı. Yani mesele, Kılıçdaroğlu’nun kaşımak istediği “Alevilik-Sünnilik” meselesi değil yalnızca vergi ve devlete sadık olma meselesi idi. Zira devletin her ferdi gibi vergi veren ve sadık olan hiçbir Yörük’le sorun yaşamamış sadece İran tarafını tutan Yörüklerle problem yaşamıştır. Yani Yörüklerle yaşanan mahalli sorun Kılıçdaroğlu’nun manipüle etmek istediği gibi inanç temelli değil siyasi temellidir ve kesinlikle sınırlı sayıdadır.
Yörüklerle Osmanlının arasının bozuk olması bir yana tam tersi başta Yörükler olmak üzere Müslim-gayrimüslim Türk ya da başka milletten tüm unsurlarla arası çok iyiydi. Bundan başka Yörükler, Osmanlı ile arası en iyi olan boylardandı. Bırakın Yörüklerle çatışmada olmayı, Osmanlı onlara çok güveniyor, devlet idaresinde Yörüklere birçok vazifeler veriyordu.
Savaşlarda başta yardımcı unsur olmak üzere bizzat savaşa katılan unsurlar olarak Yörüklerden istifade ediyordu. Yardımcı unsur olarak savaşa katılmanın yanı sıra genellikle piyade olarak savaşa katılan Yörükler Osmanlının zaferlerinde çok büyük katkılar sağlıyordu.
Osmanlının, Yörüklerle arasında problemi olsaydı, bu boyları hem de bizzat muharip unsur olarak savaşa sürmezdi. Yörüklerden muharip ve yardımcı unsur olmak üzere savaşlarda istifade eden Osmanlı onlardan aynı zamanda Osmanlı idari yapısı içinde de faydalanıyordu.
Yeni fethettiği yerlerin iskânı açılması için gönderdiği unsurlar arasında yine Yörükler ön saflarda yer tutuyordu
Düşünün bir kez Osmanlı idarecisi olarak yeni yerleri ele geçireceksiniz ve buralara sizinle çatışmalı olan unsurları yerleştireceksiniz, Bu mümkün müdür? Eğer sizinle çatışmalı olan unsurları yeni fethettiğiniz yerlere iskân ederseniz buralardaki idareniz kesinlikle kuvvetli olmayacaktır.
Osmanlı bunu düşünemeyecek kadar idari tecrübeden yoksun değildi. Bu meyanda Osmanlı idarecileri Anadolu’da olsun Balkanlarda olsun yeni fethettiği yerlere sürekli Yörüklerden unsurlar göndermiş onları buralarda iskân etmiştir.
Bundan başka Kılıçdaroğlu’nun atmış olduğu başka bir iftira olarak Osmanlı Sarayı’nda Farsça konuşulduğu iddiası tamamen yanlıştır. Kılıçdaroğlu Farsça konuşulduğu iddiasının yanında Osmanlıca konuşulduğunu da söyleyerek belki durumu kurtarmaya çalışmıştır ancak söylediği itham asla doğru değildir. Osmanlı Sarayı’nda Arapça, Farsça ve Türkçeden oluşan “Osmanlıca” konuşulurdu ve Osmanlıca da Türkçeden başka bir lisan değildi.
Başındaki iddiaya dönerek konuşacak olursak Kılıçdaroğlu Osmanlıyı zalim bir devlet olarak tanımlamıştır. Eğer Osmanlı zalim bir devlet idiyse niye başkalarının dilini konuşuyordu. Her yerde kendi dilini konuşması gerekirdi. Zannettikleri gibi olsaydı Sırplara, Arnavutlara, Bulgarlara, Macarlara, Araplara ve daha nice milletlere konuşmuş oldukları ana dillerini yasaklaması icap ederdi. Bunu yapmayan her millete kendi dilini konuşma fırsatını veren bir devleti zalimlikle suçlamak ne bilimsel bir yaklaşımdır ne de adaletlidir.
Farsça konuşmakla Osmanlı suçlanacaksa Selçuklunun ve daha önceki Türk devletlerinin de suçlanması gerekir. Çünkü Orta Asya’dan bugüne birçok Türk ve İslam devletlerinin konuştukları diller içerisinde Farsça da vardı.
Hem Orta Asya’nın hem Doğu Anadolu’nun yerleşik dillerinden birisi olan Farsça, ister istemez karşılıklı bir etkileşim sonucu Selçuklunun ve Osmanlının konuşma lisanı içerisinde yer bulmuştur. Çok sayıda coğrafyada, birçok dil birbirlerine karşılıklı olarak kelimeler vermişlerdir. Türkçe de başka lisanlardan kelime aldığı gibi başka lisanlara da kelimeler vermiştir. Mesela Sırpçada bugün kullanılan 8000 Türkçe kelime vardır.
Netice olarak; Kılıçdaroğlu’nun Osmanlıyı zalimlikle suçlaması, Osmanlı Sarayı’nda sadece Farsça konuşulduğu iftirasını atması ne ilmîdir ne de hakkaniyetli…

SÖZÜN ARKA PLANI
Öyle gözüküyor ki yapılanlar, Alevi ve Sünni vatandaşların huzur içinde yaşadığı şu günlerde, her iki unsur arasına bir fitne sokma maksadı taşımaktadır. “Osmanlı, Türkmenlere zulmetmiştir” ifadesi de aslında “Osmanlı Alevilere zulmetmiştir” denilemediği için kullanılan bir ifadedir ve temelinde ne yazık ki Alevi-Sünni çekişmesini tetikleme amacı taşımaktadır.
Aslında siyasetçilerin 81 milyonluk Türkiye için hep bir arada barış ve huzur içinde kucaklayıcı bir dil kullanması gerekir. “Tamam, kucaklayıcı dil kullanalım ama tarihte yaşanan yanlışlıkları da konuşmayalım mı?” şeklinde bir itiraz gelebilir. Ama durum hiç de öyle değildir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun iddia ettiği gibi bir Osmanlı zulmü gerçekleşmemiştir. Sadece Safevi İran ve Osmanlı siyasi çekişmesi içerisinde İran tarafını tutan kimi Türkmenler kimi Yörükler belki ötekileştirilmiştir ancak Osmanlı tarafını tutan hiçbir Yörük ve Türkmen asla ötekileştirilmiş ve dışlanmamıştır...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.