II. Dünya Savaşında Türkistanlı esir askerler

A -
A +
Numan Aydoğan Ünal
İhlas Vakfı Türk Dünyası Koordinatörü turkdunyasi@hotmail.com  
  1941 yılında Hitler Almanyası ile Stalin’in Sovyet Rusyası arasında savaş başladı. Birkaç milyon Türkistanlı, askere alındı. Askere alınanların çoğunluğu orta ve yüksekokul talebeleri veya ilk, ortaokul öğretmenleriydi. Savaş esnasında bunların çoğu öldü veya esir oldu. Çok az kimse yurduna geri dönebildi.   Millî Türkistan Ordusu ilk defa 2 Mayıs 1942 yılında Bryansk ormanlarında Kızıl Ordu’ya karşı çarpıştı. Yapılan savaşlarda çeşitli başarılar kazanıldı. Ruslar, Türkistan lejyonundan esir aldıkları askerleri “kara faşistler” diye hemen kurşuna diziyorlardı.   Esir Türkistanlılar, Yalta Anlaşmasına göre Sovyetler Birliği'ne teslim edilerek kurşuna dizildiler.       Bir zamanlar, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Timurlular gibi devletlerin ve muhteşem medeniyetlerin kurulduğu, binlerce âlim ve evliyanın yetiştiği Türkistan, 19. asrın ikinci yarısından itibaren çok büyük felaket ve facialar yaşadı. Bütün Türkistan Ruslar tarafından işgal edildi. Türk tarih, kültür ve medeniyeti yok edildi. Son büyük felaket de II. Dünya Savaşında yaşandı... 1941 yılında Hitler Almanyası ile Stalin’in Sovyet Rusyası arasında savaş başladı. Birkaç milyon Türkistanlı, askere alındı. Savaş esnasında bunların çoğu öldü veya esir oldu. Çok az kimse yurduna geri dönebildi. Bu hususta Özbekistan eski Cumhurbaşkanı İslam Kerimov şöyle demektedir: “II. Dünya Savaşında bir buçuk milyon genç, yani yaklaşık Özbekistan nüfusunun %22’si, askere alınarak muhtelif cephelere sevk edildi. Savaş sonrasında bunlardan sadece 60 bin kadarı ülkesine geri gelebildi.” Yine Türkmenistan eski Cumhurbaşkanı Sefer Murat Türkmenbaşı da, II. Dünya Savaşında 740 bin Türkmen gencinin askere alındığını, bunların hemen hemen tamamının çeşitli cephelerde öldüğünü, binlercesinin de sakat kaldığını ifade ediyor. II. Dünya Savaşında askere alınıp, teğmen rütbesi verilerek savaşa katılan ve esir olan, Özbekistan’ın büyük fikir ve dava adamı Dr. Baymirza Hayit’in, bu konuda çok kıymetli makale ve kitapları var.  Dr. Baymirza Hayit şunları kaydediyor: “Haziran 1941’de Almanya ile Sovyetler Birliği arasında başlayan savaşın ilk yıllarında (1941-1943), Kızıl Ordu’da yaklaşık 5 milyon Türkistanlı vardı. Alman Savaş Daireleri’nin verdiği bilgiye göre, savaşın ilk yıllarında, Sovyetlerin batı cephesinde yaklaşık 2 milyona yakın Türkistanlı asker bulunmaktaydı. Torgao şehrinde yerleşen Alman Harp Esirleri Başkanlığı’nın 1943’te verdiği malumata göre de savaşın ilk yıllarında 1 milyon 700 bine yakın Türkistanlı asker, Almanlar tarafından esir alındı. Savaş başlayınca 18-65 yaş arasındaki bütün Türkistanlılar cepheye sevk edildi. Askere alınanların çoğunluğu orta ve yüksekokul talebeleri veya ilk, ortaokul öğretmenleriydi. İçlerinde mühendis, doktor ve sanatkârlar da bulunmaktaydı. Askerlerin iklime uygun giyim-kuşamları yoktu. Ayrıca Rus komutanlar, Türkistanlı askerlerin eline iyi silah vermediler. Çoğunluğu, ellerinde tüfeğe benzer tahta parçaları taşıyordu. Almanlar ilk defa ön cephede bulunan Türkistanlılara ağır darbe vurdu. Bunun neticesinde Türkistanlıların bir kısmı öldü, büyük kısmı ise Almanlara teslim oldu veya onlara sığındı. Türkistan askerlerinin ekseriyeti Rusçayı bilmiyorlardı. Bu sebeple kendilerine ikinci sınıf asker gözüyle bakılmaktaydı. Her bir Türkistanlı Sovyet askerinin kafasında da 'neden ben bu uzak diyarda, buradayım?' sorusu vardı.”   MİLLÎ TÜRKİSTAN BİRLİK KOMİTESİ TEŞEKKÜL EDİYOR   II. Dünya Savaşında Almanlara esir düşen yüz binlerce Türkistanlı arasında olan tahsilli kişiler, doktor, öğretmen ve subay gibi münevverlerin katılmasıyla “Millî Türkistan Birlik Komitesi” kuruldu. Bu komitenin üyelerinden Zuhriddin Mirza Abid, kuruluş maksatlarını şöyle anlatıyor: “Millî Türkistan Birlik Komitesi’nin tek gayesi, Türkistanlı esirlerin ihtiyaçlarının karşılanması, vatanları Türkistan’ın hürriyet ve istiklaline kavuşması, halkın kölelik ve zulümden kurtulmasıydı. Bu hareketin liderleri Mustafa Çokay ve Veli Kayyum idi. Mustafa Çokay, esir düşmüş binlerce Türkistanlıyı kurtarmak için esir kamplarını gezip, Alman devlet yetkilileriyle görüşmeler yaptı. Kamplardaki esirlerin acıklı hâlini görünce ‘bunları böyle görmektense ölmeyi tercih ederim’ diyordu.” Nitekim kamplardaki bu feci durum, resmî raporlarda da yer bulmuştu. Alman Silahlı Kuvvetleri’nin  Polonya’nın güney batısında bulunan Lamsdorf’daki 318 numaralı kampın resmî raporunda: “Temmuz 1941 sonundan itibaren savaş esirleri kaldıkları yeri kazıp yiyecek arıyorlardı. İlk haftalarda esirlerin, hayvanlar gibi, otları, ağaç kabuklarını ve çiğ patatesleri yedikleri görülüyordu. Esirler arazide yiyecek bir şey bulamadıklarından ölmüş insan eti dahi yemeye başlamışlardı!..” Esir kamplarında ölüm oranı çok yüksekti. Herhangi bir milletlerarası kuruluşun bu esirlere ulaşması mümkün değildi. Veli Kayyum, kamplarda yaşanan insanlık dramını, yazmış olduğu pek çok raporda dile getirdi. Mustafa Çokay, esir düşen Türkistanlıları kurtarmak için canla-başla çalışıyordu. Esir kamplarını sık sık ziyaret ediyordu. 1941 senesinin Aralık ayında esirler arasında çok yaygın olan tifo hastalığına yakalanarak vefat etti. Cenazesi Berlin’deki Müslüman mezarlığına defnedildi. Mustafa Çokay’ın ölümü Türkistanlılar arasında büyük üzüntüye sebep oldu.   TÜRKİSTAN MİLLÎ ORDUSU KURULUYOR   Millî Türkistan Komitesi Üyesi Zuhriddin Mirza Abid, Millî Ordu’nun kurulması hakkında da şunları ifade ediyor: "Mustafa Çokay’ın vefatından sonra Almanya’daki Türkistanlı esirler Veli Kayyum’a büyük bir bağlılık gösterdiler. Kendisine 'Ata' diye hitap etmeye başladılar. Esirler Veli Kayyum’a 'Siz atamızsınız! Siz bizleri kurtardınız. Allah’ın iradesiyle bize hayat bahşettiniz. Şimdi biz gönüllü olarak Millî Ordu, Millî bayrak ile Allah bizimle beraberdir sloganı ile halkımızın asıl düşmanı olan Sovyet emperyalizmine karşı mücadeleye ve ülkemizi azâd etmeye hazırız' diye tezahüratta bulundular. Böylece esir kamplarında bulunan yüz binlerce Türkistanlı askerlerden bir “Millî Ordu” kurma fikri doğdu. Esirlere asıl düşmanlarının, anayurtlarını sömüren emperyalist gücün Ruslar olduğu anlatıldı. Türkistanlı aydınlar ve hocalar, esir Türkistanlılara tarihimizi, ulu ecdadımızı, dinimizi anlattılar. Türkistan’ın hürriyete kavuşmasının önemini dile getirdiler. Böylece esir Türkistanlı askerlerden, Millî Türkistan Ordusu teşekkül etmeye başladı.  Türkistan Millî Ordusu’nun asıl gayesi, bu defa Almanlarla birlikte Rusya ile savaşarak ülkelerini esaretten kurtarmaktı. Millî Türkistan Ordusu’nun mevcudu yaklaşık 180 bin kişi idi. Askerlerin sağ kol pazubentlerine 'Allah bizimle' yazılı armalar takıldı. Yemin merasimi, Kur’ân-ı kerim ve iki kılıca el basılarak Türk-İslam bayrağı altında yapılırdı. Özbekistanlı şair Abdulhamid Süleyman Çolpan’ın 'Ey Güzel Fergana' şiiri de millî marşları oldu. Ağustos 1942’de Veli Kayyum önderliğinde 'Millî Türkistan Mecmuası' neşriyata başladı. Millî Türkistan Ordusu ilk defa 2 Mayıs 1942 yılında Bryansk ormanlarında Kızıl Ordu’ya karşı çarpıştı. Yapılan savaşlarda çeşitli başarılar kazanıldı. Ruslar, Türkistan lejyonundan esir aldıkları askerleri 'kara faşistler' diye hemen kurşuna diziyorlardı. Almanların mağlup olmasıyla II. Dünya Harbi bitti. Maalesef Millî Türkistan Ordusu dağıldı. Türkistanlı askerler sahipsiz kaldı. Veli Kayyum da esir düştü. Müttefiklerin Nürnberg mahkemeleri kararı ile Alman komutanlarının kimi ölüme, kimi de ömür boyu hapse mahkûm edildi. Bunlar arasında bulunan Veli Kayyum kendini şöyle savundu: 'Ben Almanlarla iş birliği içinde olduysam bu, vatanım Türkistan için yapılan bir işti. Çünkü benim vatanım yıllardır Sovyetlerin korku zulmü altında ezilmekte. Ülkemin istiklali ancak Sovyetlerin mağlubiyeti sonucunda elde edilebilirdi. Onun için temiz bir niyetle bu işe giriştim. Ben faşist değilim. Çünkü kimseye zulmetmedim. Ben yalnız vatanım hür olsun diye mücadele eden biriyim. Biz sadece doğu cephesinde savaşa katıldık. Batı cephesinde bulunmadık...' Mahkemedeki savcılardan üçü, ABD, İngiltere, Fransa, bu savunmayı kabul ederken Sovyet Savcısı, Veli Kayyum’un kendilerine teslim edilerek asılmasını talep etti. Ama diğer savcılar bu talebi kabul etmeyip kendisini batılıların elindeki hapishanelere gönderdiler. 1947 yılında hapisten çıkan Veli Kayyum, komite faaliyetlerini yeniden yürütmeye ve 'Millî Türkistan Dergi'sini çıkarmaya başladı. Veli Kayyum 15 Ağustos 1993 günü Düsseldorf’da vefat etti. Çok büyük bir cenaze töreniyle Müslüman mezarlığına defnedildi...”   YALTA ANTLAŞMASI VE HAZİN SON   Almanlar mağlup olup, II. Dünya Savaşı bittiğinde 70 binden fazla Türkistanlı asker, İngiltere ve Amerikalıların elinde esirdi. Müttefik devletler, Amerika, İngiltere ve Sovyetler Birliği, Şubat 1945’te Yalta’da toplanarak anlaştılar. Buna göre her bir devlet, savaşta esir düşen vatandaşını geri alacaktı. Bu karar batılı esirler için sevindiriciydi, fakat Sovyetler Birliği’nden onlara esir düşenler için ölüm fermanından bir farkı yoktu. Dr. Baymirza Hayit Türkistanlı esirlerden 105 bine yakın kişinin listesini hazırlayıp Tiran’dan bir kurye ile Türkiye’de Genelkurmay’a ulaştırdı. Ankara’da konu ile alakalı olarak toplanan komisyon durumu görüşerek şu kararı verdi: “Eğer bu esirler Türkiye’ye getirilirse aralarında 10 binden fazla casus vardır. Daha sonraları bu durumdan nasıl kurtuluruz. Bu sebeple Almanya’daki Türkistanlı esirler Türkiye’ye kabul edilemez.” Yalta Anlaşmasına göre, Amerika, İngiltere, Fransa ordusunun elinde olan esir Türkistanlılar, zorla Sovyetler Birliğine teslim edilmeye başlandı. Almanya’da kendi lejyonunu kuran ve Kızıl Ordu’ya karşı çarpışan Türkistanlı ve diğer milletlerden 200 binden fazla esir, Sovyetler Birliğine dönmemek için direndi. Ruslar teslim aldıkları askerlerin bir kısmını kurşuna dizdiler, bir kısmını da Sibirya veya başka uzak yerlerdeki çalışma kamplarına sürgün ettiler. Rusların teslim aldıklarını kurşuna dizdiğini duyan askerlerin bir kısmı, daha teslim olmadan intihar etmeyi tercih ettiler.   ÇİLE DEVAM EDİYOR   Savaştan sonra Ruslar tarafında kalan veya kaçarak memleketine dönen bilhassa, Kırım, Kafkasya ve Ahıskalı askerler daha hazin bir manzarayla karşılaştılar. Evlerine vardıklarında ailelerinden hiç kimseyi bulamadılar. Zira Ruslar bu bölgeden yüz binlerce halkı, hayvan vagonlarına doldurarak Orta Asya’nın en ücra köşelerine sürgün etmişlerdi. Bunların da yarısı yolda öldü. Sağ kalanların da bir kısmı, iklim değişikliği, hastalık ve açlıktan hayatlarını kaybetti. Ne yazık ki, Prof. Dr. İbrahim Şahin’in dediği gibi: “İkinci Dünya Savaşı, Türkiye dışındaki Türklüğün topyekûn iştirak ettiği ve sonuçlarına da herkesten çok muhatap olduğu bir savaştır. 1938-1945 yılları arasındaki bu savaşla ilgili olarak hazırlanmış hiçbir belgeselde, yazılmış hiçbir kitapta, romanda, hikâyede, şiirde, piyeste ve çekilmiş bir filmde, Türklerin bu savaşa iştiraklerinden ve bu savaşta yaşadıklarından hiç söz edilmez!” Bugün Belçika’nın Liege şehri yakınlarında büyük bir Amerikan Mezarlığı var. II. Dünya Savaşında ölen bütün Amerikan askerlerinin mezarları burada. Çok bakımlı ve müstakil bir idaresi olan bu mezarlığa bir de büyük anıt dikmişler. Savaş ve ölen askerleriyle ilgili bütün bilgileri, memleketlerini, birliklerini bu anıta yazmışlar. Üzülerek belirtelim ki, II. Dünya Savaşında, Alman cephesinde hayatını kaybeden yüz binlerce Türkistanlı askerin ne bir mezar taşı, ne bir abidesi ne de Türk gençliğinin bu facialardan haberi var...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.