BÂYEZİD: Bir meydanın anatomisi

A -
A +
Süleyman Faruk Göncüoğlu
 
 
Hâlen İstanbul’un şehir imgelerini oluşturan meydanlardan biri olarak Bâyezid Meydanı, her biri ayrı bir mana içeren yapılar ile kuşatılmış ve kuşatılırken de tarihî mirası unutulmuş bahtsız bir tarih bir medeniyet meydanıdır.
 
Osmanlı şehirciliğinde meydan olgusundan bahsetmek pek mümkün gözükmese de, Osmanlı denilince İstanbulİstanbul denilince de Osmanlı’nın anlaşıldığı tarihî ve kültürel döngü içerisinde, Et ve At Meydanları’nın siyasi, askerî, sosyal, hukuki ve idari pek çok değişikliklere ev sahipliği yaptığı bilinmektedir. Bu değişiklerin dünya konjonktürü içerisinde de bazı etkilenmelere sebebiyet verdiği de malumdur.
Et Meydanı denilen Meydan-ı Lahm yani bugünün Aksaray MeydanıAt Meydanı’da günümüzün Sultanahmed Meydanı’dır.
Bu iki meydanın sahip olduğu tarihî zenginlik uzun uzun anlatılabilecek bir dünya tarihini de kapsamaktadır. Ve bugünkü Sultanahmed Meydanı, dünya Hristiyanlığı’nın devlet ve uluslararası hukuk içerisinde ilk tanındığı yerdir. Bu gibi pek çok örnekte görüldüğü üzere dünya tarihine her dem şahitlik etmiştir ki, bu iki kâdim İstanbul meydanları ilgili ileri de ayrı ayrı ele alınacak birer yazı konusu olduğunu belirterek geçelim. Geçmiş ve bugünün tarihi içerisinde sessiz ve sakin hak ettiği değeri görebileceği zamanı bekleyen Bâyezid Meydanı bahsine girelim…
 
BAHTSIZ BİR MEYDAN
 
Hâlen İstanbul’un şehir imgelerini oluşturan meydanlardan biri olarak Bâyezid Meydanı, her biri ayrı bir mana içeren yapılar ile kuşatılmış ve kuşatılırken de tarihî mirası unutulmuş bahtsız bir tarih bir medeniyet meydanıdır.
Bahtsızlığa uzun uzun değinmeden önce neden bir medeniyet meydanı olduğunu açıklamak gerekiyor. Esasında, bugün sahipsizlik ve bir bakımsızlık içerisinde varlığını kör topal koruyan bu kadim meydanımız üzerinde kültürel erozyonun nasıl yapıldığını ve bilinçli bir tarih&medeniyet ilişkisinin nasıl güdük hâle getirildiğini de okuyacağız.
Bâyezid Meydanı, son medeniyet Osmanlının dünya konjonktürü içerisinde ciddi bir değişim ve gelişim çabalarının son dönemlerdeki fiziki yansıması idi...
Her İstanbul şehri meraklısının dillerinde pelesenk ettiği, bilen bilmeyen herkesin bahis konusu olarak ele aldığı Bâyazıd’ın bir nevi kültür merkezi olarak hizmet veren Küllük Kahvehanesi de ayrı bir sosyal tarihimizin lokomotifi olmuştu...
 
EDEBİYAT MAHALLİ
 
Bâyezid Cami’nin Bâyezid’a bakan kapalı kapısı önünde, çınar ve kestane ağaçları altındaki mermer masalardan müteşekkil Küllük Kahvehanesi’nin hemen yanındaki meşhur Emin Efendi Lokantası ile tarihî Yarımada, İstanbul’un; ilmi ve edebiyatı dert edinmişlerin mahfili idi.
Sait Faik’ten Reşat Nuri’ye, şair Asaf Hâlet Çelebi’den Yahya Kemal’e, Nâzım Hikmet’ten Necip Fazıl Kısakürek’e kadar burası derdi olan müdavimlerin toplanma yeri idi. 
Adını, Sultan II. Bâyezid’dan alan kendisinin adına yaptırdığı cami, medrese, imaret ve hamamdan oluşan bir külliyenin yer aldığı bu alan çevresini kuşatan Bâyezid Meyanı üzerinde ilk ciddi imar düzenlemesi fikrinin şekil aldığı 1855 tarihinde, ilk belediye teşkilatlanmasının teşekkül ettirilmesi ile Şehremaneti’nin kurulmasının ardından, Beyazıt Meydanı’nda da bir düzenlemeye gidilecektir. 1866 tarihinde Seraskerlik Dairesi olarak kullanılan Eski Saray binaları yıkılarak bugün İstanbul Üniversitesi rektörlük binası olarak Harbiye Nezareti binası yapılacaktır. Yeni bina ve çevre düzenlemesi ile ilk değişiklik yapılmıştır. 20. asrın başlarında Sultan II. Abdülhamid’in İstanbul’u yeniden imar etme gayretleri içerisinde, Fransız mimar Joseph Antoine Bouvard’ın 1902’de İstanbul için yaptığı planlama çalışmaları arasında mevcut Beyazıt Meydanı’nın genişleterek Avrupai bir tarzda meydan projesi hazırlanmasına rağmen hayata geçirilememiştir.
Bâyezid Meydanı’nın ilk ciddi düzenlemesi, 1923-1924 yılları arasında 14 aylık kısa ama bir o kadar başarılı bir belediye başkanlığı görevini ifa eden Haydar Bey (Ali Haydar Yuluğ)’un şehremini reisliği döneminde gerçekleşecektir. Bir Türk mimarın gerçekleştirdiği bu meydan düzenlemesinde meydanın ortasının belirleyen çift fıskiyeli eliptik havuz ve bu havuz etrafında dönerek yoluna devam eden tramvay hattı ile yeni karakteristik yapısına kavuşmuş olacaktır. Bu güzel düzenlemenin mimarı, Mimar Asım Kömürcüoğlu’nu yâd etmeden geçmemek gerek… 1950’li yılların imar düzenlemesinde Bâyezid Meydanı’nı bugünkü anlamsız hâline gelecektir.
1956-57 yıllarında gerçekleştirilen yeni imar düzenlemesinde, Bâyezid Meydanı’nın kadim yolu olan Ordu Caddesi’nin genişletilmesinde tarihî Simkeşhane binası ile Hasan Paşa Hanı’nın meydana bakan cepheleri ve kuzey bölümleri yıktırılacak, yol kodu bozulacak, Yahnikapani Camii yıktırılacak ve Roma mimarisinin tipik dev ölçülerdeki anıt tak kapının kalıntıları da ortaya çıkarılacaktır. Rahmetli Turgut Cansever’in başlatmış olduğu proje ise, 1960 ihtilali ile yarım kalacak ve bugüne kadar süregelecek hâli ile devam edecektir.
1956 tarihinden itibaren başlatılan yeni imar düzenlemesi, Tarihî Yarımada İstanbul’un kalbi noktalarından biri olan Roma ve Osmanlı döneminin önemli merkez noktası olan şehrin ve medeniyetinin karakteristik mirasının yansıtıldığı, gündelik hayatın sergilendiği Bâyezid Meydanı’nın Osmanlı şehir dokusu ve de silüeti buradan silinmiştir.
1960 ile 1980 tarihleri iki ihtilal arası Devrim Meydanı olarak isimlendirilen Bâyezid Meydanı, Osmanlı gündelik hayatının merkezi ve sergilendiği bir bölge idi. Kuşlu Cami diye Batılı seyyahların hayretler içerisinde dile getirdikleri ve imrenerek sık sık bahsettiği Bâyezid Camii güvercin ve kumru sürülerine ev sahipliği yaparkenmeydan ilkindi namazı sonrası sürüler hâlinde meydana toplanan sokak köpeklerinin hayırseverler tarafından beslenildiği bir mekân idi. Tarihî Yarımada İstanbulluların Kurban Bayramlarında hayvan pazarının kurulduğu yer olan Bâyezid Meydanı ve camii savaş ve barış zamanlarında yaşanan bütün sosyal yaşanmışlıkların merkezini teşkil etmekteydi. İktisadi hayatın en hareketli mekânlarına ev sahipliği yaparken dönemin teknolojik gelişmelerinden olan ilk fotoğraf atölyelerin de açıldığı yer idi.
Tabii bugün İstanbul Üniversitesi’nin Fen ve Edebiyat Fakülte binalarının bulunduğu yerde 19. yüzyıl İstanbul konaklarından biri olarak inşa edilen Zeynep Kamil Konağı ilk üniversite binasına dönüşmesi ve onun akabinde hemen bitişik sokağı etrafında gelişen Yahnikapani Mahallesi’nin İstanbul’un bir ilim irfan mahallesi hâline dönüşmesine değinmeden geçmemek gerek. Turgut Cansever’in babası Dr. Hasan Ferit Cansever’in evi, 1960 ihtilali sonrası asılan Türk Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun aile evi bu semtin hanelerinden sadece bazıları idi. Bu mahalleden geriye bugün Elektrik Kurumu binası olarak kullanılan bu tek bina kalmış olması kültür mirasının nasıl yok edildiğinin bilmek derin bir ıstırap hissettirir...
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.