İklim değişikliği, gıda sıkıntısı ve Türkiye’de tarım

A -
A +

Prof. Dr. İbrahim Aydın
Balıkesir Üniversitesi NEF Öğretim Üyesi
iaydin@balikesir.edu.tr

Türkiye’de tarım hususunda yapılması gereken en önemli uygulama; mevcut ziraat topraklarını korumak, yani tarım dışı faaliyetlere kurban etmemektir. Ayrıca, modern tarım yöntemleriyle, birim alandan daha fazla ürün almaktır.

İnsanoğlunun ilk faaliyeti tarım, gelişmiş ülkelerin sanayi fonksiyonu temelli kalkınması ve katma değerinin diğer sektörlere göre düşük kalması sebebiyle hak ettiği itibarı görememiştir. Günümüzde aktif nüfusun tarım dışı alandaki istihdam miktarı ve ülkelerin kentsel nüfus oranları, kalkınmışlık emaresi sayılmaktadır. Bütün bu gerekçelerle, ülkemiz dâhil dünyadaki bütün ülkeler, kalkınma planlarında sanayi ve hizmet sektörüne özel önem verirken, tarım sektörünü ikinci, hatta üçüncü plana itmiştir.

Oysa, kadim ekonomik faaliyet olan tarım, insanların gıda ihtiyacını, hayvanların da yem ihtiyacını karşılar. Önemli oranda istihdam sağlamanın dışında, tarımsal ürünleri kullanan birçok sanayi koluna ham madde temin eder. Ülkelerin dışa bağımlılığını azalttığı gibi, ihtiyaç fazlası tarım ürünlerinin ihracıyla döviz girdisi sağlar. İnsanoğlu ister antik devirlerde, isterse uzay çağında yaşasın, gıda ihtiyacını tarım mamullerinden sağlamak zorunda olduğu için, tarımın kıymeti hiçbir dönemde azalmaz.

DÜNYADA KITLIK ENDİŞESİ

Son iki yıldır devam eden COVID-19 salgınında koca koca ülkelerin gıda tedarikinde yaşadıkları problemler de, tarımın önemini bir defa daha hatırlatmıştır. Önümüzdeki yıllarda beklenen iklim değişikliği, enerji darboğazı, dünya nüfusunun katlanarak artması ve ziraat ürünlerini işleyen sanayinin hızla gelişmesi, bütün ülkeleri tarım ve tarım ürünleri ile alakalı “kıtlık” endişesine sevk etmiştir. Hatta Batılı ve gelişmiş ülkeler, birçok Afrika ülkesinden tarım arazisi kiralama yoluna gitmektedir. Bununla ilgili olarak, Bill Gates dâhil birçok girişimci ve firmanın, Türkiye’den de tarım arazisi topladığı iddia edilmektedir. Bazı ekonomistler, tarım arazisine yapılan yatırımın altın ve dövizden daha kârlı olacağını savunmaktadır.

Global ısınma, bilim adamlarının beklediğinden çok daha kısa sürede ve hızla artarken, deniz seviyesi de süratle yükselmektedir. Şöyle ki; deniz seviyesi 1993-2002 arasında 2,1mm, 2013-2021 arasında ise 4,4mm yükselmiştir. Bu da, birçok tarım alanının kuraklıktan tarım dışı kalması, en verimli delta ovalarının da suların altında kaybolması anlamına gelmektedir.

TARIM ÜRÜNLERİNE İHTİYACIMIZ KATLANARAK ARTMAKTA

Türkiye, yıllardır tarım ülkesi olarak bilinir. Sahip olduğu iklim şartları, nüfusun geçmiş dönemde kırsal sahada ikamet etmesi, aktif nüfusun önemli bir kısmının tarımda istihdam olması ve GSMH’da tarımın mühim bir oran tutması, bu kanaati desteklemekteydi. Kısa bir süre öncesine kadar, tarım ürünleri açısından dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olmakla övünürdük. Karadeniz bölgesi hariç, ülkemiz genelinde, bitkilerin suya ihtiyaç duyduğu gelişme dönemleri olan yaz aylarının sıcak ve kurak geçtiği, karasal ve Akdeniz iklimi hâkimdir. Bu sebeple, yaz kuraklığında su ihtiyacı duymayan tahıl ürünleri tarımı yaygın olarak yapılmaktaydı.

Ancak ülkemizin nüfusu, 1927 yılında yapılan ilk sayımda 13,6 milyon çıkmıştır. Çoğu kadın ve çocuktan oluşan, kanaatkâr bu nüfus, hem miktar ve hem çeşit olarak az gıda tüketen bir topluluktu. Günümüzde ise, nüfusumuz 85 milyona dayanmıştır. Üstelik, hem miktar olarak, hem de çeşit olarak daha fazla gıda tüketen bir nüfus mevcuttur! Türkiye nüfusu, 94 yılda yaklaşık 71,5 milyon, yani %525 oranında artmıştır. Ayrıca, ülkemize yılda 40-50 milyon turist gelmektedir. Bunlara, 5-6 milyon sığınmacı da eklendiğinde, tarımın beslemek zorunda olduğu nüfusun büyüklüğü ortaya çıkar. Bütün bunların ilaveten, tarım ürünlerini işleyen sanayinin de gelişmesi, tarım ürünlerine olan talebi âdeta patlatmıştır. Bu durumda yapılması gereken en önemli uygulama; mevcut tarım topraklarını korumak, yani tarım dışı faaliyetlere kurban etmemektir. Ayrıca, modern tarım yöntemleriyle, birim alandan daha fazla ürün almak, yani verimliliği arttırmaktır.

TARIMDA 2-3 YILDA BİR ÜRÜNDEN, YILDA 4 ÜRÜNE

Ülkemiz tarımında en önemli problemlerden biri sulamadır. Oysa Türkiye, Avrupa’da Rusya ve Norveç’ten sonra, en fazla hidroelektrik enerji potansiyeli olan ülkedir. Akarsu varlığı açısından Orta Doğu ve komşuları içerisinde en zenginidir. Barajların kurulması için; akarsuyun varlığı, suyun debisi, rejimi, dar bir vadi içerisinde akması, su toplama havzasının var olması ve geçirgen olmayan bir tabanın bulunması gibi fiziki şartlar gerekiyor. Ayrıca, iş gücü, teknik eleman, teknoloji ve sermaye gibi beşerî şartlar da, olmazsa olmaz bileşenlerdir. Türkiye’de geçmişte, sermaye, teknoloji ve teknik eleman yetersizliği sebebiyle, onlarca tatlı sularımız tuzlu denizlere akmaktaydı. Hatta bu durum, “Su akar Türk bakar” şeklinde, istihza konusuydu. Son yıllarda bu durum değişmiş, aynı akarsuyun üzerinde, farklı mesafelerde birden fazla barajlar tespih taneleri gibi dizilmeye başlanmıştır.

Ülkemizde yapılan baraj ve göletlerden sulama sayesinde tarım alanlarından geçmişte 2-3 yılda bir ürün alınabilirken, günümüzde aynı tarım alanından, yılda 3-4 defa mahsul alınır hâle gelinmiştir. Verimliliğin ve rekoltenin artması dışında, sulama sayesinde, üretilen tarım ürünleri de hem çeşitlenmiş, hem de kaliteleri artmıştır. Endüstriye ham madde sağlayan ve katma değeri fazla olan sanayi ürünlerinin tarımı da bir hayli yaygınlaşmıştır.

SOFRA ÜZERİNE BİNA YAPMAK!

Bilim adamları, toprakları, verimliliklerine göre 8 sınıfa ayırmakta, sonra da nasıl kullanılması gerektiğini açıklamaktadır. Buna göre, 1. ve 2. sınıf topraklar sulama için gerekli tatlı bir meyle sahip olup, hiçbir sıkıntıyla karşılaşmadan tarım yapılabilir. Üçüncü ve 4. sınıf topraklar ise, taşlılık, tuzluluk ve taşkınlık gibi birkaç sorun olduğu için, “kontrollü ve tedbirli tarım” yapılacak alanlardır. Eğimin arttığı 5. sınıf topraklar ise, artık toprağın yüzeyini tüm yıl kaplayan ve erozyona karşı toprağı tutan meyvecilik faaliyetleri için uygundur. 6. sınıf topraklarda, eğim iyice artmış olup, hiçbir şekilde toprak sürülüp gevşetilmemeli ve bu tür topraklar mera alanı olarak kullanılmalıdır. 7. sınıf topraklar ise ormanlar için ayrılmalı ve 8. sınıf topraklar da, ana kayanın yüzeye çıktığı tarımsal faaliyetler anlamında, ekonomik değeri olmayan alanlardır.

Ülkemizde, âdeta nüfus patlamasının yaşandığı günümüzde, başka ülke ve kıtalardan tarım arazisi satın alma veya kiralama çabalarına rağmen ülkemizde tarım alanları ısrarla tarım dışı faaliyetlere ayrılarak âdeta katliam yapılmaktadır. Verimli alüvyal ovalar; yol, otogar, sanayi tesisleri ve imarlaşmaya kurban ediliyor. Yılda dört defa ürün alınabilen mümbit topraklar, maalesef tarım dışı amaçlara kurban ediliyor.

İstanbul yedi tepe üzerine, Bursa Uludağ, Manisa Spil Dağı eteklerine, İzmir Kadifekale yamaçlarına kurulmuşken, günümüzde tüm şehirlerin alüvyal ovalara doğru yayılması kolaycılığın en belirgin örneğidir. Tarım alanlarının imara açılması ile ülkemizin geleceği çalınırken, gevşek zeminli ve yer altı su seviyesinin yüksekliği sebebiyle birinci derece deprem sahalarına nüfusun yığılması, felakete yaldızlı davetiye çıkarmaktan farksızdır. İstisnasız tüm şehirlerde durum budur. Ülkemizin sofraları Çukurova, Çarşamba, Bafra, Bursa, Balıkesir, Adapazarı, Muş, Ege Bölgesi’ndeki depresyonik ovalar gibi, ülkemizdeki tüm ovalar yok oluyor.

Bu imar uygulaması şuna benziyor: Bir oda Türkiye olsun. Odanın ortasında sevdiğimiz tüm yemek çeşitlerinin yer aldığı ve üzerinden buram buram kokularının ve dumanlarının tüttüğü yer sofrası! Odanın kenarlarında da çok kaliteli mobilya takımı. Bizler odaya girdiğimizde, mobilyalara değil de, âdeta yer sofrasının üzerine oturuyoruz. Şehirlerdeki imar uygulamalarımız bu durumdan farklı değil!

Bunun üzerine, tarımsal faaliyetler de, eğimin arttığı meyvecilik, mera ve orman alanı olması gereken alanlara kaydırılıyor. Bunun bedeli ise daha ağır oluyor. Bu alanlardaki verimliliği arttırmak için daha fazla gübre kullanmak zorunda kalınıyor. Mera hayvancılığı ve meyvecilikse olumsuz yönde etkileniyor. Arazinin eğime paralel sürülmesi ve toprağın gevşetilmesiyle erozyon süreci başlıyor. Erozyonla taşınan topraklar daha düz alanlardaki tarım topraklarında millenmeye, baraj gövdelerinin dolmasına, göl ve denizlerdeki tabii ortamın bozulmasına sebep olmaktadır. Kıt imkânlarda yapılan barajların gövdelerinin dolması, daha az enerji üretimi, daha az içme, kullanma ve sulama suyu depolanması dolayısıyla, daha az tarım alanlarının sulanması demektir. Bu olumsuzluklar zinciri uzar gider.

TARIMDA YAŞANAN PROBLEMLER

Ülkemizdeki tarımsal faaliyetlerde, sulama, tohum ıslahı, zirai mücadele, makineleşme ile birim alandan alınan verimlilik artmıştır. Verimliğin Avrupa ülkeleri kadar artmamış olması, aslında bizim için umuttur. Ancak Türkiye’de tarımsal faaliyetlerde genel bazı problemler mevcuttur.

Mesela milyonlarca hektar tarım sahası, ziraat dışı faaliyetlere ayrılmıştır. Türkiye’de 2000’de 26.4 milyon hektar işlenen tarım alanı, %7,9 oranında azalarak, 2009’da 24,3 milyon hektara düşmüştür. Yine ülkemizde 1989-2018 döneminde, toplam 2.604.517 hektar tarım arazisinin, tarım dışı kullanımına izin verilmiştir. Bunun yanında gübre, iş gücü, zirai ilaçlar, tohum, fide, sulama, yakıt vb. gibi üretim girdileri, üretim maliyetlerini oldukça arttırmaktadır.

Tarım ortamında yetişen gençlerin geleceklerini tarımda görmemeleri ve başka iş kollarına kaymaları, tarımda iş gücü temininde sıkıntılara sebep olmaktadır. Köylerde birçok alan çeşitli gerekçelerle ekilmeyip boş kalmakta, İstanbul ve Bursa merkezli olduğu söylenen ve gerçekte kim oldukları bilinemeyen bazı kişiler adına tarım alanları toplanmaktadır.

Miras yoluyla parçalanma nedeniyle sürekli küçülmekte olan tarım alanları ise, giderek bir çiftçi ailesini geçindirmekten uzaklaşmaktadır. Hasat dönemlerinde tarım ürünleri fiyatlarının düşük olması da, çiftçinin borçları yüzünden, ürününü hemen satmak zorunda olması, tarımsal kazancın gerçek üreticiye değil, aracılara gitmesine yol açmaktadır.

Tarım politikalarının yetersiz olması da bir hakikattir. Bu sebeple üretilen mahsullerin rekolteleri yıllara göre değişmekte, fiyat istikrarsızlığına yol açmaktadır.

ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Bu sıkıntılara çare olacak bazı adımlar atılabilir. Tarıma uygun ve 1. derece deprem bölgesi olan ilk dört sınıf topraklar, asla tarım dışı faaliyetler için kullanılmamalıdır. Tarım topraklarında “toplulaştırma” çalışmaları yapılmalı, bir aile işletmesinin elinde olan arazi, tarımsal üretimle en azından o ailenin geçimini sağlamalıdır. Küçük çaplı “Tarım Araçları Kooperatifleri” kurularak, sermaye israfının önüne geçilmelidir. Ülke genelinde makro düzeyde ürün planlamaları yapılarak, üretici ve tüketici mağduriyetleri ortadan kaldırılmalıdır. Üretim maliyetlerini düşürmek için, tarımsal girdilerle ilgili olarak, çiftçilerin mutlaka desteklenmesi gerekmektedir. Üretici ve tüketici arasındaki aracılar mümkün olduğu kadar aradan çıkarılmalı, kazanç, gerçek hak sahiplerine, yani çiftçilere gitmelidir. Tarım sigortası daha da yaygınlaştırılmalıdır.

Öte yandan birim alandan ve birim hayvandan verimin arttırılması için akademik çalışmalara ağırlık verilmelidir. Tohum ve fide, zirai ilaç ve gübre üretiminde dışa bağımlılık azaltılmalıdır. Ziraat Odaları, çiftçiden para tahsil eden kurum olmaktan çıkarılıp, çiftçiyi eğiten, yönlendiren, öncülük eden kurumlar hâline getirilmelidir. Su israfı dışında, toprakta millenmeye ve yıkanmaya sebep olan vahşi sulamadan vazgeçilip, damlama-sulama yöntemine geçilmeli. Genç girişimciler tarım sektörüne teşvik edilmelidir. Son yıllarda, köylerde arazi toplayanlarla alakalı iddialar ciddiye alınıp araştırmalıdır. Dövizde yaşanan son artışlar sonucu yabancılar için oldukça ucuz kalan tarım arazilerinin yabancılara satışı yasaklanmalı.

Çiftçi üretmezse dağdaki kuşlar da, şehirde gökdelenlerde yaşayan kibirli insanlar da aç kalırlar. "Dağlara buğday serpin, Müslüman ülkede kuşlar aç kaldı demesinler!" diyen bir kültürün mirasçısı ve bugün global güç olma iddiasındaki Türkiye, sanayisine tarımsal ham madde sağlayamayan bir ülke durumuna düşmemelidir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.