İmam hatipler niçin çok tartışılıyor?

A -
A +

Doç. Dr. Mustafa Şeker

Türkiye’de resmî din eğitimi ve öğretiminin, aslından çok uzaklaştığına dair eleştiriler mevcuttur. Zira din öğretiminde en hassas nokta doğru bir din algısıyla nesilleri korumaktır. Bu ruh da Anadolu’da vardır.

Osmanlının güçlü eğitim kurumları içinde kabul edilen medreselerdeki akli ilimlerin imparatorluğun son döneminde kaldırılmış olması sebebiyle 30-40 yıl boyunca bu milletin çocukları, Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan okullarına mahkûm edilmişti. Buna sebep olan masonik zihniyet, semerelerini; II. Abdülhamid Han’ı tahttan indiren anlayışları üreterek ve koca imparatorluğun yıkımına sebep olan savaşlara sokarak almışlardı. Medreselerde verilen dinî eğitim de hakiki misyonunu kaybedip, cahil din adamları topluma hakkıyla faydalı olamamışlardı...

DİN EĞİTİMİ ALANINDA BAŞLAYAN MODERN UYGULAMALAR

1913 yılında ilk defa imam-hatip yetiştirmek için “Islâh-ı Medâris” planı çerçevesinde “Medresetü’l-eimme ve’l-hutabâ” ismiyle bir din öğretim okulunun açıldığı görülmüştür fakat daha sonra 3 Mart 1924 tarihinde 430 sayılı Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu’yla ve Maarif Vekâleti’nin aldığı kararla bütün medreseler kapatılmıştır. Aslında bu kapanma Tanzimat’la başlayan bozulmaların bir neticesidir ki aslında medreseler bir nevi kendi kendilerini kapatmıştır.

1924 Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu’nun 4. maddesine dayandırılarak 29 yerde imam hatip okulları açılmış ama buralarda Kur’ân-ı kerim, tefsir ve hadis-i şerif gibi derslerle birlikte musiki (gına) dersleri de programa girmiştir. Daha sonra bu okullar, 1930’da kapatılmıştır. 1929-1931 arası dönemde öğretmen okulları programından din dersinin ve 1933 İstanbul Darülfünunu’ndan İlahiyat Fakültesi’nin kaldırılmasıyla ülkemizde örgün eğitim-öğretim programı dâhilinde din öğretim kurumları kalmamıştır. Sadece Diyanet İşleri Başkanlığı riyasetinde Kur’ân-ı kerim ve hafızlık öğretimi devam etmiştir.

CHP’NİN DİN EĞİTİMİ HAMLESİ

1947 yılında toplanan CHP 7. Kurultayı ve meclis görüşmelerinde Hamdullah Suphi Tanrıöver, ülkede din görevlisi sıkıntısına dikkat çekmiş, ölülerin yıkanması, namazının kılınması ve gömülmesi için din görevlisi bulunamadığını söylemiştir. Bundan sonra 1949-1958 arasında imam-hatip kurslarının açıldığı ve askerliğini tamamlamış ortaokul mezunu kişilerin imam hatip kurslarına alındığı görülmüştür. 1959 yılında ise Yüksek İslam Enstitüsü açılmıştır (1982 yılında bu enstitüler, ilahiyat fakültelerine dönüşmüştür). 1960 İhtilali sonrasında dört şehir (Ankara, İstanbul, İzmir ve Erzurum) dışında imam hatiplerin kapatılması yönünde girişimler olmuşsa da, İsmet İnönü zamanında Bursa’da bir imam hatip okulu açılmış ve aynı yıllarda Millî Eğitim Bakanlığı teşkilat yapısı içerisinde Din Eğitimi Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 

HEP TARTIŞMALARIN MERKEZİNDE

1970, 1980 ve 1990’lı yıllarda da imam hatipler gerek içtimai gerekse siyasi alanda hep seçim vaatlerinin ve uygulamalarının birer parçası olarak tartışmaların merkezine çekilmiş, 1990’lı yılların sonlarında ise artık kökünün kazınması gereken eğitim kurumları gibi gösterilmiş, onca terör hareketi ve iç/dış problem varken bir millî güvenlik meselesiymiş gibi topluma lanse edilmiştir. 28 Şubat sürecinde imam hatiplere cephe alınarak din eğitimine büyük bir darbe vurulurken FETÖ ve benzeri yapıların el altından ellerini ovuşturdukları da bir hakikattir.

Din öğretimi Müslüman Türk toplumunun en hassas olduğu meselelerin başında gelir. Bu hassasiyeti bilen siyasi iradeler de beklentiler sebebiyle öncelikle ilk adımı hep din eğitimi ve öğretimi noktasında atmışlardır. Fakat önemli bir hakikat de şudur ki, Türkiye’de resmî din eğitimi ve öğretiminin, aslından çok uzaklaştığına dair eleştiriler mevcuttur. Zira din öğretiminde en hassas nokta aslından sapmadan, doğru bir din algısıyla nesilleri korumaktır. Bu ruh da Anadolu insanının bilinçaltında hep vardır.

NAKLİ ESAS ALMANIN EHEMMİYETİ

Âlimini, evliyasını ve kendi kültürünün rol model şahsiyetlerini referans edinen Anadolu insanı, bu terbiyeyi topraklarını mayalayan Türk-İslam coğrafyasında yetişmiş Yusuf-i Hemedani, Ubeydullah-i Ahrâr, Mevlâna Halid-i Bağdâdi, Seyyid Fehim-i Arvâsi ve Seyyid Abdülhakim-i Arvâsi hazretleri gibi kıymetlerden almıştır. Öyle ki Anadolu coğrafyasının hinterlandı nice büyük zatların ışık yaydığı Türkistan coğrafyasıdır. Ne zaman ki Türkistan coğrafyasında yetişmiş ve Anadolu’yu mayalayan âlim zatlar ile araya mesafe konmuş, Anadolu’nun dinî hayatında zayıflama görülmüştür.

İmam hatipler niçin  çok tartışılıyor?
Hamdullah Suphi Tanrıöver

DİNÎ HAYATTA MISIR TESİRİ

Dinî, kültürel ve tarihî süreçte Mısır, büyük ve kıymetli âlim zatlarla bezenmiş, İslam tarihinin en müstesna mekânlarından biri olmuştur. Fakat bu coğrafyaya Batı hâkim olup, içtimai ve siyasî üstünlüğü ellerine geçirdiklerinde, ilk odaklandıkları nokta, dinî hayat ve din eğitim-öğretimi olmuştur. Özellikle buralardaki din okullarında yetiştirdikleri din adamları, modernizmin ve reformist oryantalizmin merkezi olarak ülkeyi bir nevi üs olarak kullanmışlardır.

Özellikle 1830’lu yıllar; âdeta “İslam’ı içeriden nasıl bozarız” projelerinin fizibilitesinin yapıldığı, sonrasında da somut adımların atıldığı senelerdir. İngilizler, buraya attıkları tohumların meyveye durduğunu, casuslarının da ifade ettiği gibi 100 yıl sonra bile olsa görebileceklerine inanmışlardır. Attıkları tohumlar sayesinde Osmanlı coğrafyasına fitne maksatlı saldıkları sahte din adamları ile somut neticeler aldıklarını gördükçe daha da hırs ve kararlılıkla hedeflerine doğru yürümüşlerdir.

“ZEHİRLİ SARMAŞIĞA TAŞINAN SU”

Cahil ve sahte din adamlarının varlığı mukaddesatımıza ve devletin güvenliğine mal olacak kadar ileri seviyelere gitmiştir ki İttihat Terakki döneminde şeyhülislamlık yapan mason din adamları bile vardır. Özellikle 1970’li yıllarda dinî eğitim maksatlı Mısır’a giden bazı ilahiyatçılar, bünyelerine aldıkları reformist ve modernist muhteviyatlı zehir sayesinde İngiliz’in 100 yıl önce ektiği zehirli sarmaşığa bilerek/bilmeyerek su taşımışlar; Anadolu insanını zehirlemek için de bu vebayı bu topraklara bulaştırmışlardır. Bu vebanın muhteviyatında ise “Dininizi Kur’ân’dan öğrenin başka kaynağa gerek yok” virüsü bulunuyor, “Edille-i Şeriyye” bir çırpıda yok sayılıyor, her ne hikmetse mübarek kitabımız Kur’ân-ı kerimi tecvitle okumayı bile beceremeyen bir kısım zevatta hadis-i şerif, Eshab-ı kiram ve mezhep imamları düşmanlığı zirve yapıyordu.

Türkiye’de bir kesim devlet imkânlarını arkasına alıp dinin hayatımızdan çıkarılması için bir bardak suda fırtına koparırken, mağduriyet karinesi arkasına saklanan ve kendilerini dinin tek yılmaz savunucusu gibi kabul eden bu reformist zümre, arkalarına aldıkları saf, temiz Anadolu irfanı ile de reformist/modernist bir din imparatorluğu kurmaya çalışıyorlardı. Maalesef bazı ilahiyat fakültelerinde Hristiyanlıktaki gibi reformist bir din algısı ile yetiştirdikleri binlerce temiz Anadolu gencini öğretmen olarak okullara gönderdikleri gün, gömleğin düğmesi yanlış iliklenmeye başlanmıştır. Bugünkü imam hatiplere yönelik olumsuz algının membaı işte burasıdır. Maalesef Osmanlı ve diğer Müslüman Türk devletlerinin tatbik ettiği din eğitim ve öğretim metotları bazı eğitimcilerce yok sayılmıştır.

GELENEKSEL METOTLARLA DİZAYN EDİLMELİ

Çok sayıda, sesi yeteri kadar çıkmayan gayretli ilahiyatçı hocalar olduğunu biliyoruz. Ancak bugün bilimsel alanda önemli başarılara imza atan imam hatip okullarının aynı başarıyı niye dinî ve kültürel alanda gösteremediğinin ilahiyatçılar tarafından sorgulanması gerekmez mi? İmam hatiplerin ecdadın tatbik ettiği metotlar çerçevesinde yeniden dizayn edilmesi artık zaruri hâle gelmiştir. Şu da bilinmelidir ki modern pedagoji yanında geçmiş başarılı pedagojik metotların din öğretimi özelinde kullanılmasının gerekliliği de asla göz ardı edilmemelidir. Zira modernizmi hayatımızın her merhalesinde tatbik ederken din eğitimine yönelik sağlam, geçerli, geleneksel metotların da hitap edeceği noktalar olduğu unutulmamalıdır. (Öyle ki vücudun diğer organları için geçmiş insanların kullandığı ve “organik” diye tabir edilen beslenme metotlarına dönmenin zaruret olduğu tartışılırken yine insan için hayati ehemmiyeti haiz beynimiz, kalbimiz ve ruhumuzun da bazı zamanlar benzer tatbikatlara ihtiyacının olabileceği niçin göz ardı edilir, bunu da anlamak gerçekten zor…)

MESELE İLAHİYATLARDA BAŞLIYOR

Türkiye'de güvenlikte ve teknolojide tatbik edilen atılımların aynısını eğitimde de yapamadığımız sürece hiçbir nesil projesi tutmayacaktır. Çünkü imam hatiplerden ilahiyatlara kadar bütün süreç pozitivist müfredatın eseridir. Zira imam hatiplerdeki dinî eğitim yetersizlikleri ilahiyatlarda başlamaktadır. "Çocuklarınızı imam hatiplere göndermeyin" demek tek başına çözüm değildir. Bu da başka olumsuzları peşinden getirir ki FETÖ hainlerinin ve onunla bilerek/bilmeyerek aynı cephede yer alanların zaten bu okulların kapatılması için kimlerle iş birliği yaptığı bugün ortaya çıkmıştır.

MÜFREDAT DÜZENLENMELİ

Çare, acil olarak imam hatiplerin ıslah edilmesi ve ecdadın metotlarıyla yeniden düzenlenmesidir. Müfredat, Edille-i Şeriyye esasları yani İslam’ın 4 temel kaynağı (Kur’ân-ı Kerim, Sünnet-i şerife, İcmaa ve Kıyas-ı Fukaha) esas alınarak hazırlanmalıdır. Dinde emredilene uymak ve dini, orijinaline sadık kalarak yaşamak esastır. Yoksa din adına olduğu iddia edilen ve kişilerin bakış açılarına göre dizayn edilen anlayışlar, dini yok etme gayretlerinin safında yer almak demek olacaktır ki bu çabalar, insan buluşu, tahrif edilmiş bir ucubeden başka şeye hizmet etmeyecektir. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz şartlar son çıkıştır ve bunu iyi değerlendirmemiz lazımdır. Yapılan tahrif hareketleri sebebiyle daha önce bir defa “Gayretullah”a dokunmuş ve 28 Şubat’ta çok acılar çekilmiştir…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.