Mandaya alışanlar

A -
A +
Yerli malı, yurdun malı

Herkes onu kullanmalı.

Çocukluk günlerimde sıkça söylediğimiz tekerlemelerden... İlkokulda okurken her yıl yerli malı haftasında, yerli ürünlerle ilgili etkinlikler yapardık. Herkes evinden çeşitli taze veya kurutulmuş meyveler, hamur işi yiyecekler, şekerlemeler getirirlerdi. Sınıfta paylaşarak yerdik. Yerli malını bu kadar bilirdik.

O yıllarda İzmir fuarı ilgi odağı idi. Birçok ülkenin ürünlerinin tanıtıldığı bu fuarı çok merak ederdim. Nihayet bir gün ailecek gitmek kısmet oldu. Çeşitli ülkelerin devasa pavyonlarda sergilenen ürünlerini gördüm. Hayalimin çok ötesinde dev sanayi makineleri, tekstil ürünleri, sanayi ürünleri, çeşitli cihazlar, ev aletleri, elektronik ürünler oldukça ilgimi çekmişti. Ufkum değişti. O zaman anladım. Yerli malı deyince sadece meyveler, sebzeler değildi kastedilen... O kadar ülkenin ürünlerini ve makinelerini görünce ister istemez "kendi ülkemin yerli malları neler?" diye merak ettim. Türkiye pavyonuna girdiğimizde de sadece kesme şeker paketleyen bir makine ile karşılaştık. Ziyaretçiler de paketlenen şekerleri satın alıyordu. İşin açıkçası çocuk duygularımla kendimi ezik hissetmiştim. Diğer ülke stantlarında dev makineler, türlü türlü cihazlar, aletler varken, benim ülkemde kurutulmuş gıdalar ve şeker paketleme makinesinden başka bir şey yoktu. Biz çok güçsüz, çok geri kalmış bir ülkeymişiz. O an için öyle algıladım.

Daha sonraki eğitim yıllarımda da bu psikolojiyi üzerimden atamadım. Çünkü ortaokul yıllarında da okutulan kitaplarda neredeyse her yeniliğin, her buluşun Batı'dan geldiğini öğrendik. Özellikle tarihçilerimiz, Rönesans hareketini hep ballandıra ballandıra anlatırdı. Hipokrates'i, Sokrates'i, Kristof Kolomb'u, Macellan'ı, Mikelanjelo'ı, Leonardo Da Vinci'yi, Pasteur'u, Newton'u, Pascal'ı, Edison'u, James Watt'ı, Mozart'ı, Shakespeare'i; daha adını sayamadığım birçok ismi âdeta ezberlettiler. Yunan medeniyetini öğrenmekten Osmanlı'ya, Selçuklu'ya bir türlü sıra gelmiyordu. 

"Batı olmasaymış biz hiçmişiz!" hissini içimize yerleştirdiler. Batı ülkelerini merak eder olduk. Onların kültürlerine, filmlerine, müziklerine, yaptıklarına hayranlık duymaya başladık.

**

Lise yılları...

Fikirlerimizde istikametin belirlendiği yıllar. İnsan aslına çeker derler ya! Babamın dedesinin Osmanlı subayı olduğu evde konuşulurdu. İçimde buruk duygularla "Ne yapmışlardı da bizi geri bırakmışlardı?" diyerek Osmanlıları merak etmeye başladım. Okutulan tarih kitabı haricinde başka kaynaklardan ecdadımız olan Osmanlı'yı araştırmaya başladım. Araştırdıkça bazı gerçeklerin bambaşka olduğunu gördüm. Batılıların ecdadımız kadar medeni anlayışa, insani değerlere sahip olmadığını fark ettim. Medeniyet dedikleri, temcid pilavı gibi önümüze böbürlenerek sürdükleri buluşları ise Müslüman ve Türk dünyasının âlimlerinden kopyaladıkları bilgilerdi. Mikrobu Pasteur değil Akşemsettin hazretleri bulmuştu. Ali bin Abbas Hipokrat'ın tıbbi hatalarını düzeltmişti. 

Matematikte Sinüs ve Kosinüs'ü bulan Battani'yi; Amerika'yı Kristof Kolomb'dan 500 yıl önce haber veren Biruni'yi; Atomun parçalanacağını bulan Cabir bin Hayyan'ı; Bilgisayarın babası Cezeri'yi; ilk zooloji âlimi Demiri'yi; Batıya tedavi metodlarını öğreten Ali Bin Rıdvan'ı, İbni Sina'yı; ilk cebiri bulan Harizmi'yi;  yerçekimini bulan Hazini'yi; ses dalgalarını bulan Farabi'yi; ilk uçağı yapan ibni Firnas'ı; en büyük botanikçi İbni Baytar'ı; dünya haritasını çizen İdrisi'yi; ilk torna tezgâhını kuran Karaka'yı; Optik sistemleri bulan İbni Heysem'i; dünyanın çapını ilk hesap eden Sabit bin Kurra'yı; Ali Kuşçu'yu, Piri Reis'i, Uluğ Bey'i; tarihe keşifleri ile hem de Batılılardan asırlar önce yön vermiş, daha yüzlerce bilim adamımızı bize öğretmediler, anlatmadılar. 

Dünya'nın 7 harikasından biri kabul edilen Taç Mahal'i, Mimar Sinan'ın talebesi Mehmet Ağanın yaptığını yıllar sonra öğrendim.

Araştırdıkça içimdeki eziklik duygusunu attım. Batı gözümde küçüldü, itibarsızlaştı. Hayranlığım söndü, kendi ecdadıma olan hayranlığa dönüştü. Çünkü asıl medeni olan bizdik.

**

Yıllar çok şeyi değiştirdi. Şimdi kendi silahını, helikopterini kendi üreten, dev sanayi tesisleri olan, ileri teknoloji kullanan bir Türkiye var. Fakat içlerindeki aşağılık duygusunu yenemeyenler, hâlâ Batı'ya hayranlık besleyenler, ne ilk yerli otomobilimiz "Devrim"i içlerine sindirebildiler, ne şimdiki yerli prototip otomobilleri... Zaten bu görüşte olanlar, Türkiye Devleti'ne bir sarayı bile çok gördüler, yakıştıramadılar. Mandaya alışmışlar bir kere...

Şunu herkesin iyi bilmesi, kavraması lazım...

Biz ne kadar yerli isek, ne kadar kendi aslımıza dönersek o kadar bağımsızız.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.