Nerede o eski ramazanlar

A -
A +
Hep söyleriz, sıkça söyleriz ama okuyunca “hakikaten nerede o eski ramazanlar" dedirten iyiliğin, yardımseverliğin ve hoşgörünün ayı ramazanın anlamını bize yeniden hatırlatan Osmanlı ramazan gelenekleri... 
Ramazan ayı yaklaşırken ekmek veya eşya fiyatlarının inip çıkmaması için devlet tarafından sabit fiyatlar belirleniyordu ve belgelerle kayıtlara geçiliyordu. Bu kayıtların tamamı Narh Defteri’nde toplanıyordu. Tüm bakkallara ve esnaflara iletilen bu defterler sayesinde ramazan boyunca fakir ailelerin de düşük fiyatlarla alışveriş yapabilmesi sağlanıyordu.
Ramazanın en güzel geleneklerinden biri de Zimem (veresiye) Defteri uygulamasıydı. Yine yardımlaşmanın önemine vurgu yapan bu uygulamada varlıklı kişiler bilmedikleri semtlerde tanımadıkları esnafların dükkânlarına uğrar ve veresiye defterlerine bakıp, herhangi birini rastgele seçip borcunu silerlerdi. Böylece ne borcu silen ne de borcu silinen bu iyiliğin kime ve kim tarafından yapıldığını bilmezdi. İyilik duyurulmadan yapılan bir şeydi çünkü...
Osmanlıda tüm ramazan ayında iftar boyunca evlerin kapısı açık tutularak o anda oradan geçen her kim varsa istediği eve girerek orucunu açabiliyordu. İftarını tamamlayan kişi gitmeye hazırlanırken ev sahibi tarafından ‘diş kirası’ denilen hediyeler verilirdi. Bu, para veya gümüş yüzük, tabaklar, kehribar tesbihler gibi hediyelik eşya olurdu. Diş kirasının, iki anlamı vardı.
Birincisi, ev sâhibine sevap kazandırmak için çekilen eziyete teşekkürdü. Yâni, “Zahmet edip geldiniz. Mütevazı yemeğimi yiyip bana sevap kazandırdınız. Dişleriniz yıprandı. Teşekkür ederim” demekti.
İkinci anlamı ise iftara gelen fakirlere belli etmeden sadaka vermekti.
Ramazan geleneklerinden bir diğeri de Cerre çıkmaktı. Osmanlı Devleti’nde medreselerde yaz tatilleri “Üç Aylar”da verilirdi. Bu tatillerde seçilmiş medrese talebeleri hem kendi bilgilerini pekiştirmek, hem de dinî konularda halkı aydınlatmak için İmparatorluğun farklı bölgelerine gönderilirlerdi. Bu gönderme olayına “cerre çıkmak” denirdi.
Sadaka taşları taş bloklardan oluşan, genellikle cami veya türbe köşelerinde bulunan, ortası çukur, bir buçuk-iki metre yüksekliğinde taşlardı. Bu taşlar Osmanlıda sosyal dayanışmanın bir parçasıydı ve fakirlerin umut kapısıydı. Fakirler dilenmekten, zengin riya ve gösterişten çekindiği için sadakalarını bu taşlara koyar, fakir de gece vakti gelip ihtiyacı kadarını buradan alıp, geriye kalanını kendisi gibi bir başka fakire bırakırdı...
Ramazanın 15. günü cihan padişahları saray ve devlet erkânıyla Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilen Hırka-i şerifi ziyaret ederdi. Hırka-i şerif ziyaretinden sonra sarayda hazırlanan baklavalar, her 10 askere bir tepsi düşecek şekilde merasimle dağıtılırdı.
Kadir Gecesi, padişahlar muazzam bir alayla Ayasofya Camii’ne giderlerdi. O gece padişahın geçeceği yollar kandiller ve fenerlerle süslenir, top ve fişek sesleri arasında büyük bir merasimle camiye girerlerdi.
Ve "Arife Çiçekleri..." Osmanlı'da bayramların bilhassa çocuklar için ayrı bir yeri vardır. Bayramlıklarıyla sokakta gezen çocuklara "Arife Çiçeği" denilirdi. Osmanlıdan gelen 'Arife Çiçeği' kavramı; bayramdan birkaç gün önce yapılan alışverişin ardından çocukların sabırsızlanarak giysilerini bayramdan bir gün önce giyerek dolaşması olarak tanımlanırdı...

Ninem diyor ki; Ulular köprü olsa, basıp geçme.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.