Nereden çıktı bu yemin?

A -
A +
1 Kasım seçim sonuçlarının YSK tarafından resmen açıklanmasının ardından Meclis’te yapılan “Yemin Töreni”nde, HDP’nin Ağrı Milletvekili Leylâ Zana’nın sözleri geçen haftaya damgasını vurmuştu. Zana, yemin metnini okumadan önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın töreni izlediği locaya dönerek Kürtçe “Onurlu ve kalıcı bir barış umuduyla” dedikten sonra, yemin metninde yer alan “Türk milleti” ifâdesini de “Türkiye milleti” şeklinde söylemiş; bunun üzerine geçici TBMM Başkanı Deniz Baykal, Zana’nın yeminini, metne sâdık kalmadığı gerekçesiyle, geçersiz saymıştı.
Ankara’da siyasetin üzerine kara bulutları toplayıp âdeta fırtına kopartan Zana’nın bu eylemi, başkalaşım geçirerek bir anda yemin metni üzerine tartışmalara dönüştü. Peki “yemin” kavramı Osmanlı bürokrasisinde nasıl ortaya çıkmıştı?
        ***
Osmanlı Devleti’nde yaşanan yenileşme hareketlerinde önemli bir yeri olan Sultan II. Mahmûd, modern bir bürokrasi kurup yönetim örgütünü Batı bürokrasisi esaslarına uydurmaya çalışmıştır. Ardından bayrağı devralan Sultan Abdülmecid döneminde ilân edilen Tanzimat Fermanı ile devlet idâresinde çeşitli düzenlemelerin yapılacağı bildirilmiştir. Bununla birlikte, devlet memurları için fermana ve hükümlerine sâdık kalınacağına dâir “yemin etmek” bir zorunluluk hâline getirilmiştir. Nitekim Sultan Abdülmecid, fermanın ilânından bir gün sonra Kur’ân-ı kerim üzerine yemin etmiştir. Ardından başkent İstanbul’dan başlayarak en küçük yerleşim birimlerine varıncaya kadar tüm devlet memurları, fermana ve hükümlerine sâdık kalacaklarına dâir yemin etmişlerdir.
Yemin merasiminden sonra hemen çalışmalara başlanmış, “eski tas eski hamam” düşüncesinin önüne geçilebilmesi amacıyla çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Toplumu kemiren rüşvet hastalığını yok etmek, halkın can ve mal güvenliğini sağlamak Sultan Abdulmecid’in öncelikli amaçları arasında yer almıştır. Kendilerine maaş bağlanmasına rağmen kanunları tanımak istemeyen paşalar ve devlet görevlileri ise cezalandırılmışlardır. Buna en iyi misâl, Sultan Abdulmecid’in saltanatının ilk yılında kısa bir süre sadrâzamlık görevinde de bulunan Hüsrev Paşa’nın yemin metnine sâdık kalmayarak rüşvet aldığı gerekçesiyle yargılanması ve daha sonra kürek cezasına çarptırılmasıdır.
 
“Devlet” yemin ediyor!
 
Tanzimat Fermanı ile kulvar değiştiren Osmanlı idâre sistemi, yapılan düzenlemelerle, devlet memuriyetinde bulunacak olanların görevlerine yemin ederek başlamalarını da şart koşmuştur. Böylece Osmanlı devlet sisteminin üzerinde yükseldiği mülkiye, ilmiye ve askeriyede vazife alanlar yemin ritüeli ile tanışmışlardır. Bu sâyede her üç sınıfın temsilcisi de görevlerine başlamadan önce; devlete ve pâdişâha sadakatten ayrılmayacakları, kanunlara uyacakları, devleti zarara uğratmayacakları ve rüşvet almayacaklarına dâir yemin etmeye başlamışlardır.
23 Aralık 1876’da ilân edilen Meşrutiyet ve ardından hazırlanan Anayasa’yla, Osmanlı halkı yönetime katılma hakkı elde etmiştir. Oluşturulan iki kamaralı Meclis’te, vekiller görevlerine başlamadan önce Anayasa’da yer alan hüküm gereğince pâdişâha ve vatanına sâdık kalacaklarına, Anayasa’ya uyacaklarına ve vazifelerini yerine getireceklerine yemin etmişlerdir.
Yemin sonrasında toplanan Meclis-i Mebusan’da yaşanan bir olay günümüzdeki tartışmaların “ilk kez” yaşanmadığını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Meclis’te Vasiliki Efendi’nin “Pâdişâhlarımız şimdiye kadar salt mezhep ve milliyeti muhafaza ile kalmadılar. Her milletin lisânını da himâye ettikleri ilâve olunsun” önerisine karşılık Meclis Başkanı Ahmed Vefik Paşa “Bir heyette bir lisan olur, iki lisan olmaz. Kendi reyim olarak söylerim. Eğer böyle bir rey var ise kanun cihetine gitmeli. Bu ise mutabık-ı Kanun-i Esasî olmadığından [Anayasa’ya uygun olmadığından] câiz olamaz.”
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.