Haremde pâdişâh, mâdişâh...

A -
A +
Son yıllarda târih temalı filmler ve diziler ile târih konu başlıklı kitapların revaçta olması, mâziye duyulan merakın somut göstergelerinden birisi. Bundan bir süre önce Hürrem Sultan konuşuluyordu, şimdi gündem Kösem Sultan. İsimler değişse de merak edilen tek bir konu var; o da harem…
Hafta sonu, İstanbul Şehir ve Kültür Araştırmaları mensuplarınca düzenlenen “Topkapı Sarayı’nda Harem” başlıklı gezi programına katıldım. Yalnızca mekânı gezmek elbette harem hayâtını anlamak için yeterli olmaz fakat Osmanlı medeniyetinin kullandığı simgeler burada yaşanılması istenilen hayâtın kilidini açmaya yeterli gelmektedir.
Harem’de yer alan her kapı âdeta bir ders… Her birinin üzerinde yer alan duâlar, edebi cümleler okuyanların içine hayât üflüyor. İçlerinde, birçok kapının üstünde yazılı olan şu duâ, benim en çok dikkatimi çekeni oldu: “Ey kapılar açan Allah’ım, bize hayır kapılarını aç”
Osmanlı medeniyetinin inceliği, haremde kendisini belirgin bir şekilde gösteriyor. Her bir noktadaki ince zevk, dekorasyondaki mütevazılık ile taçlanmış. Gösterişten uzak, göze hoş gelen bu estetik zevke dört bir yanda eşlik eden su sesi; huzuru zirveye çıkartıyor. Gerçi su sesi, konuşulanların dışarıya sızmaması için etkili bir çözüm olarak düşünülmüş fakat suyun dinlendirici etkisi asla unutulmamalı. Özellikle III. Murad Has Odası’nda bulunan 19 lüleli selsebilden taşan su sesi, tüm yorgunluğu hattâ huzursuzluğu bile giderecek kadar etkili.
Haremin hiç kusuru yok mu peki? Olmaz olur mu hiç… Ben gezerken dondum! Zaten rutubetin olduğu Topkapı Sarayı’nda, bir de dönemin ısıtma şartları düşünülecek olursa, üşümemek için kat kat giyinmekten başka çâre bulunamayacaktır. Haremi bize gezdiren rehberimiz, burada meydana gelen vefâtların büyük kısmının soğuk hava nedeniyle yaşanılan hastalıklardan kaynaklandığını özellikle belirtti. Haremdekilerin ellerinin sıcak sudan soğuk suya girmediğini söyleyenler haklı olabilir fakat soğukla mücâdele ettikleri de kesin.
Harem bilindiği üzere pâdişâhın evi. Gündelik mevzulardan sıkılan ya da bunalan sultan, zaman zaman, kendisinin seçmiş olduğu bilgili, kibar, nüktedan kişiler ile sohbet ederdi ki bunlara musahip denilirdi. Haremin hemen dışında yer alan Musahip Dâiresi’nde ikamet eden bu sohbet ehli arasında hazırcevaplığı ile sivrilenler de bulunmaktaydı.
Bir gün devlet işlerinden bunalan sultan sohbet etmek için musahibini çağırtır ve konuya girer. “Yemek, memek derler; söyle bakalım yemek nedir memek nedir?” Musahip hemen cevap verir: 
“Sultanım, yemek siz hünkârımızın sofrasındaki binbir türlü leziz yiyeceklerdir. Memekse biz fakirlerin yediği kuru yavan şeydir.” 
Pâdişâh tekrar sorar: “Kürk, mürk derler. Kürk nedir mürk nedir?” Musahip yine cevap verir: 
“Sultanım, kürk hünkârımızı soğuktan koruyan kıymetli giysidir. Mürk ise bizim sırtımızdaki yırtık, yamalı elbisedir.” Pâdişâh musahibini terletmeye kararlıdır. “Söyle o zaman; pâdişâh, mâdişâh derler. Pâdişâh nedir, mâdişâh nedir?” Musahip kem küm eder, hık mık der ve cevap vermek istemez. Sultan ısrarcıdır ve “Söyle söyle” der. Musahip günâh benden gitti diyerek Fâtih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, Kanunî Sultan Süleyman’ı kast ederek “Sultanım, pâdişâh sizin büyük atalarınıza denirdi, mâdişâh da yüce zâtınız” der... 
Sultan, musahibinin verdiği bu cevap karşısında gülümser ve ona ihsanda, ikramda bulunur.
Harem hayâtı dört duvar arasında yaşandığı için elbette merak edilesi fakat haremin, gündelik hayâtın pek dışında sadece taht mücâdelesine sahne olarak resmedilmesi büyük resmin görünmesinin önündeki en büyük engeldir.
 
hasanerenulu@gmail.com
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.