Çanakkale geçildi, İstanbul basıldı! (2)

A -
A +
16 Mart 1920’de İngiliz askerleri tarafından Şehzâdebaşı Karakolu’nun basılarak 5 Türk askerinin şehid edildiğine dair yazımı okuyanların büyük kısmı, hayretlerini, “Bunu ilk kez duyuyoruz” diyerek dile getirdiler. Târih kitaplarına yalnızca “İstanbul işgal edildi” diye giren bilgi, yaşananları anlamamız için ne yazık ki yeterli değil…
Elbette ‘Çanakkale’yi unutmayacağız… Elbette Çanakkale’de şehid olan askerlerimizi rahmetle anacağız; fakat orada vatan toprağını korumak için kalkan olan ordunun parlak subayları ile yetişmiş insan gücü eksikliğini bir asır boyunca hissettiğimizi de unutmayacağız…
Bugün, Çanakkale’nin birkaç yıl sonrasını, İstanbul’da ‘mütarekenin en uzun günü’nde yaşananları anlatmaya kaldığımız yerden devam edeceğiz...
İngiliz askerlerinin saat 5:45’te Şehzâdebaşı Karakolu’nu basmalarıyla işgalin fitili ateşlenmişti. İtilâf Devletleri’nin her biri, kendi sorumluluk sahalarında âdeta sıkı yönetim ilân etmişlerdi. İstanbul’un önemli noktalarına yerleştirilen makineli tüfeklerle donatılmış askerler, geleni geçeni korkuya düşürmeyi amaçlamışlardı.
 
“Askeriye” işgal ediliyor
 
Gece yarısı hazırlıklarını tamamlayan İngilizler, Şehzâdebaşı Karakolu’nu bastıktan sonra Osmanlı askerî teşkilâtının belkemiği olan Harbiye ve Bahriye Nezâretlerini abluka altına aldı. Öncelikle Harbiye Nezareti’ne (Millî Savunma Bakanlığı) giren İngiliz askerleri, burayı işgal edip Harbiye Nâzırı (Millî Savunma Bakanı) Fevzi Paşa’yı (Çakmak) silâhların gölgesinde makamından çıkarmıştı. Bununla da yetinmemiş, dalgalanan Türk bayrağını indirerek parçalamışlar fakat bu bile İngiliz askerlerini kesmemişti!
 
Çanakkale geçildi, İstanbul basıldı! (2)
Harbiye Nezâreti’nin kapısında görünen birlik, idâreyi ele almak için ‘uygun adım’ ilerliyor
 
Bahriye Nezâreti’ne de (Deniz Kuvvetleri) asker çıkartan İngilizler, tersanelere el koyarak fiilen Osmanlı Devleti’nin askerî teşkilâtını ortadan kaldırmışlardır.
Trajikomik olan ise; işgal ordularının şafakla birlikte İstanbul’da bir bakıma terör estiren bu eylemlerini, ancak öğleye doğru Osmanlı hükûmetine bildirmesidir. İstanbul’daki Fransız Yüksek Komiserliğinin Baş Tercümanı M. Ledoux, Sultan Vahideddin’e, İngiliz Yüksek Komiserliğinden Andrew Ryan ise Sadrazam Sâlih Paşa’ya başlayan işgaller hakkında bilgi vermişlerdir. Her şey olup bittikten sonra verilen bilgiye acaba ne denilir?
İtilâf Devletleri, bu yoğun askeri faaliyet esnâsında halkı bilgilendirmekten de geri durmamıştır.
Halka, işgallerin izahı yapılırken, “İtilaf Devletleri’nin niyetinin Türkleri İstanbul’dan mahrum etmemek” olduğu fakat “yaşanacak herhangi bir karışıklıkta bu kararı yeniden gözden geçirecekleri” söylenerek millete kocaman bir sopa gösterilmiştir…
 
Çanakkale geçildi, İstanbul basıldı! (2)
Harbiye Nezâreti’nin önüne konuşlandırılan tanklardan birisi
 
“İletişim” yasak!
 
Askerî birlikleri tek tek ele geçiren İtilâf Devletleri, haberleşmeyi de denetimlerine almak maksadıyla, Posta ve Telefon Müdürlüğünü  işgal etmişlerdir. İstanbul’daki postaneler ile telgrafhânelerin ele geçirilmesiyle İstanbul’un hem Anadolu hem de dünyâ ile ilişkisi kesilmiş oluyordu. Bir ülke düşünün ki başkentinde yaşananları dünyâya duyurma imkânından mahrum bırakılmış olsun… 
 
 Çanakkale geçildi, İstanbul basıldı! (2)
İngiliz ordusundaki Sih askerler Posta ve Telefon Müdürlüğü önünde nöbet tutuyor
 
“Meclis” tutuklanıyor
 
İtilâf Devletleri, başladıkları işi yarım bırakmak istemedikleri için bir sonraki durak olarak Meclis-i Meb’usanı seçmiştir. Çünkü halkın yönetime dâhil olması amacıyla temelleri atılan ve demokrasiye giden süreçte çok önemli bir yeri olan Millet Meclisi, İngiltere’nin duymak istemeyeceği sesler çıkarmaktadır.
Son Osmanlı Meclis-i Meb’usanı’nın kabûl ettiği ‘Misak-ı Millî’ prensipleri, Türk topraklarının bölünmez bütünlüğünü cihana duyurduğu için başta İngiltere olmak üzere İtilâf Devletleri’nin tepkisini çekmişti.
Yüzbaşı John Godolphin Bennet’in otomobillerle gönderdiği İngiliz polisleri, Millet Meclisi’ne girerek Hüseyin Rauf (Orbay), Vasıf (Kara Vasıf), Ahmed Şeref (Aykut) ile Ahmed Faik (Kaltakkıran) Beyleri tutuklamak istemişlerdi.
Rauf Bey, “Müzakere hâlinde bulunan Meclisten Rauf Bey’i zorla aldık” ibâresi yazılı, imzalı bir belge aldıktan sonra diğer arkadaşları ile birlikte teslim olmuştur.
İtilâf Devletleri bu dört vekil ile yetinmeyip Meclistekilerin tamamını tutuklamak konusunda kararlı olmalarına rağmen havanın aleyhlerine dönmeye başladığını hissettikleri için bu işi Meclis-i Meb’usan’da yapmayı göze alamamışlardır. 
İngilizler bu sefer Ermenileri piyon olarak kullanmış ve Taşnaksutyun Cemiyeti’nin üç yüz fedaisi tarafından evleri sarılan vekiller tutuklanmış daha sonra da Malta’ya sürgüne gönderilmişlerdir.
 
Ders çıkarmak
 
Mehmed Âkif Ersoy’a “Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın” dedirten ufka gerçekten ihtiyâcımız var…
Bugün aynı zamanda Çanakkale Deniz Savaşı’nın 101. yıl dönümü… 18 Mart 1915’te Çanakkale’yi geçip Osmanlı Devleti’nin başkentini ele geçirmek isteyen İtilâf Devletleri, çok değil, birkaç yıl sonra amaçlarına ulaşıp İstanbul’a asker çıkarmışlardı…
Doğrusu İstanbul’un savunması Çanakkale’den geçiyordu fakat Çanakkale’nin savunması nereden geçiyor, bunu dikkatli bir şekilde yeniden düşünmeliyiz.
Başkentin işgalinin yalnızca bir gününde yaşananlardan bahsettiğimiz şu satırlar bile askerî yenilmişliğin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini göstermeye yetmektedir.
Ne diyelim; Allah bir daha bu vatan toprağını yabancı asker postallarıyla çiğnetmesin!
 
Not: Bu konu hakkında daha detaylı bilgi almak isteyenler şu kaynakları inceleyebilir:
* Galip Kemalî Söylemezoğlu, Yok Edilmek İstenen Millet, Selek Yayınları
* Doç. Serpil Sürmeli, Şehzâdebaşı Karakolu Baskını ve Olay Mahalline Giren İlk Gazete Tevhid-i Efkâr
* Gürkan Fırat Saylan, İstanbul’un Resmen İşgali
hasanerenulu@gmail.com
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.