Resme adanmış bir ömür

A -
A +

Bu sohbet geçtiğimiz perşembe günü yapıldı. Dünya Kadınlar Günü'nde... Letafet Memmedova Hafiz Kızı'nın 11 öğrencisiyle çalışmalarını yürüttüğü resim atölyesinde. Şövalyeler, tuvaller arasında, boya kokuları içinde. Yani benim için çok güzel bir atmosferde. Neden Letafet hanım? diyebilirsiniz. Bir kere kadın. Çocuklarının geleceği için onlardan ayrı yaşamaya çalışan bir anne. Sonra çok iyi bir ressam. Dünyaca ünlü bir ressamın kızı. Doğduğundan beri kadınlar gününü kutlayan biri. Ve son günlerde çokça konuşulan Hocalı'daki katliamı bilen, bir yarısı Karabağlı olan bir Azeri Türkü. İsterdim ki onun kendi anlatımıyla yazayım cümleleri. O tatlı Azeri Türkçesiyle, ama zor. Yine de buyrun sanatçı bir annenin Bakü'de başlayan evlatlarından ayrı, hiç şikayet etmeden İstanbul'da yaşama, tutunma hikayesine ve anlattıklarına... İlk sergi 1973'te Sohbet kadınlar gününde olunca, söze de oradan başladık.. - Sovyetler Birliği'nde yaşadığım için çok eskiden beri 8 Mart'ın kutlandığını biliyorum. Babam sabah 7'de pazara gider, anneme çiçek alırdı. Hediye olmasa da çiçek mutlaka olmalıydı. O gün kadınlara tatildir zaten. Okulda erkek çocuklar mutlaka bize çiçekler, küçük hediyeler verirdi. Çok güzel bir bayramdı. Benim de ilk sergim 1973'de bir kadınlar sergisidir. Yani meslek hayatımın da başlangıcıdır. Bugün kızım ve pek çok kişi aradı Bakü'den; benim ve öğrencilerimin gününü kutladı. * Letafet Hanım neden Türkiye'ye geldiniz? - Devletlerarası bir programa bağlı olarak Halk Eğitim merkezlerinde kurslar vermek üzere 9 ressam geldik. Bakü Üniversitesi'nde Resim Bölümü'nde dekandım, görevimi bıraktım. Bize en az beş yıl kalacaksınız dediler. Ama o program dağıldı, bazı arkadaşlar geri döndü. Ben Türkiye'yi çok seviyordum, geldikten sonra daha da sevdim ve kaldım. Eşim ve oğlum döndü * Ressam olan eşinizle gelmiştiniz ama o da döndü Azerbaycan'a... - Evet, eşim ve oğlumla gelmiştik. Kızım okuyordu Bakü'de.. Şimdi eğitimini tamamladı orada çalışıyor. Eşim Sakarya'daydı. Ben 'İstanbul olmazsa gitmem' demiştim. Eşim bir yıl sonra geri döndü, oğlum da üç yıl sonra.. * Çocuklarınızın geleceği için buradasınız, ama hiçbiri yanınızda yok. Oğlunuz neden döndü? - Oğlum Süleyman burayı çok seviyordu, ama okulda çok sıkıntı çekti. Bunu söylerken çok üzülüyorum, ama dışlandı. Hocaları ilgilenmediler. Notları düştü, okula gidip 'bu çocuk yabancı' dediğimde 'ciddi misiniz?' dediler. Hiç farkında değiller, konuşmamışlar bile çocuğumla. Bütün bunlar benim çocuğumu kaçırttı. Çok isterdim burada kalmasını. Ortada kaldık * Yani siz bölünmüş bir aile oldunuz. - Evet. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra böyle aileler çoğaldı Azerbaycan'da. Komünizmi sevmeyebiliriz, ama o dönemde sanat çok önemliydi ve güvendeydi ressamlar. Evde otururdunuz ve siparişler devletten gelirdi size. Resim bitmeden paranızı alırdınız. Resim satma gibi bir düşünce yoktu, devlete çalışırdınız. Sistemi sevmiyor, istemiyorduk ama devlet dağıldıktan sonra hiç bilmediğimiz durumlarla karşılaştık. Kapitalizme geçişin zorluklarını bilmiyorduk, ekonomik problemlerle devlet ilgileniyordu çünkü. 'Sen resmini satacaksın' diye birden ortada bırakıldık, ama sadece çizmeyi biliyorduk. Bu boşluktan pek çok sanatçı dünyanın farklı ülkelerine dağıldı. Müzisyenler, ressamlar, yazarlar. Şimdi yavaş yavaş toparlanıyor devlet. İnanıyorum Azerbaycan ilerde çok güzel olacak. Bizim sanatımız Sovyet zamanında da çok ilerdeydi, şimdi de devam eder. Özgürlük zamanla geldi * İşçi-sanatçı gibi bir kavram desenize. Oysa sanat ve sınır yan yana gelemeyecek kelimeler değil mi? - Evet sanata sınırlar koyamazsınız. Devlet siparişi verir, konuyu belirlerdi. İşte 'çalışkan işçileri resmedin' derdi. Sana kalmış nasıl bir kompozisyon olacağı. O konuyu çizerdin onun dışında istediğini çalışabilirdin atölyede. Ama 50-60'larda soyut resim yasaktı tabii. Kuruşçef zamanında ilk modern resim sergisi açıldı sokakta. Ondan sonra biraz özgürlük verdiler. O zamanlar ressamlar apartmanı, müzisyenler apartmanı vardı, bir arada otururlardı. Apartmanın birinci ve en üst katı atölyeydi, orta katlarda da aileler otururdu. * Babanız ünlü bir ressam. Genlerle bir ilgisi var mı sanatın? -Olabilir. Babamın resimleri Azerbaycan ve Rus devlet müzesinde yer alıyor. Babamın hayatımda yeri çok büyük. Şövalyeler, tuvaller, boyalar arasında büyüdüm. Çocukluğumda açılışlarına gittiğim devlet sergilerinin bende izleri büyük. Çok seviyordum resim yapmayı, ne olacağım belliydi. Tabii ne kadar muvaffak oldum zaman gösterecek. Ressamlık bir dünyadır. Eşim, çocuklarım yanımda yok, bu çok zor . Benim aile hayatım başka bir yerde ve benim kendi dünyam resimlerle başka bir yerde . O yalnızlığı resimlerle giderebiliyorum onlar benim çocuklarım gibi, onlarla kendimi mutlu hissedebiliyorum. Yetenek yüzde 10, emek yüzde 90 * Bu bir yetenek işi mi, çalışmayla olabilecek bir şey mi? - Ressamlığın içine felsefe, okumak, hayatı anlamak, yaşamak, acı çekmek girer. Her duyguyu yaşayacaksın ki yansıtabilesin. Kafa çalışacak en önemlisi, sonra da göz, fırça ve yürek. Nasıl bir insan okuma-yazma öğreniyorsa resim yapmayı da öğrenebilir, ama ressam olmak ayrı bir şey. Kimin ressam olacağı bir bakışta anlaşılmaz, yetenek anlaşılır. Yetenek yüzde 10 ise emek yüzde 90'dır. Burada bakıyorum 20 yaşında kişisel sergi açıyor insanlar, amatörler kendine 'sanatçı' diyor. Bizde kişisel sergi elli yaşında açılır. > Kendimi gurbette saymıyorum "Maddi problemler nedeniyle, çocuklarımın geleceği için buradayım" diyen Ressam Memmedova; "Üniversitede bir çocuk okutuyorum. Uzakta olsam da otoriter bir aileyim. Burada çok güzel bir ortamdayım. Herkesten çok memnunum. Türkiye'de kalıp kalmayacağımı zaman gösterecek. Ama gurbette saymıyorum kendimi, vatanım gibi görüyorum burayı. Çocukluktan aldığım terbiye bu. Türkiye bizim kardeşimiz" diyor... > "Benim dileğim Karabağ kurtulsun" Letafet Memmedova Hafiz Kızı Atölye Öğrencilerinin yarın Çemberlitaş'taki Basın Müzesi'nde resim sergilerinin açılışı var. Açılış davetiyesini Letafet Hanımın 'dilek ağacı' resmi süslüyor. 'Ya sizin dileğiniz?' diyorum, cevap hemen geliyor. 'Karabağ kurtulsun.' Genç kızlar dolu Bakü'de, erkek yok. Çünkü, 18 yaşındaki binlerce gencimize kıydılar. Bir mezarlık var, kıpkırmızı. Karanfillerle kaplı. O yüzden karanfil bizim için 'ölüm gülü'dür artık... > 'Ağlayamadım bile!' Karabağ'da yaşananlar çok acıydı. Komünizmin kötülükleri bunlar. Gorbaçov devletin başkanıydı, ama devleti tanımıyordu. Zannetti ki, iki kara millettir Azeri ve Ermeni. Çok kolay birinden toprağı alıp öbürüne vereceğim. Anlamadı böyle şey yapılmaz. Köklerini bilmelisin, tanımalısın. İki kardeş milleti düşman eyledi, şimdi senelerce sürecek. Ne olursa olsun o toprak geri gelmelidir. Benim bir yanım Karabağlıdır. Annemden. Karabağ'dan hep sanatçılar çıkar. İlk Müslüman kadın şair Karabağlıdır. Bundan 150 yıl önce İran'dan kovulan Ermeniler oraya yerleşmiş, problemsiz yaşıyorlardı Azerilerle beraber. Laçin-Ermenistan sınırında politikacılar onları yavaş yavaş kaynattı. O kadar yeşil, güzel bir yerdi ki Karabağ; ne zaman kurşun girdi, harabeye döndü. İnsanlarımız kırıldı. Hocalı'da olanları 5 gün sakladılar, ondan sonra duyurdular bize. Köy sarıldı ve tek bir çıkış bırakıldı. Oradan çıkmak isteyenler de kurşunlandı, öldürüldü. Bir gece eşim ve çocuklar uyumuştu, saat 2'ye geliyordu, televizyon seyrediyordum. Birdenbire o korkunç görüntüler yayınlanmaya başladı. Nasıl bir şok yaşadım, bilemezsiniz. Zannettim ki düşman hemen duvarın arkasında. Ağlayamadım bile. Çok kötü şeyler gösterdiler. Burada gösterilenler hiçbir şey. Bakü'deki Ermeni komşularımız inanamadılar o dehşete, gelip 'özür diliyoruz bu vahşet için' dediler. İnternette Rusça yazımından okuduğum, onların aydın fikirlilerinin yazdığı 1996'da basılan bir kitap var. Üstelik bir gazeteci o vahşeti anlatan. Zorin Balayan, onlar için bir kahraman. Bir annenin iki çocuğuyla yaşadığı eve yapılan baskını yazmış. (Letafet hanımın kitaptan anlattıklarını yazmaya benim elim varmıyor.) Bitsin artık bu acılar Letafet Hanım anlatırken atölyedeki öğrencilerinden biri söze giriyor. 'İnsanın içinde vahşet olduktan sonra fark etmiyor. Ben Ermeniyim. Ama oradaki farklı, buradaki farklı, Diaspora tamamen farklı. Bunlar konuşulunca milletin hırsı depreşiyor, bitsin artık. Ben Türkiye'den başka yer bilmem ki, arkadaşlarımın hepsi Müslüman. Ben diyorum ki üçte birim Ermeni, üçte birim Avrupalı, üçte birim Türk...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.