Etimoloji: İlmin 'Âb-ı hayât'ı...

A -
A +

Etimoloji... Fransızların "étymologie", Arapların "iştikak ilmi" dediği, bizlerin de Türkçe'ye "köken bilimi" olarak kazandırdığımız,  Yunanca'da ise, "asıl, hakiki, gerçek" anlamındaki "ὁ ἔτυμος" (ho étymos) ile söz, kelime anlamındaki "λόγος" (lógos) kelimelerinin birleşmesi ile oluşan bilim dalı. Belki de sonu "loji" ile biten tüm disiplinlerden en sevdiğim diyebilirim etimoloji için... Sebebi ise, her şeyin bir çıkış noktasının olması ve kökenine kadar gidip, tanımını kavrayıp, o tanımı mantıksal bir düzleme oturtarak iletişimimize dâhil etmemizden kaynaklanmaktadır. Bizler çoğu zaman bir kelimeyi kullanırken, ya kökenini bilemiyoruz ya da ananelerimizden duyduğumuz şekliyle hayatımıza katıyoruz. Oysa soyut bir kelimeyi somutlaştırıp tanımı yaparak hayatımıza eşlemeye başladığımız anda entelektüel bilgi birikimimiz ve iletişim seviyemiz birinci ligde konuşuyor olacak. Tanımını yap, kavramı tut! Yani, önce tanış, sonra onu kavra. Bu kadar basit... İlmi seviniz efendim, sevdiriniz. Zira, cehalet; ancak ilimle bertaraf edilebilir...

Yazıyı kaleme almadan önce kökenine inip sizlere aktarmak istediğim o kadar fazla kelime oluştu ki zihnimde, inanın çok zorlandım; hangisini seçip de aktarayım sizlere diye... Neden sonra hatırıma geldi. Hep "zenci" deyip dururuz; çikolata renkli ağabey ve ablalarımıza. Peki, hiç düşündük mü, zenci kelimesinin kökeni nerelere varıp dayanıyor?

Zenci deyip geçme!

"Zenci" kelimesinin kullanımı, ayrımcı söyleme dâhil olduğu iddiasıyla kimi kesimler tarafından tenkit edilse de -ben çikolata demeyi tercih ediyorum- bu henüz herkesçe bilinen ve kabul gören bir yaklaşım olamadı maalesef. Zenci kelimesi hakikaten ayrımcı ve ırkçı bir kelime olabilir mi? Bilindiği üzere, özellikle Ege ve Akdeniz Bölgesi’nin bazı köylerinde yaşayan çikolata veyahut karamel vatandaşlar, kuvvetle muhtemeldir ki Osmanlı zamanında Afrika’dan getirilen insanların torunları. Aralarında benim tanıdığım dostlarım ve büyüklerim de var. Yani, bu tezimin arkasında durabileceğimin bir ispatı…

Türklerin, dolayısıyla Türkçe’nin coğrafi sebeplerden ötürü çikolata renkli insanlarla çok geç tanıştığını düşündüğümüzde, "zenci" kelimesinin Türkçe bir kelime olamayacağını anlıyoruz.

Peki ya?..

İşte bunu sual ettiğimizde ilk olarak Farsça’ya bakmamız gerekiyor. Aradığımız cevap Farsça’ya dayanıyor. Şimdi sorabilirsiniz. "Zenci dediğimiz insanlar Afrika'dan geliyorsa, kelime nasıl Fârisî olabiliyor?"

Şöyle ki...

Bunun için Afrika’nın Doğu kıyılarına, Tanzanya'ya gitmemiz gerekiyor. Tanzanya’nın en büyük şehirlerinden biri olan Zanzibar, ismini ve önemini İranlı denizcilere borçlu. İranlılar uzun süre bu şehri Doğu ve Afrika ile ticaret yapmak kullanmışlar. Hatta şehirdeki Fars eser ve yansımalarını görmek hâlâ mümkün.

Ve işte cevabımız geliyor...

Şehrin ismi "Zanzibar" ve "zenci" kelimeleri aynı kökten geliyor. Bu kök ise "zang..." Zang ise "pas" kelimesine denk geliyor. Demir pası... Yani "paslanmak"taki pas... Buradan şu sonuca varıyoruz. "Zenci" denildiğinde anlatılmak istenen "paslı insan" tanımıdır. Kelime kökü zang ise, son hali neden "zangi" veya "zengi" değil de "zenci..." (?) Çünkü Farsça’dan Arapça’ya geçen kelimelerin sonundaki "g" harfi belli bir dönemde "c"ye dönüşüveriyor. Haliyle, bundan Türkçe de payını alıyor... "Zanzibar" veya "Zangibar" ise kelime anlamı olarak "Zencilerin Sahili" gibi bir anlama sahip. Ve şehrin köle ticareti konusunda da oldukça acı bir tarihi var maalesef. Yani, İngilizce'de, Latince "siyah" kökünden gelen ve aşağılayıcı olduğu için kullanılmayan "negro" kelimesi bile, "paslı" manasına gelen "zenci" kelimesi yanında oldukça masum kalıyor... Ege köylerindeki çikolata (karamel) renkli hemşehrilerimizin köylerinden birine düşerse yolunuz, İranlı denizcileri, siyah oldukları için "paslı" denilen insanları, kölelik döneminin acısı içinde, onların torunlarını da Zanzibar’ı da hatırlayın. Hasbihal ediverin. İnanın farklı hikâyeler duyacaksınız.

                      ***

Kitap tavsiyesi...

Bu arada, bir kitap tavsiyem olacak. Kubbealtı Neşriyat'tan çıkmış olan ve Edebiyat tarihçisi ve yazar rahmetli Nihad Sâmi Banarlı'nın kaleme aldığı 317 sayfalık "Türkçenin Sırları" kitabı. Bu kitap, Türk Dili üzerine detaylıca ve insaflı bir şekilde şu ana kadar hazırlanmış en güzel eser diyebilirim. 1971 yılında ilk basımı yapılan kitapta Türkçenin güzelliklerini, inceliklerini ve ahenginin ele alındığı makaleler bulunmaktadır. Nihad Sâmi Banarlı, kitapta "imparatorluk dili" adını verdiği kavrama değinmiş, İngilizce, Arapça, Latince ve Türkçenin imparatorluk dili olduğunu belirtmiştir. Bu dört dilin kelimelerinin kendine özgü bir musikiye ve ahenge sahip olduklarını savunmuş, İngilizce, Arapça, Latince ve Türkçenin diğer dillerden aldıkları kelimeleri bile bu ahenge uygun olarak dönüştürdüğünü misallerle açıklamıştır. Banarlı, "Türkçenin Sırları" kitabında Öztürkçecilik akımına karşı çıkmış, Türkçedeki binlerce yıldır var olan Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin yerine uydurulan "Öztürkçe" ya da uydurukça sözleri hilkat garibesi olarak nitelendirmiştir.

Şöyle der Banarlı: "Bir dilin kelimelerini hor görmek, hakir görmek, hele şu veya bu politik veya ideolojik sebeple dilden atılabilir görmek, en az, onların oluş ve yontuluş tarihini bilmemekten, hatta sevmemekten doğan büyük bir gaflettir. Çünkü, milletlerin olduğu gibi, kelimelerin de tarihi vardır. Bir milletin ataları, asırlarca o kelimelerle doymuş, onlarla düşünmüş; birbirlerini ve evlatlarını o kelimelerle tamamıyla millî bir sanatla işleyip Türk yapmışsa, evlatlar, artık o kelimelere düşman kesilemezler..."

           ***

Kelâm-ı kibar: Sükûtumuzdan istifade edemeyen, konuşmamızdan da edemez...

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.