UNUTULAN BİR GELENEK: DİŞ KİRASI…

A -
A +
Bir geleneği, bir âdeti veya bir inanışı ortadan kaldırmak istiyorsanız onu değersizleştirmekle işe başlamanız gerekir. Önce karalarsınız, sonra tartışmaya açarsınız, en sonunda da yıpratır/sulandırır değersizleştirirsiniz. Bu, dün de böyleydi, bugün de… Yani, “inandığımız gibi yaşayamadığımızdan, yaşadığımız gibi inanmayı yeğliyoruz” çoğu zaman… Ne hezeyan! Her geçen gün, her geçen sene “ah o eski günler, o eski insanlar ve dahî o eski Ramazanlar” diyoruz. Maneviyattan öte maddiyata yönelen bir toplum oluyoruz günden güne. Zamanın putları bizleri ağızlarından salyalar akarak şirke davet ededursun, bizler o günah seline kapılmayacağız Allahın izniyle… Direneceğiz… Geçmişimize sahip çıkacağız… Ananelerimizi yaşatacağız… Ne diyorduk? Eski Ramazanlar değil mi? Öyleyse kulak verin sesime de beri geliverin…   Davul, Pide, Güllaç ve Tokmak…   Misal; Ramazan davulcuları… Gerek var mı? Pek de gerek yok. Fakat bir o kadar da elzem, gerekli… Neden mi? Çocukluğumda çoğu zaman o davulun sesini duyabilmek için yatağımda dönüp dururdum. Bazan da uyumazdım. Duyduğumda o davulun sesini, uzaktan hoş gelirdi; açardım penceremi ve lambamı açıp annemi uyandırmaya giderdim. Bir heyecan olurdu bu sahur ve Ramazan için… Mesela; Ramazan pidesi… Gerek var mı? Bildiğin ekmek! Ama bildiğimiz ekmek gibi değil işte. Ramazan pidesi o… Kokusu, sıcak sıcak alabilme gayesiyle fırın önünde sıraya girip beklemesi… Ramazanın gülü güllaç… Sanki Ramazan ayının dışında o gül kokusu yokmuşçasına heyecanla yemek… Vesaire vesaire… Yarın öbür gün Ramazan davulcularına söylenen söz, Ramazan pidesi için de söylenmez mi? Pek tabii söylenebilir. Örneğin; Osmanlı kapılarında iç içe geçmiş biri büyük biri küçük iki kapı tokmağı olurdu. Hâlâ eski evlerin girişlerinde görebilirsiniz bunları. Erkek gelince büyük kapı tokmağını çalar, çıkan kalın ve tok sesten gelenin erkek olduğu anlaşılırdı ve kapıyı evdeki erkekler açsın, yoksa kadınlar da ona göre tedbirini alsın diye... Küçük tokmak ise bayanlar içindi. Küçük tokmak çaldığında ise, ince ve tiz sesten kapıdaki kişinin kadın olduğu anlaşılırmış. Ne incelik… Fakat, şu kadar inceliği anlayamayacak kadar da “kadim odun” sınıfındayız hani!..   Diş kirası nedir, bilir misiniz a dostlar?  
Eski Ramazan iftarlarının bize mahsus güzel âdetlerinden biri de “Diş Kirası”dır. Misafirler, hâne sahibine veda ederken, bir miktar para veya değerli bir hediyelik eşya verilerek uğurlanırlardı. “Diş Kirası” denilen bu hediyenin zarif gerekçesi,  yedirdikleri yemeklerle misafirlerin dişlerine zahmet verdirdikleri için diye bilinse de, aslında; davetlilerin o gece zahmet edip gelerek hâne sahibinin sevap kazanmasına vesile olmasıdır. Dolayısıyla, bu vesile ile muhtaçlara yardımda bulunmak, onları sevindirmektir asıl gaye. Bu da sadece Müslüman Türklere ait bir âdettir.
Fatih Sultan Mehmed dönemi sadrazamlarından Mahmud Paşa, tarihimizin ünlü cömert ve hayırseverleri arasında yer almaktadır. Her vesileyle yoksullara yardım etmekten zevk alan Mahmud Paşa, Ramazan ayı geldiğinde kesenin ağzını büsbütün açmasıyla meşhur idi. Hele, konağında verdiği iftar ziyafetleri; buradaki ziyafetin, başka zengin evlerinde rastlanmayan bir özelliği olduğu için dillere destandı.
Onun sofrasında oruç açanlar, diş kirasına ilaveten her akşam mutlaka ikram edilen nohutlu pilavın gelmesini ve dişlerine takılma ihtimali olan sert bir sahte nohut yakalama ümidiyle dört gözle beklerlerdi. Çünkü Paşa, kazanlarda pilav pişirilirken, içine nohut biçimi verilmiş altınlar da attırırdı. İşte bu hâdise, hâlâ hemen herkesin bildiği ve kullandığı bir atasözümüzün de doğmasına sebep olmuştur: “Kısmetinde olanın kaşığında çıkar.”
Zarafet ise zarafet, cömertlik ise cömertlik… Unuttuğumuz, unutturulan bu güzel âdet, gelenek ve göreneklerimizi bu yazımız vesilesiyle hatırlayalım. Zira; “Bir gönül yapmak, yüz Kâbe’yi yapmaktan iyidir. Kalp kırmak ise, Kâbe’yi yıkmaktan daha kötüdür…” Biz gönüller yapalım, gönül kâbesini hoşnut edelim ki, Allahü tealanın razı olduğu kulları zümresine iltihak edelim. Sadece Ramazan ayında değil, diğer günlerde de evimize gelen misafirlerimize belli aralıklarla gücümüz yettiği kadar hediyeler hazırlayıp vermeye gayret gösterelim. Gelecek nesiller ve çocuklarımız da bu güzellikleri kıyamete kadar yaşatabilsinler diye onlara da bu güzelliğin muhteviyatını anlatalım. Hediyeleşelim… Zira hediye, aradaki muhabbeti dostluğu artırır. Kini, düşmanlığı giderir… Hele hele mübarek gün, gece ve aylarda… Nimete kavuşanlara da afiyetler ola…              *** Kelâm-ı kibar: Mümini sevindireni Allahü teâlâ sevindirir…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.